29 Ekim 2012 Pazartesi

David Eddings - Kell Kâhinesi

Seri bitti, rahatladım ama böyle boktan bir bitiş olamaz. Dün gece oturdum, bir gazla giriştim. Taze bitti. Uyuz etti beni. Lan... Neyse, bir şey demiyorum. Sana laflar hazırladım, en sona sakladım.

Düalizmle alakalı bir şeyler yazacaktım, çok üşendiğim için yazamıyorum. Bu karanlık-aydınlık meselesini merak edenler Jeffrey Burton Russell'ın Şeytan'ına bakabilirler, Kabalcı'dan çıktıydı. Serinin olayı bu olduğu için bakın diyorum, teolojik felsefeyi merak edenler yani. Ben açıp burada onlarca kelime yazıp şu şudur, bu budur diye karşılaştırma yapmayacağım, çünkü amele miyim lan ben. Gider makale yazarım onun yerine. Burada kitapları olabilecek en malca şekilde incelemeye çalışıyorum.

Kell'e gidiliyor, Cyradis'i alıyorlar yanlarına. Peşlerine bir kurt takılıyor ki her taşın altından bir şey çıktığı için bu kurtla ilgili sürprizler de düşünülünce çıkan şey pek sürpriz olmuyor. Çok sürpriz var, gökyüzüne bakıp kendi kendine, "Öff kadınlar," diye, "Pöff erkekler," diye mırıldanan çok insan var, sürekli bir tekrar var ve bir süre sonra gerçekten sıkıyor. Hele şey, geçen kitapta hani toplanıyorlardı memlekette kalanlar. Yola çıkıyorlardı falan bizim gruba doğru. Lan kitap boyunca bekliyorsun acaba nereden çıkacaklar diye, kitabın sonunda, o da bok gibi bir rolle çıkıyorlar arkadaş. Hele Salmissra'lı bölümler var, facia. Usta, kurguyla alakası olmayan şeyleri sen niye sokuveriyorsun araya. Ne gerek var. Şişiriyorsun, başka bir şey değil.

Bir adaya çıkıyorlar, Mimbreli kardeşlerin adası, hepsi soylu şövalye. Saçmalığa gel; adamlar yüzlerce yıl önce bir deniz kazasından sağ kurtulup adaya ulaşıyorlar, orada kök salıyorlar. Memleketlerini o kadar çok özlüyorlar ki kalelerinin duvarlarını bile memleketlerindeki kalelerin duvarlarıyla aynı renge boyuyorlar. Bu arada gemiler gidip geliyor, memleketten haber işitiyorlar. Doğdukları toprakları düşününce ağlıyorlar falan, bir kişi de çıkıp demiyor ki biladerler, yürüyün, ağlayıp dövünmeyek, atalarımızın topraklarına gidek. Oğlum o kadar çok özlüyorsun, gitsene lan. Manyak mısın nesin. Eddings sen ne yapıyorsun?

Burada bizimkilerin şerefine bir ziyafet veriliyor, bir de kralı etkisi altına alan bir kral yardımcısı var: Nadramas. Zandramas'ın yardımcısı. Bizimkileri geciktirmek için yok ejderha var, gidin ona dalın diyor, yok bilmem ne diyor. İki saat bunları okuyoruz bir de. Sonra buluşmanın gerçekleşeceği kayalıklara gidiyorlar, Zandramas da oraya gelecek de, Cyradis ışığı veya karanlığı tercih edecek hani. Gerçi olayı bozan en önemli şey bu seçim hadisesi olmuş sanıyorum. Neye göre seçecek mesela. Bunu seçecek olan da bir insan. Şimdi sen de insansın sevgili kari, ben de insanım. Diyecekler ki sana, ya karanlık ya aydınlık. Gidip karanlığı seçer misin? Samimi ol. Karanlığı seçersen dünya boku yiyecek bar bar bağırıyorlar bir de. Deli kıçlı bir insan değilsen seçmezsin. E o zaman ne heyecanı kaldı olayın?

Bir de Zandramas'ın tertiplediği katakulliler var, onlar daha komik. Bir yerden cehennemin kralı çıkıyor, bir yerden bilmem ne çıkıyor. Kardeş, senin adamları geciktirmen bir işe yaramıyor ki, aynı anda orada olmalısınız? Sözde Zandramas mızıkçılık yapıp bizimkileri hacamat etmek istiyor ama hacamat ederse daha kötü bir şeye yol açacak, kendi de boku yiyecek söz gelişi. E o zaman?

Fiks son: İyi olan kazanır. Böyle bitiyor. He, bizim memleketten gelenler olaylar bitince katılıyorlar gruba, o da herkesi evine bırakmak için. Koskoca "heroic" adamlar servis çekmek için dünyanın öbür ucuna gelmişler lan. Ben onların yerinde olsam tanrılara bir küfrederim, yirmi yıl yıldırımla çarparlar beni anasını satayım.

Evren hakkında iki güzel bilgi var; biri cehennemin ayrı bir kainat olduğu bilgisi. O ifritlerin dünyası falan demek ki bizim dünyayla bir değil. Başka bir evren o. Bir de kainatta başka bir sürü dünyanın olduğunu, tanrıların oralara gideceğini öğreniyoruz. Bunlar bildiğimiz anlamda tanrı değil aslında, öyle olmayabilirler. Bunlar görevlendirilmiş ve süper güçlerle donatılmış varlıklar. Yine tanrıya çıkıyor hadise ama bildiğimiz manasıyla değil.

Pkfmpf, son olarak hayatımda bir insanın aşağılanmasını okurken böylesine gülmemiştim. Mandorallen söylüyor: "'Beyim,' dedi soğuk bir edayla, 'sizin çehrenizi şebeğe benzetiyorum, vücudunuz da çarpıktır. Dahası sakalınız edebe bir tecavüz sayılır; bir insan çehresi için makul bir süs olmaktan ziyade kırma bir itin arka kısmını tezyin eden düğüm düğüm olmuş kılları andırıyor. Acaba valideniz çılgın bir şehvet müptelalığı esnasında, mazide, azgın bir keçiyle eğleşmiş olabilir mi?'" (s. 360)

Lan öldüm oğlum ya.

Sonunda Polgara hamile kalıyor... Ha bir de şey; Toth adlı bir ayımız vardı grupta. Durnik'in yakın arkadaşı, Cyradis'in her şey yeni başlarken tayfaya ödünç verdiği bir adam. Böyle Allah Allah, boyu beş metre, kasları üç metre bir yarmamız. Şimdi gruptan biri ölecek, bunu kâhine söylemişti. Gruptan bir elemanımız da Garion'a ben öleceğim falan diyordu. E Toth öldü? Ya seni yalancı piç, çok affedersiniz, seni yalancı kutsal karı, o masumun ne günahı vardı lan? Adamın ağzı var dili yok, tam bir görev adamı. Yani aklım almıyor ya, ne kadar ayıp.

Evet, sonunda Polgara doğuruyor, Ce'Nedra doğuruyor, herkes doğuruyor ya da evleniyor. Beldin aşık olup uzuyor diyardan. Her şey duruluyor. Bir de o bütün olayların tekrar etme meselesi vardı ya, hani serinin okuyucuları tarafından beğenilmeyen. Yazar ona sonda bir çözüm bulmuş. Diyor ki bütün bu kovalamacanın sebebi olan iki yazgının çözülüp birleşmesi, evrenler arasındaki kırığı kapattı ve geleceğin önünü açtı. Aslında yaşanan her şey bir çeşit tekrardı, gelecek zincirlenmiş olduğu için geçmişte yaşanan her şey bir daha yaşanıyordu, farklı şekillerde de olsa. Böyle diyor valla.

Sonuçta Garion'a, İpek'e, Ce'Nedra'ya, Polgara'ya, Belgarath'a, Beldin'e ve diğer dostlara veda ettik, seri bitti. Bir ayda binlerce sayfa okuduk, on kitabı tamamladık. Üzgünüm dostlar, sizi geride bırakıp bambaşka alemlere gitmeliyim, gitmeliyim bebekler, gitmeliyim can dostlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder