Akciğerlerdeki gölgeler Bernhard'ı Grafenhof'a göndermişti. Şehrin tepelerindeki sağlık merkezi kimseyi elinden kaçırmamak için uyarılarla donatılmış ve aşağısında yer alan köy de sınır bölgesi ilan edilmiş. Veremliler için kaçış yok, ölüm alanı belirlenmiş ve iyileşebilen birkaç şanslı insan dışında kurtulan çıkmayacak. Ölüm korkusu Bernhard'ı kuşatıyor ve iyileşme umutlarını alıp götürüyor, orada umutsuzluk ve çöküşten başka hiçbir şey yokmuş gibi. Ciğerlerin çökmesine yakın, herkesin elinde tükürük hokkası, balgam çıkarma çalışmalarının yayıldığı bir hastane en başta sağlıklı bir psikolojiyi mahvediyor. Doktorlar Bernhard'dan bu yarışa katılmasını bekliyorlar ama genç adam ciğerleri sökülene kadar öksürse de olmuyor, diğer hastaların çıkardıkları sesleri ve balgamı virtüözlüğe bağlıyor, sanki ciğerlerini enstrüman gibi çalabiliyorlar. Nihayet kendisi de balgam çıkartabilince aralarına katılıyor ve yargılayıcı gözlerden kurtulmuş oluyor, ölümden başka hiçbir şeyi beklemeyen bu topluluğun ötekileştirmesine maruz kalmak ironik bir şekilde yıkıcı, Bernhard bir parça olmak istiyor ama testlerinin negatif çıkması sonucu yine uzaklaşıyor, hasta olması lazım, ölmeye yakın olması lazım yoksa bu insanların onayını alamaz. Sonuçların pozitif çıktığı bir günden sonra doktorlar, hemşireler, hastalar ve kendisi rahatlar, nihayet hastadır. Tam bir delilik. "Durumdaki sapkınlığın farkında değildim." (s. 11) Alışkanlık; genellikle ölümün görüldüğü bir sağlık tesisine ölmeye gelinir, iyileşmeye değil.
Bernhard -hasta diyeceğim bundan sonra- elindeki gücü fark eder, topluluğa katıldıktan sonra ayrıcalıklardan faydalanmaya başlar. Sağlıklı olan her şeyden nefret etmek, hastalığı birine bulaştırabilme gücüne sahip olmak, Grafenhof'un dışında kalan her şeye sonsuz bir öfke duymak iyi hissettirir ve bu duyguyu korur hasta, sosyal güvencesi olmadığından daha da kötü bir durumdadır, sığıntı gibi yaşar ve sevgili dedesinden kalan iki piyano partisyonu dışında geçmişine ulaşmak istemez. Kötü şartlarda iyileşmeye çalışmazken aynı şartlara sahip bir hukuk doktoru dikkatini çeker. Bu adam sosyalisttir ve Avusturyalıların toplumsal değerleri olarak görülen -Bernhard az gömmedi bunları- Katolik-Nasyonal sosyalizm damarını iyi bir eleştirir, bu yüzden de doktorların, hemşirelerin, hastaların nefretini kazanır. Daha da kötü şartlarda var olmaya çalışır, iki satır bir şey okuyamaz çünkü etrafındaki alt sınıftan insanların yaptıkları gürültü hiçbir düşünsel aktiviteye mahal tanımaz. Yavaş, korkunç bir ölüm.
"Diğer insanlara güvenmedim ve diyebilirim ki, bu sayede kurtuldum." (s. 16) Doktorlara karşı güvensizlik, hastalıkla mücadele etme konusunda güç sağlıyordu. Hasta bu zıtlığın farkına varır varmaz hastalığını yenebileceğinin farkına vardı. Direnmeyi bıraktıktan sonra cehennemden başka alternatiflerin de olduğunu anlar, doğanın sadece yıkıcı olmayıp yapıcı da olabileceğinin ayrımını yapar. Kendisini sağaltmıştır, gerisi gelir ama çok da kolay bir süreç değildir bu, iyileşme süreci güvenmediği insanlar yüzünden son derece sancılı geçecektir. Laboratuvar hata yapar ve pozitif olan testin aslında negatif olduğu anlaşılır, hasta verem değildir ama akciğerindeki gölgelerin yok edilmesi için gereken streptomisin iğnesinin yeterince yapılmadığını anlar. Bu iğneler başta ABD olmak üzere birçok ülkeden gelir ve maddi durumu yetersiz olanlara pek koklatılmaz diyelim. Hasta, doktorlara bu durumu anlattığı ve daha çok iğneye ihtiyaç duyduğunu söylediği için terslenir, azarlanır. Bernhard'ın doktor nefreti anlaşılabilir. Daha da kötüsü, anne de başka bir hastanede acılar içinde yatmakta ve ölümünü beklemektedir ama ölemez, hastanın aklından bir an olsun çıkmaz ve çifte ölüm korkusu karşısında Bernhard'ın bile öfkesinin yetmeyeceği bir an gelir. "O zamanki ruh halimi anlatabilmek hiç de kolay bir şey değil, bunu yapabilmek için ciddi bir psikolojik direnç de gerekiyor. O sırada kafamdan geçenleri daha fazla anlatamayacağım, zira anlatmam gereken gerçeklerin ötesine gitmekten çekiniyorum, o sınır benim için dayanılmaz ıstıraplarla dolu." (s. 23) Acı çekmenin ne demek olduğunun bilinemeyeceğini söyler Bernhard, çok derin. Başkaları için düşünelim. Mutluluğu bir şekilde kendimizle özdeşleştirebiliyoruz ama iş acıya gelince boşluğun ne kadar derine indiğini bilmediğimizden anlayamıyoruz, herkes kendi acısını bilebiliyor. O kadar.
Tiyatro. Bernhard yaşamı müebbet bir ölüm cezasına benzetir, mahkumlarla iyi anlaşılmasını ama gardiyanlardan uzak durulmasını önerir. Yaşamı algılayışı insanlarla gerçek -başka bir şey beklemeden, kendinde olan- bir ilişki kurmasını engelleyecektir ama bunun hayatını kurtardığını söyler. Sahneden görülenler pek iç açıcı değildir; cenaze arabalarının hep aynı toklukta vuran kapıları, hastanelerin soğuk yüzleri ve duvarları, annenin ölümü, yanlış teşhisler, doğru teşhisler, sanat politikaları yüzünden Avusturya'dan sürülen sanatçılar, merak duygusunun tatmini yüzünden intihar edememek, her şeyin daha kötüye nasıl gidebileceğinin merakı işte, her şey hasta için katlanılmaz düzeyde ama tiyatro sahnesinde olduğunu düşünmek devam etmesini sağlıyor. Annesinin ölümünden sonra hastaneden çıkacak ve oraya dönmeyecek, korktuğu başına gelmediği için akciğerleri sağlam, müzik eğitimine devam edebilir. İkinci kez Grafenhof'a yattığında karın delmeli operasyonu bilmeyen doktor onu kan revan içinde ölüme terk etseydi bunlar hayaldi. Ölümle yüz yüze gelmek, çocukluktan beri, başlangıç noktası burası.
Güvercin nefreti. Yok Etme'de de mevcuttu, hastane günlerinden kaynaklanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder