7 Ekim 2012 Pazar

David Eddings - Sihirbazın Tuzağı

Tayfa Maragor'a doğru ilerliyor, yılanların kraliçesi öldükten sonra Belgarath'ın bir kankasından mesaj geliyor ki Aldur, çömezi Belgarath'ı ve tayfasını görmek istiyormuş. Yol uzun ama yapacak bir şey yok. Bir de bu taşı çalan Zedar, Cthol Murgos'a girdiği an Ctuchik'in tuzağına düşmüş ve zar zor kaçabilmiş, taşla taşı alan masum çocuk Ctuchik'in tutsağı olmuş. Kötüler arasında da bir çekişme, bir dalavere var. Çıkarlar çok çeşitli. Zedar da efendisi Torak'ın vücudunu alıp kaçmış. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Kim kimin kuyusunu kazıyor, kim kime ne yapıyor, yani nebiliyim ne diyceene deyip demiyceene kim kimi kim kem kimi...

Bu sırada Ce'Nedra'yla Garion sürekli kavga ediyorlar. Sürekli. Kehanet bunları birleştirecek galiba ama daha farkında olmadıkları çok şey olduğu için... Gençler işte, kanları kaynıyor. Ce'Nedra arada öpüyor bunu falan. Pol Teyze ikisine de taktik veriyor arada. Dünya yok olabilir, bunların dertlerine bak. Tabii kehanetle alakaları olduğu için bu gönül işleri bile mühim aslında.

Belgarath'la Garion şu kafa sesi hakkında konuşuyorlar. Sesin kime ait olduğu belli olmuyor uzun süre, kitabın sonunda da öğrenemiyoruz.

Şimdi vadiye gidilecek, ardından Cthor Murgos'a gidilecek ama arasında bir de Ulgo yolculuğu var, anlatacağım.

Vadi yolunda Brill'e rastlıyorlar yine, Brill ta en başından beri bunların etrafında ama bizimkiler iyi saklandıkları için Brill bir türlü bulamıyor bunları. Brill'in kavgasını izliyor bizimkiler ve adamın bir Dagaşi, yani gizli bir tarikatin üyesi olduğu ortaya çıkıyor. Fanatikler. Ctuchik ne isterse onu yapıyorlar ve profesyonel katiller. Bu sebeple bizim İpek, Brill'i hafife aldığı için kendine kızıyor. Bu ikisi arasında bir çekişme var, ikisi de birbirini sevmiyor. Kapışıyorlar da zaten, geleceğim oraya.

Belli oluyor mu bilmiyorum ama Maragor bir anıtlar ve harabeler kenti. Çağlar önceki tanrılar savaşında yıkılmış bir şehir, bir sürü acı çeken ruh var burada. Bu sebeple tayfanın büyücüleri, diğerlerini bir yarı uyku haline sokuyorlar. Maksat keçilerin kaçmasını engellemek.

Bu yolculuğun en önemli kısmı, Belgarath'ın Garion'la yaptığı konuşma. Evrenin gidişatını değiştiren, doğru anda ve doğru yerde ortaya çıkan bir etki. Bu etkiyle birlikte evrenin yolu ikiye ayrıldı, iki farklı kehanet ortaya çıktı. Eğer Garion doğru yerde ve doğru zamanda olursa bu ikilik tekrar tekliğe inebilirmiş. Büyük görev bu.

Yıkık bir şehirden geçerken Garion'un düşündükleri ilginç:

"Şehrin tek caddesi helezon şeklinde dolaşarak tam ortadaki yuvarlak meydana çıkıyordu. Garion tuhaf bir içgörüyle bu şehrin bir kadın tarafından tasarlanmış olduğunu fark etti hemen. Erkeklerin kafaları düz çizgiler halinde çalışıyordu, oysa kadınlar daha ziyade yuvarlaklarla düşünüyorlardı." (s. 61)

Buradan ilerisi için bir şey çıkar belki, sırf tespitin ilginçliği için bile altı çizilir.

Yıkık şehirlerden birinde Mara'yla karşılaşıyorlar, ağıtlar yakan tanrıça. Evlatları öldürüldüğü için sonsuz bir yasın içinde durmadan ağlıyor. Tayfaya yardımı dokunmuyor, hatta Ce'Nedra'yı istiyor üstüne. Zar zor kurtuluyorlar.

Aldur Vadisi biraz sıkıntılı. Dağlardan geçerlerken üşüyorlar, Brill'in adamlarından güçlükle kurtuluyorlar. Tanrıların zamanında yedikleri, içtikleri, güzel zaman geçirdikleri ve dünyayı yarattıkları bir mağarada dinleniyorlar, bu sırada Garion ölü doğan bir tayı canlandırıyor. Pol Teyze falan şaşkınlıktan böyle kalıyor, sonra uyarıyorlar Garion'u. Her şey denge üstüne kurulu olduğu için eğer bir can verilmişse onu yerine koymak sıkıntı yaratabilir. Bunu söylüyorlar ama küçük bir tayın canı çok bir şeyi değiştiremeyecek olduğu için sıkıntı çıkmıyor zannediyorum. Büyüyle ilgili bir konuşma da geçiyor Belgarath'la Garion arasında. İrade ve Söz diyor Belgarath, her şeyin temeli bu. Yine işte bir şeyi yok etmemesi gerektiğini söylüyor. Yani var olan bir maddeyi  yok etmek evrenin doğurucu anasına karşı bir hareketmiş, geri tepermiş falan. Çok mantıklı. Öyle höyy diye büyü yapmak yok, her şeyin bir mantığı var bu dünyada.

Sonunda Belgarath büyücü kardeşleriyle karşılaşıyor. Bu büyücülerin sahip oldukları kuleler de incelemeye değer. Bu saga, diğer saga'lar, neden büyücülerin kuleleri var? Göklere yakın olmak için mesela. Tanrılara en yakın varlıklar olarak kendilerini biliyorlardır belki. Belki büyüsel amaçlı. Belki mimari estetikleri o yönde gelişmiştir. İncelenmesi gereken bir mevzu. Neyse, ardından Aldur geliyor yanlarına. Belgarath'ta bir eğilip selam vermeler, "Usta," demeler... Büyü dünyasıyla ilgili bir önemli bilgi de burada geliyor:

"(...) 'Bir şey yaptığımızda gücümüzü çevremizden alırız. Mesela sen Çamdar'ı yaktığında ısıyı çevrenden topladın; havadan, topraktan, o civarda bulunan herkesten. O ateşi yakmak için herkesten biraz ısı aldın." (s. 124)

Dünyadan bağımsız bir şey değil yani bu büyü. Bir de şöyle bir şey var, Eddings mizah katmıyor pek. Yani karakterler arasında küçük espriler, durumla alakalı bir iki komiklik, o kadar. Başka bir şey yok. Çok nadiren var. Bir büyü çalışmasının ardından:

"'İt mi dedin?' dedi Belgarath şaşkınlık içinde.
'İt de, dedin.'
'İt de, demedim. İt dedim.'
'Devrildi işte. Ne dediğimin ne önemi var?'
'Bu bir üslup meselesi,' dedi ihtiyar sıkıntılı bir suratla. 'İt çok bebeksi oluyor.'
Garion halsiz halsiz gülmeye başladı.
'Yani bizim de bir haysiyetimiz var Garion,' dedi ihtiyar havalı bir tavırla. 'Öyle it, zıpla, hopla gibi laflar edip durursak bizi kimse ciddiye almaz.'" (s. 125)

Asdf, taktiklere gel.

Aldur'un hayır duasını alıp yola devam.

Ulgo diyarında mağaralara iniyorlar, her şey yerin altında. Kitapların giriş bölümlerinde efsanelere dayanan hikâyeler anlatılıyor, her kitabın hikâyesi o kitapla ilgili çok önemli bilgiler içeriyor. Mesela bu kitabın giriş bölümünde tanrı UL'un yaratılan ve umursanmayan biçimi bozuk, şekilsiz yaratıkları nasıl tebaası olarak kabul ettiğinden bahsediliyor. İşte bu mağaralarda UL'a tapan yaratıklar var, bir de vekilharç var. Bazı sapkınlar bu vekilharca çok kötü davranıyorlar. Bizimkiler ortamdayken duvarların arasından gelen UL, bu kötü davranan arkadaşların başı olan herife giderin kralını çekiyor, bizimki sıçızlayıveriyor oraya korkudan. Tabii Aldur'un selamını alan UL, dostu olan tanrının grubuna çok iyi davranıyor, aynı davanın savunucusu olduğunu söylüyor ve iyi şanslar dileyip köşesine çekiliyor. Ce'Nedra da geçici olarak tanrıyla birlikte orada kalıyor. Sonradan çok hayırlı bir iş olduğu ortaya çıkıyor bunun. O tanrının gider yaptığı Relg'e ihtiyaç var, adam kayaların içinden geçebiliyor ve bunun açıklaması da moleküllerini katı bir cisimden geçirebilecek kadar şey edebilmesi. Cthol Murgos mağaralarla dolu olduğu için arkadaşa ihtiyaç büyük.

Cthol Murgos'a geçtiklerinde bir bataklık var, orada biraz sıkıntı oluyor ama geçiyorlar. Sonra Rak Cthol'a giriyorlar, Ctuchik'in mekanı. Öğreniyorlar ki Ctuchik ve diğer bazı kötü adamlar, oralarda dolanan bütün batılıları öldürmek niyetinde. Savaş öncesi ortalarda casus dolansın istemiyorlar, bu yüzden katliam yapıp tazminat ödeyecekler. Bizim dünyamıza ne kadar da çok benziyor. Bu katliam dolayısıyla devriyeler geziyor, bizimkiler İpek'in bir tanıdığının çadırında gizlenirlerken İpek uzuyor, bu arada yakalanıyor. Kurtarıyorlar onu Relg sayesinde. En sonunda da Ctuchik bir mallık yapıp taşı yok etmeye çalışıyor. Kendi yok oluyor. Taşı ve masum çocuğu alıyorlar, kaçıyorlar. Bir de tünellerde Taiba adlı bir Marag kadınına rastlıyorlar. Kadın kölelikten kaçıp oraya sığınmış, iki çocuğunu Torak'a kurban etmişler. Belgarath binlerce yıldır bu kadını arıyormuş tayfanın tamamlanması için. Kehanetin, kendilerinin lehine olan kehanetin gerçekleşmesi için grubun tamamlanması çok önemli ve son adamı da buluyorlar galiba.

Bu kitap da böyleydi, bir sonrakine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder