5 Aralık 2018 Çarşamba

José Saramago - Ölümlü Nesneler

Strugatski Biraderler'in alegorik bilimkurgularında baskıcı bir rejimin kültür polislerinden kurtulmak için atılan kırk taklaya şahit oluruz. Galip Tekin 80'lerde cuntadan korktuğu için bilimkurguya sığındığını söylemişti. Bulgakov ve Platonov sansürlerden sansür beğenen sadece iki isim. Salinger'ın Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı metni ABD'de bir dönem yasaklıydı, 11/22/63'te yasağın yavaştan kalktığı zamanları görebiliriz. Henry Miller'dan Oğlak Dönencesi bizde davalık oldu ve sansüre uğradı, Can Yayınları'nın dahice bir taktiğiyle bu badire de atlatıldı. Sansüre uğrayan bölümler önsöze alınan dava dosyasının bölümlerinin içindeydi, böylece karartılmış bölümleri önsöze dönüp tamamlayabildi insanlar. Daha bir dünya baskı, sansür, feşmekan var, aralarına Saramago'yu da kattım. 1975'te yayımlanan Ölümlü Nesneler'deki öyküleri yazarın sembolizmini taşıyan tipik çuvaldızlar olarak görmüştüm ki sonradan öğrendim; Salazar diktatörlüğü altında yazılmış bu öyküler. Lizbon'a Gece Treni'nde Salazar'ın yarattığı dehşet ve toplumsal parçalanma olanca açıklığıyla görülebiliyordu, Saramago'yu o ortama yerleştirip silah seslerini duyduğu gecelerde, odasında bir şeyler yazmaya çalıştığını hayal ediyorum. Gökyüzü tavanlı hapishanede yaratma sancıları geldikçe konularını eğip büken, kendi kırık aynasından yansıtan Saramago. Korkunun ilk elden tanığı. Bu yüzden öykülerindeki diktatör düşse veya öldürülse de nihai bir huzura açılmıyor hiçbir zaman kapısı, bir kere gerçekleşmiş olan tekrar gerçekleşebilir, bunun huzursuzluğu öykülerin tek bir duyguyu taşımasından anlaşılabilir. Bir tanığın aynı olayı çok sayıda yansıtıcı parçadan geçirdiğini düşünelim, Ishiguro'nun metinlerinde uyuyan ejderhayla ameliyat masasına yatırılan gençler arasında pek bir fark görülmemesinin bir benzeri, bence çok daha ötesi Saramago'nun öykülerinde var. Alegoriler çok zengin, huzursuzluk aynı.

Epigrafta Marx ve Engels bekliyor bizi. "İnsan çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gerekir." Bu büyük bir döngü. Koşulları biçimlendiren insanı koşullar biçimlendiriyor, küresel bir felaket yaşanmadıkça Tarım Devrimi'nin öncesine dönemeyecek olmamızın sebebiyle aynı noktada yer alan bir çıkmaz. İnsanca biçimlenmemiş olan koşullar öyküleri insanın kolaylıkla kendi düzlemine oturtabileceği şekilden çıkarıyor. Kronoloji yazarın elinde bir güç olarak kalıyor ama bireysel iktidarın en önemli mekanizmalarından biri olan bu ögeyi her öyküde göremiyoruz, gördüğümüz öykülerde de bahsettiğim huzursuzluk sürüyor ve arka arkaya felaketler yaşanıyor. Desnoes'in bireysel tarihle toplumsal tarihin birbirini tutmadığı noktalarda medeniyetin dışına atıldığı duygusunu Saramago'da bulabiliriz. Desnoes Küba'da istediğini yazıp yayımlatabiliyordu, Saramago aynı şeyi Portekiz'de yapsa kurşuna dizilirdi, aralarındaki fark bu. Sürgününü düşünürsek ucuz kurtulduğunu söyleyebiliriz, iktidar kendisini bir süre görmezden gelip en sonunda yurt dışına kaçmasına sebep oldu. Nesneler'i buradan okusak olur mu? Deniyorum: Anlatıcının parmağını kapan kapıyla başlarız. Bu kapı insanlar için tehlikelidir, başkalarının parmağını da kapabilir. Açılan yaraya şeffaf bir zara dönüşen sıvı sürülünce yara kapatılıyor, teknoloji insanoğlunun hizmetinde ama asırlardır aynı işi yapan kapılar, tornavidalar, koltuklar, otomobiller, saatler artık bağımsızlıklarını kazanmak istiyorlar, eşyaların kontrolü için kurulan bir devlet kurumunda çalışan anlatıcı için kabus adım adım doğuyor. Toplumun her bir bireyi sınıflandırılmış, C sınıfı vatandaşlığa yükselebilenler istedikleri eşyaları edinebiliyorlar, daha alt sınıftakiler üst sınıfa yükselmeye çalışıyorlar, hiyerarşi kusursuz bir şekilde işliyor. Devlet insanlarına güven vermiş durumda; her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek kadar örgütlü ama eşyaların isyanına karşı alınan hiçbir önlem işe yaramıyor, kaos yavaş yavaş yayılıyor. Binalardaki merdivenlerin teker teker ortadan kaybolmaları bu hiyerarşinin yıkımını simgeliyor, orta sınıfın ortadan kaybolmasıyla en üsttekiler ve en alttakiler kalıyor bir tek, geçişler bir sonraki düzene erteleniyor. Nesnelerin ortadan kaybolmalarını anlatıcının bazı şeyleri hatırlamamasına denkleyebiliriz, mevzunun aslında çok farklı bir noktaya bağlanması iktidarın zihinlerde kök salmış olmasını perdelemiyor. Binalar kayboluyor, sokaklar kayboluyor, şehrin yakınlarındaki ormanda toplanıyor nesneler. İnsanlar. İnsanların nesneleştirilemeyeceği bir gelecek için. Şeffaf zarı Saramago olarak düşünmek hoşuma gidiyor; acıyı dindirmek için sanattan daha etkin bir yol düşünemiyorum, Saramago ortadan kaybolsaydı parmağım sürekli kanardı.

Kısırdöngü'yü bir şeye benzetmiştim, hatırladım, Antoni Jach'ın Şehrin Katmanları diye müthiş bir metni vardır, orada Roma'yı kuşatan barbarlarla Romalılar arasındaki ilişkinin anlatıldığı bir bölümde barbarların yıllar süren kuşatmaları sırasında Roma'nın etrafına kurulmalarıyla Roma'nın yavaş yavaş çökmesinin vatandaşları barbarlaştırması anlatılır. Barbarlar Romalılaşır, Romalılar barbarlaşır, şehrin dışına başka bir şehir kurulur, ilk şehir yıkıma doğru ilerlerken dışarının dengi haline gelir. Geçişlerin ne kadar kolay gerçekleşebileceği anlatılır, aslında zıt unsurlar arasında biçimsel olarak pek de bir fark olmadığı da araya dereye sıkıştırılmıştır. Benzer mevzu. Diktatörümüz ülkesini düzenler, dillere destan bir mezarlık yaptırır, mezarlığın yapımı sırasında ülkenin bir dengi oluşur, ölüler canlılardan farksız hale gelir, iç dışa döner, soğuk sıcaktır, ak karadır, senteze bir türlü varılamadığı için bütün yapılar tek bir fidanın doğumuna şahit olur ve ortadan kalkar. Doğa her zaman var olacaktır, insan da doğanın bir parçası olduğu için kurup yıkmaya devam edecektir. İnsanlar her şeyi baştan alırlar, çağlar farklı paradigmalar oluşturur ama insan bu döngüyü sürdürür, bir türlü kıramaz.

Sandalye için Saramago'nun en Saramago öyküsü diyebiliriz. Her şeyin arasında bir şeyi gösterir anlatıcı, her şeyi unutmadan. Sandalyenin devrilişi birçok biçimde gerçekleşebilir ama birçoğundan bir tanesi haricinde hepsini elemek gerekir, bu eleme işine girişir. Sözcüklerin anlamlarından yola çıkarak devrilme, düşme, kırılma, iniş yapma, tepelenme, tekerlenme gibi arayışların sonucu sandalyenin devrildiğini öğreniriz ama henüz devrilmemiştir, devrilme halindedir, devrilmeyle birlikte gerçekleşen her şey ânı dondurur, zamanın durduğu noktayla ilgileniriz. Bir böcek kemirmiştir sandalyeyi, böceğin etimolojisine geçeriz, sandalyenin yapıldığı ağacın Latincesini öğreniriz, Latinceyi sevmeyenlerin neden sevmedikleri hakkında yürütülen fikirlere odaklanırız ve mercek tekrardan sandalyenin üzerine gelir, sandalyeden ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım yine sandalyeye döneriz, sandalyenin devrilişi bizi kuşatmıştır, diğer her şeyin konuşulması sandalyenin uzağına düşürmez bizi, sandalyedir yani, Adem'le Havva'nın meselesine, Şeytan'ın düşmeden önceki haline gönderiliriz, fizik kurallarından Arşimet'e bağlanırız, Arşimet'in bu durumla ilgili haykıracağı şeyi bir kafatasının çatlama sesiyle duyarız, sandalyede oturan adam kafasını sivri bir köşeye geçirmiştir ve hava çok güzeldir, dışarısı çok güzeldir, çatlama sesini duyduktan sonra. Bir diktatörün kafasından çıkan sesi duyduktan sonra artık bahsetmeye değer tek şey havanın güzelliğidir. Nokta.

Diğer üç öykü de deli güzel, özellikle dünyamızda var olmaya çalışan bir sentorun yaşadıkları, sentorun at ve adam kısımlarının ilişkisi oldukça yenilikçiydi, Jones'un Melezler'inin bir öyküye sıkıştırılmış hali adeta. Doğaüstü varlıklara dışarıdan değil, içeriden bir bakış.

Tez okuna, vakit harcanmaya.

3 yorum:

  1. Faydalı, akıcı ve güzel yorumunuz için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Üstat kitabın ilk yayım tarihi 1978, 1975 değil. Bir de öyküler (en azından bir tanesi) Salazar diktatörlüğü altında yazılmış olamaz, zira sandalye öyküsü Salazar'ın ölümünü anlatıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyleymiş ya, asıl kaynaktan araştırmadan yazınca böyle yamuluyorum. Eyvallah.

      Sil