16 Temmuz 2019 Salı

Onur Akyıl - Dün Gece Çok Gençtim

Günümüzün yazarlarını takip edemiyorum, dergileri takip edemiyorum, hiçbir şeyi takip edemediğimi görünce uğraşmayı bıraktım bir noktadan sonra. Yetişemememin iki sebebi var, birincisi maddi olanaklar. Okulda arkadaşlarla geyiğini çeviririz, onlar sınav görevleridir, ek işlerdir derken çok güzel paralar kazanıyorlar. "Zamanımı üçe beşe satamam ben babaerenler, hafta sonlarında sınavdan sınava koşturamam, özel dersle zinhar uğraşamam," derim, onlar da yeni aldıkları kıyafetleri, elektronik aletleri falan gösterirler, kendimizce eğlence işte. Diyeceğim şu ki bu ay 2000 TL'ye yakın bir parayı kitaplara gömmüşken, evet, yine alamıyorum yeni yazarların kitaplarını, çünkü okunacak çok, çok, çok şey var ve buradan ikinci sebebe geliyoruz, okunacak çok şey var. Bir odayı okunacak kitaplara ayırmışken iş çığrından çıktı, ikinci oda da okunacaklarla doldu. Gözüme çarpan bir iki tanesini yazayım, mesela Stephenson'ın Anathem'i uzun süredir bekliyor. Doris Lessing'in, Kureishi'nin, Atxaga'nın metinleri bekliyor. Yeni öykülere odaklansam bu kez Amado, Adichie falan bekleyecek, içinden çıkılmaz bir durum. O yüzden rahat bıraktım kendimi, canım ne isterse onu okuyorum. Kurmaca dışında da her telden okuduğum için yelpaze genişliyor, iyice delleniyorum. Tatildi, Yeşim'le serserilikti derken, zamanımı olabilecek en güzel şekilde doldurunca, eh, benden bu kadar. Arada sırada, denk geldiğim zaman. Onur Akyıl'a denk geldim. Bence iyi oldu, kendi savrukluğuma yakın bir yazarı tanıdım, memnun oldum. Şiir yüzünden oluyor, hep şiir. Kuramlara bakarsak metinden başka bir şeyle ilgilenmememiz gerektiğini söyleyenlere de kulak vermemiz gerekir ama o kadar mekanik bir durum var mı sanatta, bilemiyorum. Estetiği ve eleştiriyi bir temele oturtma çabası bu kapıyı da açmıştır, bilinmesi yeterlidir. Ben her şeye bakıyorum açıkçası, Akyıl'ın öz geçmişine bakınca uçucu imgelerin izini buldum. Bir dünya şiir ödülü var kendisinin, şairin öyküleri veya öykücünün şiirleri değerleniyor, okunuyor, böylesi daha güzel oluyor, türlerin çizgileri giderek silikleşiyor. Hoş. Akyıl 1980 doğumlu ve yazıyor, bu kadar. Bir de Ankara, İstanbul ve İzmir arasında dolanıyor, öyküler de dolanıyor, karakterlerin şehirle bağları öykülerde anlatının akışkanlığını belirleyen faktörlerden biri şehirden doğuyor. Anlatıcının kendi oyunlarının baskın olduğu birden fazla öykü var, bunlar belli bir duruma, âna odaklanmış öyküler. Daha tahkiyeci öykülerde anlatıcının sesinden çok şehrin sesinin yükseldiği söylenebilir, örneğin Tarlabaşı ve Taksim civarında konuşlanan bir öykü var, bekar odalarının çok dilli topluluğundan Cadde'nin karmaşasına ulaşırsınız ve anlatıcının sözcüklerle kurduğu sesi değil, kentin uğultusu ağırdır bu öyküde. Birkaç öyküde daha böyle. Hangi öykü olduğunu bilemiyorum ama ortalarda bir yerdeki, kırılma noktasını oluşturuyor, birkaç öykü boyuna kişisel izlenimlerin şairanelikle kurulmasından ibaretken bir noktadan sonra daha, ne diyeyim, olay örgüsünden nasibini almış parçalara rastlıyoruz.

Dün Gece Çok Gençtim'e bakayım. Aklıma gelmişken, temayül bütünün parçalarının isimlerine tırnak içine almamı söylüyor, "Dün Gece Çok Gençtim" mesela ama aynı şekilde bakamıyorum, parçalar da ayrı birer metinmiş gibi değerlendiresim var. Kişisel tercih. Neyse, Meryem'le anlatıcımızın ilişkisine odaklanan bir öykü. Meryem evli, kadınlığını keşfettikten sonra, kocasını sevmediğini de keşfettikten sonra anlatıcıya sığınıyor. Kocasının da Meryem'i aldattığını söylüyor anlatıcı, eylemi adil bir noktaya çekmek için suçsuz olduklarını defalarca dile getiriyor. Kodlarımıza işlenmiş bu, yerleşik ahlak anlayışımız vicdanın sesini metinlerde yankılatacak kadar kuvvetli, oysa evliliğin saçma sapan, kesinlikle bağlayıcı olmayan akdi miadını birkaç gün sonra doldurabilir ve anlamsız hale gelebilir. Neyse, sevişen bir ikilimiz var ve adamın düşüncelerini yakalıyoruz. Sorunlar yavaş yavaş belirmeye başlıyor, biri noktalı virgül kullanımı. Vonnegut'ın, "Noktalı virgül kullanmayın gözünüzü seveyim," serzenişini pek tutmam ama bu metinlerde yerli yersiz kullanıldığı yerler var. "Birikmiş hayat; korkuya dönmüş yeniden." (s. 13) Selahattin Özpalabıyıklar'dı galiba, noktalı virgülün noktasının işlevini hatırlatıyordu bir yerde. Cümle için açıcı bir süreğenlik sunmuyor burada noktalı virgül, o yüzden nokta veya virgül kullanılabilirmiş aslında. Sanki. Bence. Buna benzer çok örnek var, birini aldım ve geçiyorum. Meryem'in hikâyesi araya sığıştırılıyor, evlilik kurumunun/kuruluşunun çürüklüğünden bahsediliyor. "Kocalar düzenli ordu, sevgililer gerilla." (s. 15) Sohbetleri, ilişkilerinin derinliği, kaçınılmaz ayrılıklar ve buluşmalar, sayısız "dün gece", İstiklâl Marşı, kapanış.

İkinci öyküden ve devamındaki öykülerden anlarız ki anlatıcının niteliği ne olursa olsun Akyıl öncelikle atmosferi yaratıyor, anlattığı hikâyeye başlamadan önce karakterlerin içinde bulunacakları dünyayı nispeten betimleyerek, biraz da imgeleyerek kuruyor, ardından olay örgüsü oluşuyor. Güneyden'de ilk bölüm bu kurma işine ayrılıyor, ikinci bölümden itibaren Nihat'la tanışıyoruz. Nihat'ın boynu sol omzuna yaslı ve yıkık, bu yıkıklık metin boyunca çeşitli hallerde karşımıza çıkacak. Sonuçta bükük bir boynun ilişeceği anlamların ipini kim tutabilir? Akyol tutmuyor, oyunlu bir öykü var elimizde. Nihat hasta, boynunda korkunç bir ağrı. Dolaşmaya çıkıyor, parklarda kuş sayıyor, eve dönüyor. Apartmanda bir kız. Tek başına bekliyor. Nihat tanımıyor kızı, bakışıyorlar ve anlatıcı biraz gevşeklik yapıyor burada. "Nihat sertleşti; ehehe; daha sert bir tavır takındı yani, 'Bacağımı bırakınız dedim!'" (s. 21) Bunu anlatının hiçbir düzlemine oturtamıyorum, devam ediyorum. İclal geliyor Nihat'ın aklına, eski eşi. Özgürlük, kadınlık derken yoldan çıkmış bir kadın, Nihat'a göre. Bu sırada "evden bir Edip Cansever geçiyor" ki başka bir öyküden, ses çıkarmadan geçmeye çalışıyor ama yakaladım sanırım, Ağan'da var: "Dağıttığınız hayatı çekip alıyorum, çekip alıyorum bir dağınıklığı hayattan." (s. 51) Akyıl'da şiirin izini rahatlıkla sürebilirsiniz, hatta şiirle biraz uğraşmış olmanız halinde öykülerin acemi ustalıklarını anlayabilirsiniz. Evet. Sonra kızın Suzan olduğu ortaya çıkıyor, Suzan. Annesi çok bahsetmiş Nihat'tan, Suzan da annesi vefat edince çıkıp gelmiş. Temizlikçinin kızı Suzan, Nihat'ın dünyasını tepetaklak edecek. İki yönden. Şimdiyi canlandırması bir şey, geçmişi uyandırması başka bir şey. İclal'in musallatlığı Nihat'ı ketleyecek bir güzel. Bu kadar.

Akyıl'ın öykülerindeki meselelerden biri de sosyo politik ortam. Olay kişisel didinişlerden uzaklaşınca, daha doğrusu karakter bu meselenin üzerine -veya tam tersi- kurulunca farklı bir anlatı tipiyle karşılaşıyoruz. Gerçi en basit eylemler dahi imgeli dilin ucundan dökülüyor. "Çatalda yaşlanan karpuz", "çoktan evlenmiş eski sevgililerin insanın diline politika olarak vurduğu bir namussuz yaz gecesi" gibi örnekler çok. Bu dille Müsait'in yaşamına şahit oluyoruz. Bolca ahkam kesilen bir rakı masasından kalkıyor Müsait, kaldırılıyor, evine getiriliyor, Yenge'ye bırakılıyor. Geçmişi bulacağız, arada bir yerlerde söylendiği gibi. Müsait'i benzeri diğer öykülerden çekip alabiliriz veya o öykülere koyabiliriz, benzer ortamlar ve olaylar anlatılıyor. Teoriyle geçen yaşamlar, eyleme dökülemeyen kaynama noktaları, polisler, şubeler, ihbarlar, kaçış, bütün bunların arasında sürdürülmeye çalışılan seviler, bekleyişler, kırgınlıklar, hüzünlü hikâyeler. Yenge'nin ahvaline dokunup geçiyoruz, sarhoş ve yenik kocasını sevdiği gençlik zamanlarını hatırlıyor, adamı yatağına yatırıyor. Güzel günlerin çoğaldığı fikri yenik neferlerin yarattığı acıyı dindiriyor mu bilmiyoruz, serbest dolaylı anlatıcıya bakarsak ortada mutlanacak bir durum var, ertesi sabah gökyüzünün maviden açık olmasıyla nokta konuyor ama odağı ayarlarsak iki yıkıntıyla karşılaşıyoruz. Yenge, Müsait'i yatağa yatırıp sarılıyor, anlatıcıya göre Müsait, Yenge'nin solcu itlere demediğini ve yapmadığını bırakmayan babasını birlikte gömdüğü "anarşist bir pezevenk". Bu anarşist pezevenklik babanın, Yenge'nin veya anlatıcının fikri, üç anlama da gelebilir. Gökyüzünün maviliği, güzel ve güneşli günler görme umudu gibi etkenlerden ötürü anlatıcıyı silebiliriz, geriye kaldı iki. Yenge'nin görüşü buysa tam tersini de düşünebiliriz, güzel ve güneşli günler gelmeyecektir, Yenge için Müsait'e duyduğu sevgiden -bu da şüpheli gerçi- başka bir gerçeklik, elle tutulacak bir inanç yok. Müsait zaten rakı masalarında dünyayı kurtarmaktan başka bir şey bilmiyor, o zaman bu güneşli günler nasıl gelecek? Eylem önemli kısaca.

Akyıl'ın bir metni daha basıldı son zamanlarda, onu da edinmek lazım. Okunmaya değer öyküler bence. Can Yayınları'nın yaz kampanyası sürüyor, D&R mağazalarından temin edilebilir. Normalde beş kuruş para vermem D&R gibi firmalara ama bu 7 TL olayı çok iyi. Byatt'ın Sahipler'i 36,40 mesela, 7 TL'ye alabilirsiniz. Şaka gibi. Her yayınevi yapmalı bunu. Ucuza okumak istiyoruz, depoları boşaltın yayınevleri. Evet, Onur Akyıl okumak lazım.

Ek: Yazım hatalarını unuttum. Aynı sayfadan iki örnek verip çekiliyorum:

"'Şimdi gidiyoruz ama bu bir daha gelmeyeceğimizi zannetmeyin,' deyip, arkasını döndü ve yürüdü gitti."

"Zaten bütün korkuların ve heyecanlarını yerini bir anda sarı uzun saçlar almıştı."

4 yorum:

  1. Çare e-kitap.
    Bedava ve yer kaplamıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok düşündüm ya. Gerçekten günlerce düşündüm, kredi kartı bilgilerini de girdim ama siparişi veremedim bir türlü. Kendimce bahaneler ürettim:

      1) Bunlarla kuşatılmaya -şimdilik- ihtiyacım var. Huzursuz ediyorlar. İşim de huzursuz ediyor beni. İtki bunlar, bir şeyler beni itmezse hiçbir şey yapamam gibi geliyor. Psikolojik zırva.

      2) Çeşitli alışkanlıklar. Detaylara girmek istemiyorum ama bir tanesini yazayım, kalem çevirmeden bir şey okuyamamaya başladım. Metroda, trende, otobüste falan elindeki kalemi fıt fıt fıt atıp tutarak kitap okuyan bir ruh hastası görürsen alırım bir selam. :B O kalemle notlar almalıyım. Yıldız, köşeli parantez, devasa ünlemler, eğik çizgiler, düz çizgiler, çizgiler... Alışkanlıklarımdan henüz vazgeçmek istemiyorum galiba.

      3) Fiyatlar düşsün diye de bekliyorum.

      4) Otuz yıl sonra falan bunların alayını satma planım var, ekonomik olarak zararda olacağım kesin ama bilemiyorum, ele toplu para geçmesi fikri cezbetti sanırım.

      Dördü de dandik bahane, altı aya kalmadan alırım aleti.

      Sil
  2. E-Kitap müthiş bir pratiklik ama saydığın nedenleri de anlıyorum.

    Eğer alırsan kitaplarımızı bir mail ile birbirimizle paylaşabiliriz. Benim şu an sadece 500 tanecik kitabım var çünkü. :D

    YanıtlaSil