Oyundan ne zaman çıkıldığı görülmeyen kırıklar yoluyla anlaşılabilir ama iş zaten kırığın görülmemesindedir, kırığı olan dışında kim bilir? Karşı taraf bilmez, sürdürmek istiyorsa muhataba acı vererek kendi acısını bastırmak ister, her şey bunun bir çeşitlemesidir. Kendi acısına kim boğulmuşsa yalnız kalsın, bir başkasını da kendiyle birlikte mahvediyor yoksa. Aslında kolay, hepimizde soyut düşünme yeteneği var, kendimizin olmayan duyguları hissedebiliriz, bir ölçüde bir başkasını anlayabiliriz de, o zaman oyunun ciddileştiği noktada neden durulmaz, bilmiyorum. Ben hiç o konumda bulunmadım, ne zaman oyundan çıkılır gibi olduysa kestim ama genelde karşı taraftaydım. Oyundan çıkıldığını her düşündüğümde aslında devam ettiğini gördüm. Bir keresinde şu tepkiyi vermiştim, Zonguldak'ın bütün köpekleri başıma üşüşmüştü, site güvenliği güvenli bir mesafeden beni izlemişti. Çok tuhaf, şimdi orada bir boşluk var. Neler olduğunu hatırlamıyorum, yükü hissetmiyorum. Dünyadaki tek mucize, bence, insanın taşıdığı acılarla yaşayabilmesi. Savunma mekanizmaları ne kadar ağırlık taşıyabilir, insan hangi noktada tam olarak onmasız kırılır, bunu merak ediyorum. Bunu irdeleyen filmleri izlemeden duramıyorum, en son 10 timer til Paradis'i izledim. Vücut geliştirmeci otuz sekizlik adamla annesinin hastalıklı ilişkisi korkunçtu, mutluya benzer bir sonla bitmeseydi kusursuz olurmuş sanırım. Bunu anlattım çünkü Cocteau'nun çocuklarında da sağlıksız bağlardan doğan, yaşamları mahveden bir ilişki var. Adamın filmlerinde de bu ilişkinin örneklerini görebiliriz, faciaları anlatır Cocteau. Sadece kendisi de anlatmaz, kendisinden sonra gelenlere esin vermiştir. Metnin 1950'de Jean-Pierre Melville'in yönetmenliğinde sinemaya uyarlandığını da sıkıştırayım şuraya.
Cocteau'nun kendi çizimleri aralara serpiştirilmiştir. Basit, gerçeküstüne göz kırpan çizimler. Karakterlerin kişiliklerinin birkaç çizgiyle aktarılmış olması aklımı aldı; hizmetçi Mariette'in kardeşlerin kaotik dünyasının dışında yer alması, hatlarını daha biçimsiz kılmış. İki kardeş Elisabeth ve Paul, yalın çekicilikleriyle oradalar. Mekân onlar kadar detaylı, olayların gerçekleştiği ev ve oda kapalı bir alanın yalıtılmışlığını yansıtıyor, iki kardeş arasındaki ilişkiye dışarıdan dahil olanların bozguna uğrayacağı, hatta ölümle yüz yüze gelebilecekleri birkaç çizimden çıkarılabiliyor, bir de Cocteau'nun serbest dolaylı anlatımı sayesinde karakterlerin seslerini odanın sesine karışmış olarak bulabiliriz. Hızını alamayan Cocteau, kendi sesini de zaman zaman anlatıya katmıştır ama pek göze batmaz bu, kararındadır. Karakterlerin anlatımındaki detaylar, duygu durumlarının çeşitlemeleri vs. metaforlarla kuvvetlenir, dahi renklenir diyeyim. Basit bir kerevit, karakterlerin birbirlerinin üzerinde iktidar kurma eyleminin nesnesi haline gelir. Ayrıntılar ne kadar küçülürse anlatım o kadar detaylanır, farklı anlamlar kazanır.
İki bölüm. İlk bölüm, Paul'ün eğitim hayatının bitmesiyle açılır. Önce mekân kurulur, kardeşlerin yaşadıkları mahal anlatılır. Sokaklar, binalar, lise binası. Binanın önünde çocuklar kar topu oynarlarken Paul'ün göğsüne atılan kar topu, çocuğun bilincini yitirmesine sebep olur. Anlatıcı bu noktada çocukların kapalı dünyalarına bodoslamadan dalar; çocuklar yetişkinlerle konuşmaz, kendi dünyalarında oyun-yaşamlarını sürdürürler. Din gibidir bu, anlatıcıya göre bu dinin karanlık ayinleri asla açığa vurulmaz. "Tek bildiğimiz bu dinde kurnazlığın, kurbanların, üstünkörü yargıların, korkunun, işkencenin, insan kurban etmenin yerinin olduğudur." (s. 8) King'in öykülerinde bu çocukların, daha doğrusu çocukların potansiyel kötülüklerinin yansımalarının kusursuz örneklerini görürüz. Çocukların dünyasının bu karanlık yönü önemlidir, yıllar geçse de Paul'le Elisabeth arasındaki ilişkinin bu dünyadan kurtulamadığını göreceğiz çünkü. Neyse, Paul'e içine taş konmuş kar topunu atan eleman, Dargelos, serseri ruhlu bir heriftir, inceliksiz haytadır, yakışıklı bir gebeştir. Bu yüzden Paul ona tutkundur, hatta şöyle: "Bulanık, yoğun, devasız bir acıydı bu, cinsiyetsiz, amaçsız, iffetli bir arzu." (s. 13) Bu arzu, okul yönetiminin Paul'ü sorgulamasında Dargelos'u suçlamamasına sebep olur, yaşananların tanığı olan Gérard en iyi arkadaşının neden Dargelos'u suçlamadığını merak eder. Anlayacaktır ama yıllar sonra, her şey için çok gecikilmişken.
Gérard arkadaşını evine götürür ve tutkunu olduğu Elisabeth'in korkunç şirretine maruz kalır. Elisabeth, Paul'den iki yaş büyüktür ve kardeşiyle birlikte etrafındaki insanlara eziyet etmekten, onları kukla gibi oynatmaktan keyif alır. Bir noktaya kadar Paul'le birlikte oynadığı oyunlarda kardeşiyle uyumludur, insanların şaşkınlıklarına birlikte gülerler ama Paul'ün büyümesiyle birlikte yakışıklı bir adam olmaya doğru evrilmesi, Elisabeth'in aklını iyice karıştırır ve kızı kaotik bir ruh haline sokar. Paul'ü kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır. Biraz yavaşlayayım, arada bir sürü olay var. Anneyle baba, anlatılmaları lazım. Baba siroza tutuldukça eve gelen bir adam, ölene kadar. Anne yatalak, yaşamanın neye yaradığını düşünüyor. Çocukların zaten bozuk olan psikolojisini iyice haşat ediyor, aile dostları olan doktoru olmasa daha en başta faciaya yol açabilirdi ama doktor her şeyi geciktiriyor, yıkımı da. Şöyle: "Annelerini severlerdi, itip kaktılarsa bu onu ölümsüz zannetmelerindendi." (s. 40) Bir yerde geçiyordu, insanlar sonsuza kadar yaşacayacaklarını sandıkları için böylesi hoyratlar diyen her kimse, selam. Neyse, annenin ölümünden sonra Gérard'la birlikte üçü tatile gidiyorlar, insanlarla oynadıkları oyunları sürdürüp dönüyorlar, bu sırada Elisabeth kardeşine iyice tutuluyor. Paul kar topunun da etkisiyle uzunca bir süre hasta yatıyor, Elisabeth'in eline düşüyor bir anlamda. Kız kardeşin erkek üzerindeki egemenliğinin yansılarını çok daha sonra, Agathe ortaya çıkınca göreceğiz. Paul'ün mücadeleci olmasına rağmen kabullenen bir yapıda olması, aralarındaki şefkatsiz, gerçeklikten çıkıp oyuna dönüşen ilişkiyi de çarpıtıyor. Bir başyapıt bu ilişki, özel bir şey, sadece kendilerine ait bir dünya. Olumsuz yan, başka bir dünya tanıyamıyor olmaları. Dargelos'a duyduğu sevgiyi ona çok benzediği için Agathe'ye de duymaya başlayan -bunda Elisabeth'in parmağı var- Paul, dünyanın yıkılma tehlikesi olarak ortaya çıkınca Elisabeth tarafından durduruluyor.
Agathe ve Paul birbirlerini gizliden seviyorlar ama konuşamıyorlar bir türlü, bunun farkına varan Elisabeth kardeşini kaybetmemek için hemen bir plan yapıyor. Bundan sonrası tam Servetifünun. Paul'ün Agathe için yazdığı mektubu gören Lise, Paul'e kızın kendisini sevmediğini, Gérard'la evlenmek istediğini söylüyor. Gérard'ın da ağzından girip burnundan çıkıyor ve ikisini evlendiriyor, korkunç bir evlilik, çözülmez bir ilişkiler yumağı. Çözülecek, sonlara doğru Paul'ün intihara kalkışmasıyla düğümleri çözen bir yüzleşme yaşanıyor ve Lise silahını çıkartıyor. Lise, yarattığı kaosu en kaotik, debdebeli biçimde sona erdiriyor. Tam bir sanat eseri; silahın patlamasından öncesi ve sonrasının anlatımı o odanın karanlığını müthiş bir şekilde yansıtıyor, Cocteau'nun atmosfer yaratımı mükemmel.
Çok özel bir yaratıcı Cocteau. Cocteau Twins şarkısı paylaşmak isterdim ama bugünün şarkısı başka.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder