Ödüllerim'de bir kısmı detaylı bir şekilde ele alınmış, şurada da yine bir kısmı izlenebilecek şeyler. Kronolojik. Rimbaud'nun 100. yaş günü anısına yaptığı konuşmadan parçalar: Şairin konuşulacağı yerde kültür bakanlığı gelişli beyefendi, şiirleri düzenleyen beyefendi, diğer beyefendiler anılmayı hak ediyor, hak ettikleri düşünülüyor, şairin kemikleri sızlıyor. "Edebiyatta asıl mesele asli olandır, temel olandır, Jean Arthur Rimbaud gibilerdir." (s. 10) Rimbaud'nun yaşamı biraz, sonra iffetliliği ve hayvansılığı, Shakespeare'in çocuk ruhlu hali olması, "ebedi baba" için yalvarması ve bunun onu hep ayakta tutması, var olduğunu kanıtlaması. Josef Weinheber'in eserleri hakkında söyledikleri: Avusturyalılık ve Almanlık bu yazarda zirveye ulaşıyor, Bernhard'ın beğendiği yazarlardan biri olan Weinheber'in Türkçeye çevrilmiş bir eseri yok, belki çevrilir diye bekleyeceğiz. Ressamlar, heykeltıraşlar, Giacometti ve birkaç kişi daha. Salzburg Bir Oyun Bekliyor: Doğru düzgün bir oyun bekliyor Bernhard, acemiliğin tahtaları kemirmediği bir oyun, iki yıldır ortalarda olmayan bir oyun. Operetlerden başka şeyler de olmalı, en azından bir tiyatro literatürü sözlüğü. Başka tiyatrolar avangart oyunları sahnelerken Salzburg'un pek bir şey sergilediği yok. Bernhard'ın ilk yergilerinden. 1955. Genç yazarlar için söyledikleri: Neye cüret edip etmeyeceğimize ve bunun sonuçlarına dair. Bir günlük ekmek, şöhret susuzluğu, yeryüzü düşkünlüğü, neye ihtiyaç duyuyorsak aynı şiddetle yazmalıyız ve özellikle bunun için yazmalıyız. "Karakterinizi satmışsınız, fakirliğe karşı dizginlenemez bir korkunuz var, düşüncelerinizden korkuyorsunuz, kötücüllüğünüzden korkuyorsunuz, hakikatten, kendi aşağılığınızdan, kendi büyüklüğünüzden korkuyorsunuz." (s. 26) Tam burayı okumadan bir süre önce kara bir bulut gibi çöktü düşünceme, kimi niye koruyoruz, neyden? Yeterince cüret özgürleşmeyi getiriyor, sımsıkı bağlandıktan sonra bağlar tamamen kopuyor, bu yüzden yazdığımız metinlerde pek bir şeyden sakınmamalıyız. Sakınmıyorum, sakınmadım en azından. İkinci dosyada. Neyse, Trakl için söyledikleri: Büyük bir şair değil, Lorca'dan daha aşağıda, modern şiire katkıda bulunması haricinde bir olayı yok. Trakl tahrip edici bir etkiye sahip, Bernhard onu tanımasaydı daha ileride bir yerde olacağını söylüyor. 1965'teki bir konuşmadan: Gerçeklik hakikat gibi masal değildir, hakikat masal olmamıştır ama öyle olduğunu düşünen hemen herkesin arasında bir nevi yaşamak zorundadır insan, yaşamaz da, sadece var oluşunu sürdürür. Hayatta kalmak mümkün değil, masal bir hayat yanılsaması yaratıyor ve akışına kapılanları geleceğe sürükleyip duruyor. "İleri nereye?" Soruyor Bernhard. 1966, Avusturya kültürü hakkındaki bir soruya cevap: Dehasız bir neslin taşıdığı vasatlık sürüyor, sürmeye devam edecek. Etiket taşıyanlar etiketlerinin içeriğini bilmiyor; komünist komünizmi, sosyalist sosyalizmi bilmiyor, hakikate kurban gidecek bir Avusturya yok ortada, ülke kendini uçurumun kıyısına getirip uyanmayacak, yüksek ideallerin uyutuculuğu sürecek, tıpkı 19. yüzyılda yüksek kültüre aşık insanların 20. yüzyılı yangın yerine çevirecek fikirlerinin sürmesi gibi. Asla gerçekleşmeyecek hayallerin peşinde bir avuç kül. Bir gün mutlaka, sıyrılıp gelen, kaldırım taşlarının altı, oysa bunlar borazancıları tarafından bile anlaşılmamış söylemlerin imlediğidir, tıpkı kadın hakları için mangalda kül bırakmayıp ataerkilliğin kokuşmuş geleneklerini sürdüren kadınlar gibi, içerideki tehlikeler. Ölümsüzlüğün imkansızlığına dair: Kendinden korkmaktır, ölümden korkmak ölümün bir parçası olarak kendinden korkmanın da ötesinde, kendini inkar etmektir. Kendisini inkar etmediği noktada ailesini, Avusturya'yı, okulu, hastaneleri, yatakhaneleri, yaşamını kazımış hemen her şeyi ölüm çerçevesinde ele alıyor ve hemen her şeyin ölü olduğunu söylüyor, yaşamındaki hemen her şey ölü, çocukluğunun geçtiği yerler de ölü ki şu an adını hatırlayamadığım bir metninde çocukluğu kara bir boşluğa benzetiyordu. Anıya sığınan insan boşluğa sığınır diyordu, bu boşluğu iyi bir şey olarak hatırlar ama bu kara boşluk aslında o anının yerine geçen bir ıstırap kaynağıdır diyordu, bu boşluk hoşnutluk vermekten çok uzaktır ama insan kendini o boşluğa bırakıp mutlu olduğunu hissetmek ister, insan sürekli boşluğa düşen bir başka boşluktur diyordu, bunu belki demiyordu, bunu ben uyduruyorum, insan sürekli boşluğa düşen bir başka boşluktur demiyordu, çocukluğumuzun sokakları yağmurdan kalan kara suyun içinde yavaşça kaybolup giden çizgilerden ibarettir demiyordu, onun yerine röportajına gelirsek: Çoğu şeyi elle yazıyor Bernhard, hiçbir şeyi muhafaza etmiyor, yenilerine yer açıyor. Ne büyük bir rahatlık olduğunu anlatamam bunun; yaşamınızın bir dönemine ait son parçaları bir daha görmemek üzere yok ettiğiniz oldu mu? Olmadıysa denemelisiniz, içinizde bir yer o eşyaları -fotoğrafları veya her neyse- yok etmemeniz için adeta yalvarıyor, başka bir şey için değil de sadece bunun için hep var olacağını, kendisi var oldukça sizin de var olacağınızı, bu dünyadan silinmeyeceğinizi, anılarınız kadar yaşayacağınızı ve sayesinde bu yaşamın oldukça uzun olacağını söylüyor. Son parçadan da kurtulduktan sonra susuyor. Bu durmadan konuşan, hatırlatan, geçmişi şimdiye taşıyan, geleceği de işgal etmeye çalışan benliğimizi kesip atmanın verdiği huzuru çok az eylemin sonucunda duydum. Özgürlük budur. Bernhard, devam: Üstünkörü bir hikâye veya tasvir hiç ilgisini çekmezmiş ki verdiğim linkte bunu söylerken izleyebilirsiniz kendisini. Berraklıktan bahsediyor, deneyler yapmanın insanı dağılmaya götürdüğünü söylüyor, deneylerden daha deneysel bir şey onun için berraklaşmak, zaten sakınacak bir şeyin kalmaması bir insanın en deneysel işi olmaz mı? Salt anlatımın Musil'in yazdıklarına benzediğini söylüyor, sorunlu gerçekliğin özüne doğru atılmış birkaç adımı Musil'de buluyor bir. Bu meselenin dışında gerçekliğini her yansıtışında dünyayla başı bir parça daha derde giriyor, "Nazi artığı" dediği devlet adamlarının sanatı rezillikle bir kılacak kadar boyunduruk altına almalarına katlanamıyor Bernhard, bu durumu durmadan eleştiriyor ve hakkında davalar açılıyor durmadan, açılan her davadan sonra Bernhard'ın dili biraz daha sivrileşiyor, bitmez bir döngü. Sınırlarını da biliyor; Wittgenstein konusunda yazmadığını, konunun etrafındaki konular hakkında yazdığını söylüyor. Susuyor, dile getirilemeyen suskunluğu talep ediyor çünkü. Yazma veya konuşma da yetmiyor kendisine, Augsburg'u yerdiği bir yazıdan sonra halkın tepkisine rağmen yazının yayımlandığı gazeteye gidiyor, kısa bir ziyaret, ardından ortadan kayboluyor. Festivallere ihtiyacının olmadığını, oyunlarının oynanması veya metinlerinin basılması veya gideceği yerlerde kabul edilmesi için hiçbir şey yapmayacağını söylüyor. Araya röportajlar sıkışıyor, üslubu ve konularıyla alakalı sorular. "Ancak amasız bir güzellik tam bir saçmalık, sahtekârlıktır." (s. 86) Canetti'nin yetenek provasını Körleşme ile tamamladıktan sonra "aforizma ajanı" haline geldiğini söylüyor, amasız güzellikten kastı bu "bunaklık nöbeti" olarak gördüğü güzellemenin ötesindeki çirkinliklerin üzerinin örtülmesiyle sonuçlanan pohpohlanma dönemi.
Tiyatroyla ilgili fikirleri, oyuncularla ilgili fikirleri, olaylı oyunları, olaylı ödülleri, Lizbon'da yaşadığı mevzular, istenmeyen bir adam olarak yalnızlıkta huzur bulması, cinselliği, ölümü, yaşamı, hemen her şeyiyle Bernhard. Metinlerinden sonra okunacak, hatta en son okunacak bir metin derlemesi. Sonsuz, bitmez bir saygı.
Bugün canım Chuck'ın ölüm yıl dönümü. Bütün günü Death dinleyerek geçirdim, bir de Nevermore. Warrel Dane de bugün öldü. İki adamdan da birer şarkı bırakayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder