2 Temmuz 2019 Salı

Aleksandr Kondratov - Üç Okyanusun Öyküsü

Koca koca kara parçalarının oradan oraya gitmesi, yükselip alçalması ve birbirini sıkıştırmasının sonuçları üzerinedir. Gerçi çok tartışma çıkmış, karalar mı denizleri doldurdu yoksa denizler mi karaları diye onlarca yıl hipotez üzerine hipotez üretmiş insanlar. Bir de Alfred Wegener'in teorisiyle dalga geçip adamı canından bezdirmişler, süper kıtanın yavaş yavaş ayrışıp parçalara bölünmesi fikri 20. yüzyılın başında dalga konusu olmuş, bu mesele kutsal kitapların etkisinden henüz çıkamamış bilim için yutulamayacak kadar büyük bir lokma. 1970'lere geldiğimizde Wegener'in hakkının teslim edildiğini görüyoruz, Kondratov ayrışma teorisini pek çok açıdan destekleyen bulgulardan bahsediyor birçok yerde. Bu arada metin güncelliğini kaybetmiş durumda, neredeyse elli yıl öncesinin verilerini içeriyor ve çoğu veri de -haliyle- Sovyet bilim insanlarının çalışmalarından ibaret. Perde çok demir olduğu için Batı'da yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler ya yazarın tasarrufuyla ya da bilgi kaynaklarına ulaşmanın zorluğu yüzünden ele alınamamış pek, yine de Batı kaynaklı çalışmalara yeterince yer verilmiş diyeyim. Bilimsel olarak güncel değilse bu metni okunur kılan nedir, elbette bilimle miti, söylenceyi birleştirmesi, yer yer bilimden uzaklaşarak dünya dışı uygarlıklar hakkındaki teorilere yer vermesi, kayıp kıtalar hakkındaki spekülasyonları değerlendirmesi. Bir noktada kaşiflerin, bilim insanlarının Hyperborea'yı, Kimmerya'yı bulacağını umuyor okur, belki Conan'ın mezarına denk gelinebilirmiş gibi. Mitlerin ve efsanelerin izleri de sürülüyor, küçücük bir gerçeklik payı büyük buluşları getirebilir. İşin fantastik boyutu bir yana, metnin yazıldığı tarihe kadar elde edilen veriler oldukça ilgi çekici, sırf bu sebeple okunabilir. Kondratov'un disiplinler arasına kurduğu köprüler de tarihe bakışımızı daha nitelikli bir hale getirebilir, "dil arkeolojisi" denen bir alanda Hint-Avrupalıların kullandıkları -farklı ama benzer- sözcükler, insan topluluklarının ana uğraşılarını ortaya çıkarabiliyor. Evcil hayvan isimlerindeki benzerlikler büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinin en büyük uğraşları olduğunu gösteriyor mesela, süper. Köke inebilmek için arkeolojinin yetmediği noktalara gelinirse bu dil arkeolojisine yöneliyor bilim insanları, böylece topraktan veya denizden çıkartamadıklarını sözcüklerden çıkartabiliyorlar, somut verilerin elde edilemediği noktada soyut göstergelere yöneliyorlar. Bu yolla Hint-Avrupa vatanının Karadeniz civarındaki ovalarda, Orta Asya düzlüklerinde veya "Küçük Asya"'da aranabileceği söylenmiş. Bizim buraları Hint-Avrupalıların yayılmaya başladığı bölge olarak düşünüyorum, muazzam bir şey. Binlerce yıl öncesindeyim, altımda deniz var, odam havada duruyor, pencereden bakıyorum. Esmer insanlar kayıklara atlayıp gidiyorlar, bir daha birbirlerini görmeyecekler. Torunları arasında savaşlar çıkacak, konuştukları diller farklılaşacak ama bir zamanlar tek bir topluluğu oluşturuyorlardı. Muazzam geliyor bana böyle şeyler. El sallayayım bari. Bir örnek daha; Dnieper, Tuna (Danube), Dniester, Donets. "Don" sözcüğünden türemiş, durgun akanından. İskitçede "su" ya da "nehir" demekmiş bu, böylece İskitlerin bir zamanlar Güney Avrupa'da, Karadeniz boylarında yaşadıkları ve yayılım alanları bu isimlendirmenin takip edilmesiyle tespit edilmiş. Kısacası bir yerde suyla alakalı bir mevzu varsa ve adı "Don" veya türevi değilse artık İskit bölgesinden çıktığımızı anlayabiliriz.

Su altı arkeolojisine dikkat çekiyor Kondratov, denizlerin ve karaların hareketleri birçok kalıntıyı sular altında bıraktığı için eğitimli dalgıçların son teknoloji ekipmanla dalış yapıp araştırmalara başlamasının öneminden bahsediyor. Göllerde, ırmaklarda, su kenarlarında yapılan kazılar pek çok kalıntıyı açığa çıkarmış, çıkacak daha çok şey olduğu için bu işe girişilmesi lazım. O zamanlar Kondratov böyle diyor, çoktan girişilmiştir. Defineciler bile dalıyor artık, bulduklarını üçe beşe bakmadan okutuyorlar bir güzel. Özellikle Karadeniz'de sektörü oluşmuş durumda, defineciler için takım taklavat satılıyor ciddi ciddi. Ceneviz kalesi biliyorum bir tane, etrafında geceleri deli gibi kazıyor insanlar, güvenlik görevlisi dikmişler ama kafasına göre takılıyor o da. Süper. Neyse, metin üç bölüme ayrılmış, ilki Pasifik Okyanusu. Adını birkaç kaşif koymuş, bazı bölgelerinde su çok durgun olduğu için. "Pasif". Japonya, Rusya ve Avustralya üçlüsünü alın, Kuzey ve Güney Amerika'yı da alın. Ne yapacağınızı bilmiyorum şimdi, bırakın. Bunların arasındaki engin deniz Pasifik Okyanusu. Metnin de büyük bir bölümünü kaplıyor, gerçekte yaptığı işi burada da yapıyor. Sonuçta bir dünya ada var, geçmişimiz hakkında canavar gibi bilgi taşıyor ve adalıların aralarındaki antropolojik, arkeolojik, coğrafi ve kültürel ilişkiler derya deniz. Macellan'ın hikâyesi şöyle bir anlatılıyor, sonrasında Aborjinler, Papualılar, Melanezyalılar ve Polinezyalılar geliyor, aralarındaki ilişki açıklanacak ama önce "Galaxias" adlı bir balıktan bahsediliyor. Tatlı sularda yaşayan bu balığın Yeni Zelanda'ya gelişi muamma, okyanus suyu tuzlu olduğuna göre Pasifik'in bir zamanlar tatlı su nehirleriyle beslenmiş olması gerekiyor, kısacası ortada kayıp bir toprak parçası var. Ayrıca Galapagos ve Fiji adalarındaki iguanalar da bir soru işareti. Yüzemiyor bu hayvanlar, nasıl gittiler binlerce kilometreyi? He? Arada kıta var kıta, sular yutmuş veya tektonik hareketlerle denize batmış. Easter Adası'ndaki heykeller de dikkat çekiyor, o kadar büyük heykelleri nasıl yaptı bir avuç insan, nasıl taşıdılar? Pasifik'le ilgili teoriler var, tabanının Dünya'dan kopup Ay'ı oluşturan parçanın bıraktığı boşluktan müteşekkil olduğu düşünülüyor, bu boşluğu kısmen dolduran başka toprak parçaları da varmış ama ortadan kalkmış bir şekilde, İncil'deki kıyametler, tufanlar, bir dünya mesele ele alınarak bu bölgede onca araştırma yapılmış ve yerlilerin kozmogonik söylenceleri de incelenmiş, doğal afetlerin sıradan olaylar olması yüzünden pek bir şey bulunamamış. Dünya'nın yaşını düşününce onca afetin sıradanlaşması normal. Kutuplar da tropikal bölgeymiş bundan 250 milyon yıl önce, bu da normal. Az bir deprem olsa anormal, ölüyoruz çünkü. Normalde normal. Evet. Bering hakkında söylenenler biliniyor zaten de bir iki detay bilinmiyor olabilir, örneğin Kamçatka'nın yerlileriyle Amerikan yerlileri arasında benzerlikler büyük. Boncuklar, kolyeler, defin ayinlerinde kullanılan kırmızı aşı boyası, bir sürü şey. Kara parçaları üzerinden geçip gitmişiz, sonra bir haller olmuş ve yollar kaybolmuş, bir daha geçememişiz ve binlerce yıl boyunca farklılaşmışız, özet bu. Birkaç fotoğraf da var, Kuzey Amerika yerlileriyle Easter Adası sakinleri arasındaki ilişki dudak uçuklatıcı. Totemlerinden mezarlarına kadar hemen her şeyleri benziyor adamların. Çok ilginç. Andlar'dan Pasifik'e, oradan Antik Mısır'a, Mezopotamya'ya ulaşan bir yakınlık var, elde çok fazla veri yok ama çeşitli bilimsel araştırmalarla bu benzerlikler ortaya konabilmiş. Kaynak hakkında hiçbir zaman bilgi sahibi olamayabiliriz, sanki silinmek üzere olan bir tarihi son görenlerden biriymişiz gibi. Daha fazlasını bilemeyeceğiz ama bir şeyler biliyoruz, gerisini bilimsel buluşlarla veya hayal gücümüzle tamamlayacağız. Nuh'un serüveniyle Pasifik'te yaşayan insanların afet söylencelerindeki gemiler ve kurtarıcılar arasında kurulan ilişki misyonerlere bağlanabilir, hayal gücünün çalışması gerekmiyor burada ama bu söylenceler misyonerlerden çok daha önceki bir zamanda kayıt altına alınmışsa, eh, burada bir parça spekülasyon lazım.

Hint Okyanusu'na geliyoruz, insanlık için belki de en önemli nokta. Madagaskar fauna ve florası Afrika'dan ziyade Hindistan'ınkine benziyor, yerlilerin dili Easter Adası'nda yaşayanların diliyle benzerlik gösteriyor, kaşiflerin ve bilginlerin uzunca bir süre boyunca desteklediği hipotez doğru olabilir mi, kuzeydeki topraklar kadar güneyde de toprak var mıydı? Suya, suyun altına bakmak gerekiyor. Burada Lemurya'ya bağlıyor Kondratov, çok sayıda jeoloğun Güney Amerika, Afrika, Hindistan, Acustralya ve Antarktika'yı kapsayan Gondwanaland adlı büyük bir kıtanın varlığından emin olduğunu söylüyor. Bu kıta parçalara ayrılarak küçüldü ve kalan son parça, belki Lemurya'nın dahil olduğu parça sular altında kaldı. İncelenmesi gerekiyor, çok sayıda hipotez var. Homo sapiens bu kıtayla alakalı olabilirmiş mesela, gerçi iyice uzaklaşıyoruz bilimsellikten, geri döneyim, Dravidlere geleyim. Aryan istilası öncesinde Hindistan'da Dravidler var, çok eskiler, Sümerlerden önce Dicle ve Fırat civarına ilk yerleşenler olabilirmiş. Efsanelere göre kendi dinleri ve kültürleri var, Aryanlar birkaç tanrıyı Dravidlerin tanrılarından yürütmüşler falan. Proto-Hint medeniyetinin köklerinin gizemini koruduğu söyleniyor, kesin bulgulara varılmamış, dil arkeolojisi vasıtasıyla varlıkları kanıtlanabilmiş sadece. Hint Okyanusu şöyle iyice bir araştırılsa gizemlerin aydınlanabileceği söyleniyor, eldeki mit parçalarından yola çıkarak girişilen keşif çalışmaları pek çok veri çıkarmış ortaya, örneğin Sun Adası'nın Madagaskar olabileceği hipotezinden yola çıkılmış, Madagaskar dilindeki yazıların Çince ve Japonca'daki gibi yukarıdan aşağı yazıldığı keşfedilmiş, oradan Antik Yunan'la bağlantı kurulmuş derken, eh, kafa kalmadı. Söylenceler, buluşlar, keşifler, bir dünya.

Atlantik Okyanusu. Sadece efsaneleri alayım. Ulysses'in esir alındığı ada nerede mesela? Bir de şey, Fenikeli cesur denizcilerin MÖ 500 civarında Afrika'nın güney ucundan dolanarak Hint Okyanusu'na geçtiklerini biliyor muydunuz? Atlantik'e de seferler düzenlemiş adamlar, belki de sözlü kültürden yola çıkarak varmışlardır oralara, kim bilir? İncil'deki mekanlar bir yana, Antik Yunan zamanından kalan metinlerde adı geçen mekanlar da araştırılmış, Thule'nin İzlanda olduğu düşünülmüş mesela. Bir de bizim büyük reisimizin haritasına yer verilmiş ki verilmeli, o zamanlar burnunun ucunu göremeyen insanlık için büyük bir olay o harita.

Evet, okyanuslar hakkında biraz masallı, bolca bilimsel bir metin. Okyanustur, sudur, denizdir, bu tür şeyleri merak eden okurlar için şahane.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder