Gene Kelly'ye ithaf. Sözlükte okudum sanırım, Gene Kelly ilk hali senaryo olan bu anlatıyı filmleştirmek istemiş ama ömrü yetmeyince -yanlış hatırlıyor olabilirim- Bradbury senaryoyu romanlaştırmış. İyi etmiş.
Stephen King, bu eserin Bradbury'nin muhtemelen en iyi eseri olduğunu düşünüyor. Düşünmelidir, kendi dünyalarını yaratırken bundan o kadar çok esinlenmiş ki fark etmemek mümkün değil. It, Needful Things gibi romanlardaki bazı mevzulardan yola çıkayım; arkadaşlığı bir numaraya koyuyorum. King bir röportajında dostluğun derin bağlarının engelleri yıkmak için en büyük silah olduğunu söylüyordu bir röportajında. Sevgiyle, dolayısıyla mutlulukla doğrudan alakalı. Bradbury'nin iki çocuk karakteri Jim'le Will'in dostlukları böyle bir has dostluk. Çekecekleri onca sıkıntıya rağmen birbirlerinden güç bulacaklar, Will'in babası Charles da çocukların dünyasına adım atınca kadro üçlenecek, dostluk katlanacak ve zafer kazanılacak. İkinci aşamada kasaba yaşamı var. Bilinen çevre. Ne kadar değişirse değişsin, tanıdık insanlar kötülüğe ne kadar uğrayıp farklılaşırsa farklılaşsın, bu kasabalar sıkıcı olmalarına sıkıcı ama kasabanın ruhu çok kuvvetli, değişime son derece kapalı. Bunun üzerinden Bradbury'nin kapitalizm analojisi kurduğuna dair yorumlar var. Kasabaya gelen karnavalı bütün ucube yenilikleriyle birlikte tüketime yöneltici bir enstrüman olarak görebiliriz, ahali ikiye ayrılır ve bir kısmı kasabayı muhafaza etmeye çalışırken diğer kısım yeniliğe uyum sağlar, ruhun parıltısının büyük bir parçasından ödün vererek. Makul bir yorum ama ben her şeyi farklı bir şekilde yorumladım. Az sonra. Üçüncü aşama, kötünün belli aralıklarla tekrarlanan ziyaretleri. It'teki araştırma faslını hatırlarsak fotoğraflardan gazetelere birçok kaynakta sevimli palyaçomuzu görmek mümkündü. Aynısı burada mevcut; Charles bir kütüphane çalışanı olarak bu kaynaklara kolayca erişebiliyor ve karnavalın izini yüz elli yıl öncesine kadar takip edebiliyor. Dört, umutsuzluktan/mutsuzluktan güç bulan kötülük. Beş, kötülüğün kozmik doğuşu. Muhtemelen başka gezegenlerdeki yaşam formlarına da tebelleş oluyordur. Daha da gider bunlar, Bradbury öyle bir dünya kurgulamış ki kasabanın tekinde geçen korkunç olaylardan çok, çok uzakta bir mesele var burada; insanoğlunun sonsuz boşlukta bir anlam ışığı aramasının hikâyesidir anlatılan.
Bradbury'nin lirik, imgelerle dolu anlatımına ne demeli, hiç bilemiyorum. Kimilerine çok yorucu, çok anlamsız gelmiş ama öyle bir ustalık var ki renkleri birbirine dönüşebilen epik bir şiirle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Kısa cümleler ve paragraflar da bu duyguyu veriyor ama üzerinde durulması gereken asıl nokta, dikkat çekici eğretilemeler, itmeler, çekmeler. Masala benzer yönler de var; çocuklardan birinin gece yarısından bir dakika önce, diğerinin bir dakika sonra doğması gibi. Nerede çıkacakları hiç belli olmaz; klasik anlatımın zihinde oluşturduğu aynı renk kareler yerine parlayan, sönen, farklı açılara kavuşan anlar mevcut. Bazen kurmacanın büyüsünü bozabilecek kadar ayrıklaşsa da bu anlatım biçiminin insanoğlunun en eski korkularını yüzeye çıkaran temel marazları ele almak için gereken epikliği sağladığını düşünüyorum. Birkaç örnek vereyim:
"Bazen o kadar yüksekte, o kadar akıllı bir uçurtma görürsünüz ki neredeyse rüzgârı tanıyordur." (s. 51)
"Ay bataklıkları ve eski Mısır sargıları kokuyordu." (s. 103)
"Gece, antik Mısır'ın ince kumları kasabanın ardındaki kum tepelerine sürükleniyormuş gibi kokan sonbahar yapraklarının tozuyla tatlıydı." (s. 129)
Karahindiba Şarabı'ndaki büyünün tıpkısı, hatta zamanın ağır akışı ve durgunluğu da olduğu gibi burada. Zamanın uğultusu olarak özetlenebilir hikâye; sonsuzmuş gibi gelen ama nihayetinde biten bir yolculuğun sesi neye benzer? Tozlar süzülürken çıkan sese mi? Dünyanın dönerken çıkardığı sese mi? Akışa karşı çaresiz olduğunu hisseden insanın iç geçirmesine mi? Her şeye benzer, her şeyden bir parça taşır. Korkudan, acıdan, doğadan ve üstünden, sayısız parçalı bir var oluş. İki oğlanın maceralarına bu açıdan yaklaşacağız, kahramanlıkları boyunca yolculuklarının gürültülerini duyacağız.
Jim Nightshade ve William Halloway. 24 Ekim'de kasabaya gelen yıldırımsavar satıcısından bir savıcı alırlar, üzerinde kadim diller dahil pek çok dilde yıldırımı uzaklaştıran sözler vardır. Adam pek karanlık bir şeyin yaklaştığını söyler, çocukları uyarır ve ortadan kaybolur. Ele geçirilmiş olarak karnavalda görürüz sonra, kurtulamamıştır. Çocuklar kurtulmuştur ama adım adım gidelim, ikisi kütüphaneye giderler ve Charles'ı görürler. Binlerce dilin, binlerce sayfanın konuştuğu bir ortamda birbirlerini anlarlar, kitaplar onların ortak dilidir. Babanın onlara yakınlığını böylece anlarız. Jim daha derinlikli, ince bir hayta olsa da Will'in çocuk ruhu ve enerjisi bu iki farklı gücü birbirinin içine geçirir, tamamlanırlar. "Arkadaşlık bu, her birinin diğerinden ne şekiller ortaya çıkarabileceğini görmek için çömlekçiyi oynaması." (s. 25) Belki de çocuk oldukları için esip geçen rüzgarın, yapraklarını döken ağaçların, her şeyin farkındalar, bir şeylerin aynı kalmadığı ve aynı kaldığı duygusuyla yaşarlar. Baba Charles bunu daha iyi anlar ve kendi çocuğu için çok yaşlı olduğunu düşünür, kendi çocukluğundan da çok uzakta olduğu için yalnızlığı ve kaygıları artmıştır. Umacılar onu bu kaygılarından vurmaya çalışacaktır ama o bilge bir münzevi olarak ne yapacağını geç de olsa bilir. Neyse, oraya var.
Kasabalıları tanırız, insanlar yaşlandıklarını fark ederler. Karnavalın el ilanları ortalıkta uçuşurken havada asılı kalan meyan şekeri ve pamuk helva kokusu, geçen zamanın yığınını fark ettirerek herkesi korkutur. Kaygının ilk tohumları atılır, böylece insanlar mutluluktan adım adım uzaklaşmaya başlayıp savunmasız hale gelirler. Her bir kaygı için bir ucube vardır adeta; dünyanın en kıllı kadını, cüce, iskelet ve diğerleri. Son olarak Bay Dark, Resimli Adam. Onu tanıyoruz, Bradbury onun vücudundaki resimlerden devşirdiği öykülerle başka bir eser oluşturmuştu. Bu adamın sevimli palyaço ile benzerliği dikkat çekici, bahsettiğim gibi kozmik bir kötülüğün ta kendisi. Yaşamın zıddı. Elindeki silahlar oldukça kuvvetli; karnavaldaki atlı karınca sayesinde insanları gençleştirip yaşlandırabiliyor, hatta gençleştirme vasıtasıyla pek çok kasabalının canını yakıyor. Bizimkilerin aklını da bu aletle çalmak istiyor ama yemiyor çocuklar, helal. Bir tek bu yok, def edildiği zaman başka karavanların da kasabaya gelebileceğini söyleyen Charles, aslında zamanla gelip giden yaşlılık ve ölüm korkusunu anlatıyor. Dark'ın gücü bu korkuları canlandırmaya muktedir, fiziksel gücü de öyle. Kalp atışlarını yavaşlatabilmesinin yanında çocukların peşine düştüğünde Charles'ın elini çatır çutur kırması da pek dehşetengiz.
Karnaval kasabaya ulaştıktan sonra ucubeler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Cadı'dan bahsetmek lazım, az çektirmiyor çocuklara ve Charles'a. Çocukların evden kaçıp saklanmalarına yol açıyor, Charles'ı öldürmesine ramak kalıyor. Diğer elemanlar da en az bu arkadaş kadar kıymetli kötüler ama sonları geliyor nihayetinde, tam da Jim ölmek üzereyken. Bu noktada Charles'ı anlatmak gerek, dünyanın uğultusunu duyan nadir insanlardan. Münzevi olarak sürdürdüğü yaşamı, otuz dokuz yaşındayken eşiyle tanışmasıyla birlikte değişiyor. Aşık oluyor, yerleşik yaşama geçiyor ve tek bir kütüphanede çalışmaya devam ediyor, onlarca kitabı okumaya devam ederek. Korkunun ve sevincin doğasını anlamış biri olarak çocukların ufkunu açıyor, birkaç bölüm çocuklarla Charles'ın konuşmalarına ayrılmış. Aslında Charles'ın tiradına ayrılmış demek daha doğru olur. Tek bir benzetme yapıp geçeyim, Cibran'ın Ermiş'i gibi bir adam Charles, yaşamı olabildiğince çözdüğü gibi karnavalın doğasını da çözüyor. Ölümden dönmesi bu çözümle birlikte gerçekleşiyor, umudunu geri kazanıyor ve gülüyor, gülümsüyor, kahkahalar atıyor, mutluluğunu canlı tutmayı öğrendikten sonra amacına ulaşmasına bir adım kalan Dark'ı durduruyor. Destansı bir mücadele; dişe diş.
Shakespeare'in dizelerinden doğan bu şahane anlatı için epigraftaki bir alıntı cuk oturmuş, Moby Dick'ten: "Gelebileceklerin hepsini bilmiyorum, ama ne olursa olsun, ona gülerek gideceğim." (s. 7) Yaptığımız bir şey aslında; her an ölüme doğru yürüyoruz ve bunu akla getirmeyip gülebiliyoruz, sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi. Bradbury, sonsuza kadar yaşama düşüncesinin anahtarını veriyor bir anlamda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder