Kötü bir gözlemci olmamıza dair örnekler görme ediminin ardındaki boşluklara odaklanıyor. Doğduğumuz zaman verili bir dünya ve edinilmiş algılarımız ne yapabileceğimizin kabaca bir şemasını verir. Belli bir tayftaki renkleri görürüz, biçimleri algılarız, her şey beyinde olup biter. Gözler nasıl iş göreceğini kısa sürede öğrenir, beyin bilişsel olarak gelişir ve bakış açımızdan kaybolan nesnelerin tamamen yok olmadığını öğreniriz, doğal bir süreç. Elli yıl boyunca hiç görememiş bir insanın gözleri açılınca normal bir şekilde yaşamını sürdürebileceğini düşünürüz, sonuçta beynin gelişimi tamamlanmıştır ve göz de işini yapmaya hazırdır ama öyle değil, Mike May ameliyat olup görebilmeye başladığı zaman kendisini tam bir kaosun içinde buluyor. Elli yıl boyunca eksik duyunun yerini mevcut duyular doldurmuştu, seslerin yankılarından yola çıkarak üç boyutlu şekiller çizebilirdi ama görmeye başladıktan sonra beynin işleyemediği pek çok geometrik şekil, "anlamını bilmediği" pek çok yüz, saldırgan bir dünya çıktı karşısına, beyni onca veriyi işlemeyi öğrenene kadar yaşamı işkenceye döndü. Biz duyularımızı kullanarak bu kaostan veri ve anlam çıkarabiliyoruz, fizyolojimizden ötürü normalde görmemiz gereken kapkara iki noktayı görmüyoruz, çünkü beyin o noktaları yok ediyor ama oradalar aslında, farkında olmadığımız pek çok gedikle doluyuz. "Zombi beyin" işte bu noktaları kapatan bir şey, bilinçaltıyla ilişkili bir parçamız. Özümüzü oluşturan şey belki de, Eagleman düşünce tarihini eşeleyerek ruh olgusuyla bu zombi beyni birlikte ele alarak birtakım çıkarımlara ulaşıyor ama oraya girmeyeceğim ben. Sonuçta duyu organlarımız veri toplamaya yarar, verileri işleyen beyindeki en ufak bir karmaşa dünyayı cehenneme çevirebilir. Animatrix'in bir bölümünde beynin belirli noktalarına verilen elektrik sinyalleri insanı güldürüp ağlatabiliyordu, bunu akılda tutmalıyız. Tamamını henüz bilmediğimiz ve anlamadığımız bir program çalışıyor geride, umalım ki hiç bozulmadan sürdürsün işini. Tümörlerle ve yaralanmalarla ilgili bölümlerde nasıl bir dehşetin içine düşebileceğimiz anlatılıyor, korkulu rüya gibi. "Şu anda bile masanızın üzerinde bir gümüş kalem sanrısı görüyor ve gerçekliğinden kuşkulanmıyor olabilirsiniz; varlığı, ne de olsa akla aykırı değil." (s. 46) Beynin sağ ve sol bölümünün bağlantılarının kesilmesiyle ilgili bozukluklar da oldukça ilginç; "yabancı el sendromu" gibi pek çok arıza çıkıyor ortaya. Eagleman'a elden gel diyesim geldi, bir yerde Evil Dead'den örnek veriyor. Bruce'un elinin yabancılaştığı sahne, konağının gözlerini çıkarmaya çalışan bir el. Düşünün, siz uykudayken eliniz komodinin üzerindeki bardağı alıyor, parçalıyor ve kırık bardağı boğazınıza saplıyor. Mümkün bu.
Beyin bir açıdan tamamen eğitilebilen parçalardan oluşur, bazı bölümleriyse sezgisel bir şekilde çalışır. Tavuk seksörleri ve uçak gözcüleri örneğini veriyor Eagleman, Japonya'daki bir okulda civcivlerin neye dönüşeceklerinin bilinmesi için dünyanın her yerinden gelen insanlara eğitim veriliyor. Şöyle bir şey, civcivin kıçına bakıyorsunuz, horoza veya tavuğa dönüşeceğini anlıyorsunuz. Bunun sistematik bir eğitimi yok, uzman seksörler öğrencileri toplayıp seçim yaptırıyorlar, onaylıyorlar veya reddediyorlar. Bu kadar. Öğrencilerin içgörü kazanmaları gerekiyor, tamamen sezgisel bir olay. Uzmanlar seçimleri onaylıyor veya reddediyorlar, eğitim de bu. Binlerce defa tekrarlanan bir uygulama. Uçak gözcülerinin eğitimi de aynı şekilde işliyor, II. Dünya Savaşı sırasında İngilizler kendi uçaklarını vurmamak için gözlemci yetiştiriyorlar. Ufukta beliren uçağın hangi ülkeye ait olduğunun hemen belirlenmesi çok önemli olduğu için iyi gören insanlar bir alana toplanıyor, görü kazanana kadar uçakları dikizliyorlar. Eagleman bu iki örneği henüz farkına varamadığımız bir işlemin en önemli parçası olarak yorumluyor. Normalde görebiliyoruz ama bilinçle, algıladığımız biçimde değil. Bir örneği görme yetisini kısmen veya tamamen kaybetmiş insanların edimleriyle açıklanıyor, göremediğini ısrarla söyleyen bir insanın karşısında parmaklarımızın kaçı gösterdiğini sorduğumuz zaman -şartlara göre- doğru cevabı vermesi olası, duyunun farkına varmadığımız işlemleri aslında görebildiğimizi gösteriyor, sadece bunu bilmiyoruz. Bu da mümkün.
Beynimiz yaşamamızı sürdürecek bir gerçeklik inşa etmemizi sağlar. Aslında bunu kendi varlığını sürdürmek için yapıyor olabilir, bunu beyine sormak lazım. İçgüdülere dokunamıyoruz, onları değiştiremiyoruz, sistemin kapalı kaynak kodları onlar. "Sonuçta, kendi içgüdülerimizden oluşan bir umwelt içinde yaşar ama onlarla ilgili pek az şey algılarız; bir balık, içinde yüzdüğü suyu ne kadar algılayabiliyorsa o kadar." (s. 91) Sayısız arzumuz, eğilimimiz, bize ait olduğunu düşündüğümüz parçamız bu biçimde oluşur. Çok sayıda örnek var, birkaçını alacağım. Sarışın kadınlara duyulan ilgi örneğin, açık tenli kadınların hastalık belirtilerini tenlerinden okumak kolaydır. Esmerler bu açıdan bir tür perdeye sahip oldukları için şüphe doğururlar. Bu bir görüş. Kadınların adet dönemlerinde daha fazla bahşiş aldıkları kanıtlanmış. Doğurganlık. Feromonlar, en basitinden teri itici olmayan insanlarla birlikte oluruz, genetik olarak birbirimizle uyumluyuzdur çünkü. İlginç bir bilgi daha: Sadakat geni bulunmuş. Bir gün evlenmeye karar verildiği zaman bu genin ölçülmesi istenebilir, iş biyolojide bitiyorsa çürük aile kurumunun sürdürülmesi garanti altına alınabilir.
Bir de "rakipler takımı olarak beyin" olayı var, Mel Gibson örneğini veriyor Eagleman. Mel Gibson bir gün alkollü bir şekilde araba kullanırken yakalanıyor ve Yahudilere giydirmeye başlıyor. Olay oluyor tabii, Mel Gibson özür diliyor ve normalde o tür düşüncelere sahip olmadığından bahsediyor, Yahudilikle ilgili kurumlardan yardım istiyor falan. Samimi olduğu anlaşılınca affediliyor, bilmem ne. Olay şu, hepimiz ırkçıyız ve ırkçı değiliz. Bastırabiliriz ama yok edemeyiz, çünkü içimizde yaklaşık sekiz milyon dört tane insan yaşıyor ve birinin sesi zaman zaman diğerlerini bastırabiliyor. İnsanın olduğu yerde her şey mümkün kısacası. Yine birkaç örnek alacağım ve bitireceğim. Zeki, işini seven ve yaşam dolu bir insanın çıktığı kuleden etrafına ölüm saçması ne kadar olası? Sıfırdan bire kadar puanlarsak bir diyeceğiz, olmuş bir şey. Teksas'ta adamın teki kuleye çıkıyor, elindeki uzun namlulu silahla sağa sola sıkıyor. Ondan önce eşini ve çocuğunu, annesiyle babasını öldürüyor. Geride bıraktığı mektupta bir süredir iyi olmadığını, korkunç bir öfkeyle dolup taştığını, beyninin incelenmesi gerektiğini söylüyor. İnceliyorlar, tümör bulunuyor. Tümör insanın öfkesini, sinirini, artık her neyse onu ayarlayan bölgeye baskı yapıyor ve adamın kişiliği değişiyor resmen. Tarihte pek çok örneği var bunun, dileyen kitabı alıp okusun. Walt Whitman'dan alıntılar eşliğinde kaç kişiden oluştuğumuzu görmek biraz korkutucu, kabullenmenin tesellisini de taşıyor ama.
Eagleman insanların gizli bölmelerini kurcalıyor, yaşamda neyle karşılaşabileceğimize dair uyarılarda bulunuyor ve daha da önemlisi, aslında ne olduğumuzu anlatıyor. Çok az bir bölümü çözümlenmiş muazzam bir kaosuz. Bu.
Ya biyoloji ile alakalı bir şey elime almamaya yeminliydim, senelerdir okumadım. Bu sene Cogito'nun Evrim sayısını okumaya başladım. Bari bunu da okuyayım. Evde Neil'in Beyni İle Konuşmalar var, işte lokal anestezi ile cerrahi bi operasyon yaparlarken beynini kurcalıyorlar adamın, nereye elektrik verince ne oluyormuş falan diye. Metis basmış, onu da okuyayım. İlgileniyosan sen de oku.
YanıtlaSilBakayım ya. Beyinle ilgili ne var ne yok okumak istiyorum.
Sil