20 Temmuz 2019 Cumartesi

Dubravka Ugresiç - Okumadığınız İçin Teşekkürler

Hiçbir şey hatırlamıyorum, üç yıl olmuş okuyalı. Yine notları eşeleyip çorba yapacağım artık.

Ugresiç yayıncıları eleştiriyor, okuru eleştiriyor, yazarı eleştiriyor, piyasayı yerin dibine geçiriyor ve bütün ikiyüzlülükleri, türlü katakullileri okurun önüne seriyor. Okuduğumuz için kitabın adına başka bir kitabın adıyla cevap veriyoruz: Bu Satırların Okuruna Sonsuz Lanet. Okur olarak yememiz gereken laflar var. Yazar kendini de iğneliyor arada, böylece yalnız hissetmiyoruz.

İlk bölümde Londra Kitap Fuarı'nı açan Joan Collins'le karşılaşıyoruz. Romanı kısa süre önce çıkan oyuncu, ablası Jackie Collins'in de etkisiyle orada, parıl parıl kıyafetiyle açılış konuşmasını yapacak. Buradan ambalaja bağlıyor mevzuyu Ugresiç, kitaplardan çok kitapların ardındaki bağlantılar değer görüyor. Popüler bir isim çoksatar bir metin yazdı(rdı) ve okura yedirdi. Hemen okura laf: Okur kitap vitrinlerine, şık kitapçılara, internet sitelerine güvenerek okurluğunu çoktan kaybetmiş durumda. Ugresiç kendi yazarını özlediğini söylüyor, az sattığı için raflarda kendine yer bulamayan, vasatlarla aynı tornadan çıkmamış yazarlar ortada yok, aranıp bulunmaları gerekiyor ama okurun hali ortada. Başka bir bölüm, Erşan Kuneri'nin muadili editör. Taslak yollanır, editör anlatının tümünün kısa bir özetini ister. Özet yollanır, editör görüşme talep eder. On dokuzuncu yüzyıl Fransa'sında taşralı bir doktorla evli kadının aşk arayışı, yirminci yüzyılda geçen iki aşığın yaşadıklarına evrilir. Aşıklardan birinin kocası eşcinsel "olur", anlatının sonu da büyük bir değişim geçirir. Kendini trenin altına atan kadın çok klişedir, başka bir formül bulunur. "'Harika!' diyor editör. 'İki kız kardeş var ve bunlardan biri KGB görevlisiyle evli, Sovyet Rusya'sında yaşıyor ve bir muhalife âşık oluyor. Diğeri göç ediyor ve sıkıcı, taşralı bir Fransız doktorla evleniyor. İki kız kardeş 1990 yılında karşılaşıyor. Geriye dönüşler, iki farklı hayat, iki farklı kader... Doğu ve Batı'nın komünizm sonrası hayalleri ve hayal kırıklıkları... Kitabın adı: Two Sisters. Hemen yazmaya başla!'" (s. 22) Tolstoy'la Flaubert'in kemikleri sızlatıla sızlatıla üretilen metin kadınlara hitap ediyor, çok satacağı belli. Ugresiç anladığımız kadarıyla editörleri trolllüyor, konuşmaları derlese uzunca bir metin ortaya çıkar ama bu kadarıyla yetiniyor, ekmeğinin peşindeki editörler üç sayfaya sığışıyor. Gerçekten yeterli, yayın dünyası insanı delirtecek saçmalıklarla dolu ve Ugresiç okuruna merhametle yaklaşıyor. Bazen. Ajanslara ve tarifelerine kılıcını çekerek saldırıyor bunun yanında. Temsilcilerinin edebiyatla pek ilgili olmamaları bir yana, adını unutan temsilcisinin üç yüzden fazla yazarı temsil etmesi bir başka ilginçlik. Üç yüz yazar, her birinin kazancından tırtıklanan %10'luk gelir, iyi iş. Yayınevlerini ve yazarları ayarlar, metinlerin niteliklerini zerrece umursamaz, parayı da cukkalar. Temiz. Başka bir başlık, düşük gelirli yazar. Yazarlıktan kazanılan paraya hiç girmeden Ugresiç'in yaşadığı bir olayı 
aktarıp kapıyorum bahsi. ABD'ye geldiğinde kitabı çoksatarlar arasına girmiş bir yazarla buluşmak için Brooklyn Heights'a gidiyor, zengin muhitiyle karşılaşmayı bekliyor ama Brooklyn'in filmlerde gördüğümüz ortamında buluyor kendisini. Zili çalıyor, orta yaşlı ve etine dolgun bir kadın açıyor kapıyı. Önce yazarın sekreteri sanıyor kadını ama karşısında duran yazarın ta kendisi. Kitabı tek bir dile çevrilmiş, tek odalı bir evde yaşıyor ve yakınlarda oturan Norman Mailer'ın ara sıra kendisine selam verdiğini övünçle anlatıyor. Mütevazı bir kadın, yaşamı da öyle. "Edebiyat sahası, dünyadaki yerlerini bilen ve tanınmayı hak eden alçakgönüllü yazın işçileriyle doludur." (s. 31) Doludur da, çoğu unutulup gider. Unutulmamak için görünür olmak gerekir, görünür olmak da bir nevi müsamere olduğundan yapay, bayat bir şeydir. En iyisi bir şeyler yazıp yazar olmamak, mesela domates satarak yaşamak. Arada da yazma itkisine boyun eğip coşkunca akmak. Beklentileri de en aza indirdik mi tamam bu iş.

Sosyalist gerçekçilik, devrim sürecinin tarihsel olarak somut bir betimlemesinin dışına çıkmayı engelliyor. Silah zoruyla. Zamanında yazarların hapse tıkılmasının genel geçer sebebi buydu, Ugresiç kendi coğrafyasında entelektüellerin hedef olduğuna, kültürel despotizmin "ayrık" sesleri kıstığına  şahit olduğu için bu meseleyi de inceliyor. Bu garabet, paldır küldür yıkılan rejimin ardından biçim değiştirerek sürmeye devam ediyor, kültürel hegemonyanın ürünü olarak. "Günümüzde edebiyat, başarısını büyük oranda sosyalist gerçekçiliğin ilerleme fikri üzerine kurmaktadır. Kitabevi tezgâhlarını dolduran kitapların hepsi tek bir fikir üzerine kurulu: Kişisel başarısızlıklarının üstesinden gelip, bir kişi mevcut pozisyonlarını nasıl geliştirebilir?.. Görme yetisini yeniden kazanan, şişmanken zayıflayan, hastayken iyileşen, yoksulken zenginleşen, dilsizken konuşan, alkolikken ayılan, inançsızken dini keşfeden, talihsizken şansı dönen insanları konu alan kitaplardır bunlar. Tüm bu kitaplar, parlak bir kişisel geleceğe duyulan inancın virüsünü bulaştırırlar." (s. 35) Üstelik bu akımın metinleri belirli şablonlar kullanılarak yazılır, başka bir bölümü buraya bağlayabiliriz. Herkes yazar olabilir, herkes yazar. Yazar olabileceğini başkalarından duymak isteyenler atölyelere gidip yontulurlar, atölyeye parası yetmeyip yine de onaylanma gereksinimi hissedenler yaratıcı yazarlık kitaplarını edinip kendilerine konu, anlatım biçimi, artık her neyse onu devşirirler. Ugresiç bu arkadaşlara da çekiyor kılıcını, "item" olarak taşıdıklarına bakıyor. Şu kitabı alın ve içindeki teknikleri uygulayın, öykünün bir yerinde takılıp kaldıysanız büyük yazarların tıkanıklığı açma vecizelerini okuyun, mekân değiştirin, yalnız kalacağınız deniz kenarlarını, dağ başlarını arayıp izninizi ve o an sahip olmayıp gelecekteki kazancınızdan kırptığınız paranızı ayarlayın, basıp gidin. Doğa karşısında yarım yamalak düşünün, duygulanın, programa uyduğunuzu düşünüp bir şeylerin değişmesini bekleyin. Öykünüzün teknik kusurlardan arınmasını, daha derin bir insan olmayı, giderek uzaklaşan ama hâlâ görebildiğiniz güzelliklere yaklaşmayı bekleyin ya da hiçbir şey beklemeyin, hiçbir şey istemeyin, fazlalıklardan arının, takıntıya varan uğraşlarınızdan kurtulun ve yürüyün. Bu konuda Ugresiç'in söylediklerini de dinlemeyin, verdiği örnekleri kendinize denklemeye çalışmayın. Yapılacak tek bir şey var, dürüst olmak. Ne istediğinizi ve istemediğinizi düşünürken, hatalarınızı ve dileyip dilemediğiniz özürleri düşünürken dürüst olmak müthiş bir berraklık sağlıyor, insanın doğrudan kendisine bakmayı deneyimlemesi öylesine zor ki aptalca bahaneler için mükemmel boşluklar oluşuyor, aslında olmayan sebepler olan sonuçlarla birleşiyor ve ta ta, yanlış kurulmuş bir yazamayansınız artık. Berraklığın çoğu şeyi çözdüğünü düşünüyorum, sağlıklı bir kurmaca oluşturmak buna dahil.

Piyasanın talepleri. Joan Collins, aldığı dört milyon dolarlık avansın ardından metnini yayınevine bir türlü teslim etmediği için hakkında açılan davada kendini şöyle savunuyor: "'Yayıncı ne bekliyordu ki, yeni bir Ulysses mi?'" (s. 51) İşlerin zamanında yürümesi önemli bir şey ama gazeteciler de Collins'in tarafını tutuyorlar, sonuçta yayınevi davayı kaybediyor. Başka bir yazar, neden kısa öyküden romana geçtiği sorulunca altı haneli bir farktan bahsediyor. Piyasanın taleplerinin hiçbir ideolojisinin olmadığını söylüyor Ugresiç, işin ahlaki boyutunun hiç önemli olmadığını, çok satan bir metnin önemli olduğunu söylüyor. Stalinist yazarlar üzerinden profesyonelleşme örneği de işin diğer bir boyutu. Resmi ideolojiye uygun metinler yazan bir sanatçı, parasını tıkır tıkır alırmış. Şairlere dize başına ödeme yapılıyormuş, profesyonel bir yazar bu işten iyi para kazanabilirmiş. Bunun karşılığı olarak Stephen King örneği veriliyor, tartışmaya açık bir konu. King, kendinden istenen şeyleri yazdığı için milyon dolarlık avanslar alabiliyor ve korku romanları yazmaya devam ediyor, işleyen bir makine gibi. Adamın çocukluğunu, kitaplarla kurduğu ilişkiyi ve yazmaya başladığı zamanları biliyorsak, üzerine geçirdiği trafik kazasını da biliyorsak yazma itkisi hakkında bir şeyler söyleyebiliriz, King'i piyasanın talep karşılayıcısı olarak görmek pek doğru gelmedi bana.

Edebi Referans Olarak Yazar konusu bizdeki gösteri işinin güzel bir iğnelemesi aslında. Sevdiğim bir yazar var, şiirleri de çok iyi. Bu yazarın genç bir yazarın kitabı için yazdığı arka kapak yazısını okuyorum. Övgü dolu, üfürükten. Metni okuyorum, iyi değil. Bu adamın niye bu metin için yazı yazdığını düşünüyorum, cevabı bildiğim halde düşünüyorum. "Bir yazar edebi referans dünyasına girmek istiyorsa, erişilir ve iletişime açık olmalı; diğer bir deyişle, davet edildiği her yere gitmelidir. Yanı sıra böyle bir yazar (doğal bir yeteneği yoksa) en azından referans öncesi, 'ebedi gerçekler' başlığı altında hafızalarda kalacak sözlük alıntılarını telaffuz etmeyi bilmelidir. Söyleşi, bir yazar için potansiyel okuruyla ruhun farklı katmanlarına yükselebilecekleri ulaşılmaz bir fırsat sunar. Ruh katmanlarını muhakkak yüksek olması gerekmez. Yani bir yazar ne kadar sıcak ve anlaşılır olursa, o kadar çok sevilecek ve alıntılanacaktır." (s. 57) Devamında birbirini yağlayan, pohpohlayan edebiyat tayfalarının eleştirisi var, edebiyatı tekelleştiren bu insanlar ne yapmak, nereye varmak istemektedirler? Şuraya, çünkü şurası her yerden görülebiliyor.

Benim nefesim bu kadarına yetti, metnin onda biri bile değil bu. Bir güzel iğnelenmek isterseniz buyurun. Belki berraklaşırsınız, iyi olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder