Olanaksızın Fiziği'nde üç tip olanaksızdan bahsediyordu Kaku; I. tipte içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna doğru olanaklı hale gelecek durumlar vardı. Görünmezlik vardı galiba, süper teknolojik bir ceket giyip kafa, bacaklar ve ellerden oluşan bir vücutla insanların ödünü koparabilirdiniz. Böyle şeyler. Bu incelemenin tamamen I. tipe ayrıldığını söyleyebiliriz. Tabii aşırı ayrıntılı bir inceleme var burada, beş yüz sayfalık bir araştırma, soruşturma, geleceğe dair öngörüler ve en sonda bir öykü, Kaku'nun onca sayfa boyunca müjdelediği olası buluşlarla dolu bir gelecek tasviri. Kaku'nun öykü yazmaması lazım, hep şemsiye yapsın veya işinde muvaffak olması için daha çok çalışsın. Bir de daha çok yazsın, bu adam bize lazım. Çocukluğunda okuduğu romanlardan sicim teorisine ulaşan bir adamdan bahsediyoruz; Jules Verne'ün Ay'a yaptırdığı seyahatte roket yakıtı yerine barut kullanması haricinde müthiş bir öngörüye sahip olduğunu söylüyor, Leonardo da Vinci'yle ilgili de aynı doğrultuda görüşleri var, bu adamların yüzyıllar sonrasının teknolojisini hayal edebildiklerini, kendisinin de benzer bir teşebbüste bulunacağını söylüyor. Bilim adamlarının son gelişmeler hakkında verdikleri bilgilerden yola çıkarak kuruyor geleceği Kaku, incelemelerinin ilk bölümlerinde güncel veriler var, sonrasında tahayyül kısmı giriyor devreye. Çok hoş. Geleceği kurma kısmında kendi tahminlerinin tutmayabileceğini söylüyor, "Mağara Adamı İlkesi" dediği bir etken var. Kendi buluşu mu bilmiyorum ama bu kavramı sevdim; insan ilişkileri faktörünün her zaman işin içinde olacağını söylüyor Kaku. İnsana benzer robotlar bunun somutlaşmış hali diyebiliriz, bunu şu an ben uyduruyorum. İleride öğretmenler tamamen devrelerden oluşacak olsa da görsel olarak insanlardan farksız olacak. Bu bir örnek, aslında duyularımızın değişmesini pek istemiyoruz, şu anki algılayış biçimimiz sabit kalacak şekilde ilerlemeliyiz. Bunun için her gelişmenin olabildiğince "doğal" hale getirilmesi gerekiyor. İnsanlıktan çıkmadan gelişmeliyiz, bu yüzden hâlâ basılı belgelere ihtiyaç duyuyoruz, bir güven duygusu uyandırıyor bu tür dokümanlar. Bunu Kaku öne sürüyor.
Bilgisayarın Geleceği ilk bölüm. More yasası bölümün en önemli kısmını oluşturuyor. Bilgisayarlar bu yasanın izin verdiği ölçüde her yıl iki kat kadar gelişiyor ama bunun da bir sınırı var; transistörlerin giderek küçülmesi atomik ölçüde elektriğin kararsızlaşmasına yol açıyor ve sınıra doğru koşuyoruz, bu yasanın izin verdiği ölçüde en küçük transistörün yapımından sonra bambaşka bir teknoloji gerekecek, eğer daha da gelişmiş bilgisayarlar istiyorsak. Bu işin bir boyutu. Diğer boyutu, şu an ekranına baktığımız dikdörtgen zımbırtılara ihtiyaç duymayacağımız bir zaman gelecek, bilgisayarlar retinaya yerleştirilecek parçalarla bir parçamız haline gelecek. Örneklerini bilimkurgu filmlerinde sıklıkla gördüğümüz için bu kısmı kısa keseceğim, ilginç bilgileri verip bitireyim. Şu an 8 bitlik müziklerin yer aldığı çipler, Müttefik Kuvvetlerin 1945'te sahip olduğu bilgisayar gücünden daha fazlasına sahipmiş. Oha. Gerçi Turing daha yeni yeni ortaya çıkarıyordu bilgisayarı. Şey var bir de, cep telefonumuz NASA'nın 1969'daki tüm gücünden daha fazla bilgisayar gücüne sahipmiş. Bilim inanılmaz hızlı, geçtiğimiz yüzyıldaki gelişmeler dudak uçuklatıcı gerçekten. En sonunda Ready Player One seviyesine gelecek bu elektronik nane, pek bir şey kalmadı sanıyorum, biz görürüz. Tıbbi tedavi konusu da ilginç; giydiğimiz bir gömlek bütün tıbbi geçmişimizi taşıyacak, yaralanırsak en yakındaki sağlık birimlerine haber yollayacak ve yaşam fonksiyonlarımız hakkındaki her türlü bilgiyi anında gönderebilecek. Zihin okuma, bir rüyanın fotoğrafını çekmek gibi olaylar da sırada, geliştiriliyor. Şu da güzel: "Gelecekte birçok oyun/maç salt düşünceyle oynanacak. Takımlar, bir topu düşünerek hareket ettirebilecek bir şekilde zihinsel olarak birbirine bağlanabilirler ve topu zihnen en iyi şekilde hareket ettiren takım kazanır." (s. 81) Valla farklı bir şekilde yapılmışı var, filmi ilk izlediğimde çok etkilenmiştim şu sahneden.
Yapay Zekanın Geleceği, 1 ve 0 tabanlı bir sistemden eşimizi yaratmanın mümkün olup olmayacağının incelendiği bölüm. Mümkün olabilir, neden olmasın. İnternette dolanan bir röportajda yetkili bir bilim insanına göre mümkün değil ama mümkün. Örüntü tanıma ve ortak akıl (sağduyu) yaratmamız gerekiyor, o kadar. İş dönüp dolaşıp beynimizi çözümlemeye geliyor, beyni bir çözdük mü tamam bu iş ama işte bunu biz göremeyiz, dilim dilim kesip mikron mikron incelemekten terazide tartmaya kadar pek çok yöntemle beynimiz incelendi, inceleniyor, çalışmalar hep bir tık ilerisini gösteriyor ama son noktaya çok uzağız. İş sicim teorisine bağlanırsa bir şekilde mesela, o zaman on nesil sonramız bile göremeyebilir. Belki de görür. Ne bileyim ben. Duygu katmamız lazım biraz bu arkadaşa, karar alma mekanizması duygu kaynaklı olduğu için. Limbik sistem ve beyin korteksi yaratmak da bir başka yöntem ama bizim sistemin birebir aynısını yaratmak gerekmeyebilir, bu parçaların görevlerini yerine getirebilen minik parçalar da iş görür ama zaten olay bu işlevlerin kaynağını bulmada. Bilimden, limbikten falan o kadar uzağım ki böyle gevşek gevşek anlatma cüreti buluyorum kendimde, çok eğlenceli. Bir yandan da öyle şeylerle karşılaşıyorum ki kafayı yemek işten değil. Mesela insan beyninin modellemesi yapılıyormuş, güç ve ısı yönünden büyük problemler varmış. Bir süperbilgisayar gerekiyor beynimizin işlevlerinin yaratılması için. 1 milyar watt harcarmış bu alet, bir nükleer güç reaktöründen elde edilebilecek güç. Oysa beyin sadece 20 watt güç kullanıyormuş. Ya aklım almıyor, bunu böyle söylemek komik oldu gerçi, aklım nasıl 20 watt harcayarak bunca işi yapabiliyor? Çözün şunu be bilim insanları, hepiniz bir araya gelip beynin gizemini çözün de görmeden ölmeyeyim. Şu hayatta merak ettiğim üç beş şey var, biri beynin olayı. Şu an kaostan düzen çıkarmanın yapay yolları deneniyor ama çoğu bilim insanı pes etmiş durumdaymış, en azından şimdilik. Bilinçle ilgili binlerce tanım var, beynin neresine ait olduğu bilinmiyor. Bir yerine ait olup olmadığı da bilinmiyor. Bilincin nerede başlayıp nerede bittiği bilinmiyor, beyindeki hareketliliği takip etmek sadece işlemlerin kaynağına götürüyor, bilince değil. Büyük bir muamma bilinç. Bunu yaratabilirsek eğer, yasalara ihtiyaç duyacağımızı söylüyor Kaku. Asimov'un yasaları gibi ama çok daha karmaşığı lazım. Tekilliğe giden yol aslında, Lucy'nin final sahnesindeki mevzu. Her yerde olabiliriz, tekillikte bir nevi tanrılık var.
Uzaydır, enerjidir, makinelerdir, akıl almaz şeyler söylüyor Kaku. Bilimin hangi noktaya ulaştığını görmek için okunması lazım bunun, gerçi 2011'de yazılmış ama yedi yılda dünyayı kökünden değiştirecek bir buluş -bildiğimiz kadarıyla- yapılmadığı için eskimiş sayılmaz. İlginiz varsa ellerinizden öper.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder