Tolkien, biyografilerin edebi eleştirinin bir formu olarak kullanılmasını sevmezmiş, metinle yazarı birbirinden ayırırmış. Carpenter, Tolkien'ın ömrünün son zamanlarında çocukluk hatıralarına dair birkaç sayfa yazdığından ve eski mektuplarla evraklara açıklayıcı notlar düştüğünden yola çıkarak biyografisinin yazılacağını öngördüğünü söylüyor. Tolkien, biyografisini yazacak olan kişinin işini olabildiğince kolaylaştırmış. Edebi eleştiride bir değerinin olup olmaması, yazarın hayatının merak edilmesine bir engel değil, Tolkien ömrünün sonuna doğru hayran mektuplarının altında ezildiği zaman yaşamının merak edileceğini düşünmüştür. Metinlerine yansıyan benliği incelenirse kendisine dair pek çok şey bulunabilirdi ama dolaylı bir yol olurdu bu, sonlara doğru fikirlerini değiştirmiş olması kuvvetle muhtemel. Kırlarda geçen çocukluğu, annesinin ölümünden sonra kentin göbeğinde bir başına -bu bir başınalık yaşamı boyunca sürmüş- öğrenimini sürdürürken parasızlıkla mücadelesi, betonun, benzinin ve teknolojinin ortasında çektiği yalnızlık, yarattığı dünyaların parlaklığını ve uzak zamanların anıları olarak düşlediği her şeyin tarihçesini çıkarmadaki inatçılığının sebebi olarak gözüküyor. Bir şeyleri başarma isteği. Muhteşem üçlemesinin yazılmaya başlandıktan on yıl sonra yayımlanması, Tolkien'ın mükemmeliyetçiliği hakkında fikir veriyor. Metni tekrar tekrar kontrol etmek, hayran mektuplarının gösterdiği eksikleri veya çelişkileri gidermek derken Tolkien kendini 60 yaşında buluveriyor. Beklemediği bir şöhrete sahip olduktan sonra Silmarillion üzerinde çalışacağı zamanı bulabiliyor nihayet, seksen yaşında. Ömrünün yetmediğini biliyoruz, bu büyük eseri oğlu tamamladı ama uzunca bir süre birlikte çalışmışlar, haritaları Cristopher çizmiş ve ölümünden bir süre önce baba Tolkien, oğluna metnin nasıl tamamlanması gerektiğine dair talimatlar bırakmış. Bitmeyen hikâyeler de farklı bir kitap olarak basıldı. Christopher'ın babasının dünyasında kurgulanan filmleri beğenmediğini biliyoruz, bunun sebebi yaşamını imgeler halinde kendi dünyasını kurmaya çalışan yalnız bir adamın metinleriyle birlikte yaşamının da bozulup eksiltildiğini bilmesi olabilir mi? Babasının metinlerine bağlı olduğu kadar yaşamına da bağlı Christopher, katı korumacılığının sebebi var. Hatta kendisinin biyografisi de yazılmalı, aralarındaki ilişkiyi daha iyi görebilirdik.
Tolkien'ı ziyaretiyle başlıyor Carpenter, birkaç dakikalığına "saygın ve sıkıcı" bir banliyö olan Headington'a geliyor. W. H. Auden, Tolkien'ın evi için "berbat" demiş ama Carpenter katılmıyor buna, normal bir ev. Garaja geçiyorlar. Yüzüklerin Efendisi'nin çeşitli çevirileri, Orta Dünya haritası, sayısız mektup, not, kalem uçları, daktilolar. Kitap ve tütün kokan bir oda. Tolkien, hayranlarından birinin dikkat çektiği bir çelişkiyi düzeltmek için çalışıyor. "Kitabından kurgu bir eser gibi değil de gerçek olayların bir kronolojisiymiş gibi bahsederek her şeyi büyük bir ayrıntıyla izah ediyor; sanki kendisini düzeltilmesi veya açıklanması gereken önemsiz bir hata yapmış olan bir yazar gibi değil de tarihi bir belgedeki belirsizliğe ışık tutması gereken bir tarihçi gibi görüyor." (s. 4) Burayı biraz açmak lazım. Tolkien, yazmakta olduğu metinler hakkında konuşurken hiçbir zaman kontrolün kendisinde olduğunu söylemiyor, tek ve kusursuz bir yaratıcıymış gibi davranmıyor zaten. Konuşmalarında, "Bunun ne anlama geldiğini araştırmam lazım, keşfetmem lazım," gibi cümleler kurarak karakterlerin, olayların nereye gideceğini bilim adamı titizliğiyle ortaya çıkarmaya çalışıyor. Tolkien'dan bağımsız bir mitoloji bu, yazarı tarafından yaratılmadan çok daha önce orada. Tolkien'ı yazardan çok arkeoloğa benzetiyorum; yüzlerce yıl önceki dilleri ve her şeyin gömüldüğü bilinçaltını kazıyor, bulduklarını tasnifleyip sıraya koyuyor. Bazen koyamıyor, son yıllarında Silmarillion üzerinde çalışmaya niyetlendiği zaman o kadar çok hikâye yazmış ve karanlık noktaları aydınlatmak için o kadar çok not çıkarıp inceleme yapmış ki onca şeyle ne yapacağını bilememiş. Kolektif bilinçaltının ve sözün zamanların ötesine taşıdığı mitleri tek bir zihin taşıyor. Korkunç bir yük. Zaten ipin ucunu bırakmış Tolkien, hayranlarından birine cevap mektubu yazarken bir kaynaktan yararlanması gerekince gelecek hafta vereceği konferansın notları gözüne çarparmış, oturup konferans metnini yazdıktan sonra uzun süredir aradığı bir kitabı masanın altında bulurmuş, kitabı okurken aklına takılan bir şeye bakmak için kütüphaneye gidermiş ve aradığı kaynağı bulup mektubunu yazmaya devam edermiş. Her şeyden biraz. Carpenter, Tolkien için, "disiplinli ve dağınık" diyor. "Sanki garip bir ruh yaşlı bir profesör kılığına girmiş. Beden bu dökük banliyö odasında volta atıyor olabilir ama aklı çok uzaklarda, Orta Dünya'nın ovaları ve dağlarında dolaşıyor." (s. 6)
Diğer biyografilerde hayatının genel hatları çizilmişti, ben o meselelere girmeden ilginç bulduğum noktaları ele alacağım. Güney Afrika'da doğan Tolkien'ın dedesinin ismi John, babasının ikinci ismi Reuel. Ronald'ın aileyle bir ilgisi yok, tamamen özgür bir isim. Tolkien'a arkadaşları "John Ronald" diye seslenecek. C. S. Lewis, "Tollers" diyecek. Neyse, tatlı bir bebek Ronald, annesi bir mektubunda onu elfe benzetiyor. Beyaz insanın gaddarlığının hüküm sürdüğü bir ülkede yerlilerin nefretiyle karşılaşabilirdi ama baba Arthur, Hollandalıların yerlilere davranış biçimini hiç sevmezmiş ve onlara çok iyi davranırmış. Hatta İsaak nam bir hizmetçileri bir gün Ronald'ı haber vermeden almış, köyüne götürüp herkese göstermiş. Beyaz bebeğin tuhaflığı, tatlılığı ve İsaak'ın şekli. Arthur, İsaak'ı kovmuyor ve gönül borcu olarak, doğan oğluna "İsaak Mister Tolkien Victor" adını koyuyor İsaak. Aile seviliyor aslında, rahat bir yaşamları var ama anne Mabel orayı hiç sevmiyor, gitmek istiyor. Arthur orada kalmak zorunda. Anne ve iki oğlan İngiltere'ye dönüyorlar. "Ronald'ın aklında birkaç Afrikanca kelimeden, kuru, tozlu, çıplak manzaranın uçuk bir hatırasından başka bir şey kalmayacaktı; Hilary ise bunları bile hatırlayamayacak kadar küçüktü." (s. 15)
İngiltere'ye dönüş. Arthur bir süre sonra hastalıktan ölüyor ve zorlu bir yaşam başlıyor Mabel'le çocukları için. Tolkien'ın baba tarafıyla anne tarafının tarihçesi kısaca verilmiş. İlginç bir bilgiyi alayım; 1529'daki Viyana kuşatmasında Arşidük Ferdinand'ın yanında Türklere karşı savaşan George von Hohenzollern, padişah sancağını ele geçirince "gözüpek" anlamındaki "Tollkühn" ismine layık görülmüş. Hilary ve Ronald için uygun bir isim; ikisi yeni evlerinin yakınlarındaki çayırlarda oynuyorlar ve hayali yaratıklar uydurmaya başlıyorlar. Beyaz Umacı, Siyah Umacı, sayısız. Yaşadıkları yerin aksanını, sözcüklerini de kapıyorlar. "Gamgee" ham pamuk demekmiş, dünyanın en iyi arkadaşına dönüşmesi için bir 50 yılı var. Kitaplar da bu sıralarda çıkıyor ortaya; Andrew Lang'in masal kitaplarında Fafnir öldüren Sigurd'a rastlıyor, ejderhalara tutkuyla bağlanmasına yol açıyor bu. Kral Arthur efsaneleri hoşuna gidiyor ama daha çok periler, elfler ve ejderlerle dolu olan hikâyeler çekiyor onu. Kitaplara daldığı sıralarda okula yürüyerek gidip geliyor, paraları yok. Evin yakınlarından geçen trenlerin üstündeki Gal dilindeki sözcükler ilgisini çekiyor. Aslında yaşamının sonraki aşamalarında yer alacak hemen her şeyle o yıllarda ortaya çıkıyor. Tolkien, dört yıl boyunca bu dünyada yaşadığını ve hayatına en çok bu dönemin etki ettiğini söylüyor.
Tolkien ve tiyatro. Tolkien, tiyatroyu "gerçeğin zorlama bir yansıması" olarak görüyor ve sevmiyor. Shakespeare'in ağaçların yürümesi fikrini içeren oyununu farklı bir biçimde kullanıyor bildiğimiz gibi, esin kaynaklarını ön yargılarıyla baltalamıyor. Efsane piposu da ergenlikten kalma; Peder Francis nam aile dostlarının piposundan etkileniyor ve tütünün keyifli dünyasına ortak oluyor. Boştur bence, o konuda bir malumat yok yine. Inklings toplantılarında viskinin ve tütünün bahsi var bir tek.
Annenin ölümü. Mabel öldükten sonra Tolkien her şeyin geçici olduğu fikrine kapılıyor ve kaybetme korkusu yaşamının sonuna kadar peşini bırakmıyor. Hiçbir savaşın sonsuza kadar kazanılmış olmadığı düşüncesi bu sıralarda doğuyor. Bu açıdan eşi Edith'le ilişkisine baktığımız zaman, bilemiyorum ama aşktan çok bu kaybetme korkusunun etkisi büyük diye düşünüyorum. Anne ölmeden önce ailenin taşındığı evde yaşayan bir kız Edith, Tolkien'dan üç yaş büyük. Sohbet ediyorlar, birbirlerine mesajlar bırakıyorlar, güzel bir arkadaşlıkları var. Uzaklarda kalan yeşil kırların özlemini Edith'le dindirmeye çalışıyor Tolkien, kıza aşık oluyor ama Peder Francis bu konuda kaygılı; Tolkien'ın eğitim hayatının aksamasından korktuğu için ikisinin görüşmesini istemiyor. Üç yıl boyunca görüşmüyorlar, sonrasında Edith'e mektup yazan Tolkien, kızın nişanlandığını ve evlenmek üzere olduğunu öğreniyor. Basıp gidiyor, nişanı bozduruyor ve evleniyorlar. Sonrasında erkek egemen bir dünyanın içine düşüyor Edith, "gölge kadın" rolüne bürünüyor. Yetenekli bir piyanist olmasına rağmen eşine ve çocuklarına bakmak için kendini feda ediyor, tipik bir aile kadınına dönüşüyor. Buralar biraz karanlık, kadının derin acılar çekmiş olduğunu düşünüyorum ama sevgisinden ötürü ses çıkaramıyor, kocasına uyuyor. Tolkien, Edith'i akademik ortamlara, arkadaş ortamlarına pek sokmuyor. Bir süre sonra dışlanıyor Edith, hiç çağrılmıyor. Ne korkunç bir şey. Açıkçası Tolkien'ın Edith'in acısı üzerinde yükseldiğini düşünüyorum.
Beowulf, Sir Gawain, filoloji, akademideki dil-edebiyat çatışmaları, arkadaş grupları, bunlar adım adım masallara ve hikâyelere çekiyor Tolkien'ı. Her şeyin geçiciliği karşısında kendi mitini kurmaya girişiyor. Yunan ve Latin yazarlardan bıktığında -Oxford günlerinin başlangıcına denk geliyor- Germen edebiyatına da sarmış, diller konusunda zaten müthiş. Uydurduğu diller -Eski Nors, Keltçe vs. kaynaklı- Sindarin ve Quenya olarak metinlerde yer alıyor. Bir yolculuk dönüşü alınan kartpostallardan birinde Gandalf'ın Kökeni var, Tolkien özellikle not düşmüş. Maceraları için bütün parçalar bir araya gelirken ders vermeye ve dil üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyor. William Morris'in eserleriyle de bu dönemde tanışıyor. Morris, Tolkien'ı en çok etkileyen üç yazardan biri olabilir. Otonom çevirdi, henüz okumadım ama iki kitabı var elimde. Her neyse, Morris'in detayları, tasvirleri ve hikâye anlatıcılığı, biçim olarak Tolkien'a esin kaynağı oluyor. Earendel'in Yolculuğu da bu zamanlarda ortaya çıkıyor. İlk kıvılcım. Bu kıvılcımdan koca bir evren doğuyor.
Savaş zamanları, yayın hakları çekişmeleri, eleştiriler, hayaller derken noktayı koyuyor Carpenter. Ekleriyle birlikte 325 sayfalık nefis bir çalışma. Ekler dedim de, çevirmenin düştüğü nota göre Tolkien'ın çevrildiği dillerin listesi Ekler bölümünde yer alıyor ama aslında yer almıyor. Unutuldu sanırım. Neyse, Tolkien işte. Canım Tolkien'ım, rüzgâr her şeyi alıp götürmedi.
Ek: Metinlerin adım adım oluşması ve değişmesi sürecine hiç değinmedim. Tolkien'ın mektupları titizlikle incelenmiş, Carpenter müthiş bir kronoloji çıkarmış ortaya. Yüzüğün işin içine girmesi, coğrafyanın oluşturulması gibi konular fanatikler için ilginç ayrıntılar içeriyor. Tolkien'ı ve yarattığı evreni seven herkesin okuması lazım bu biyografiyi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder