2014 Brezilya Dünya Kupası süresince birbirlerine elektronik postalar yollayarak maçları, takımları ve yaşama dair hemen her şeyi yorumluyorlar. Knausgaard'ın Kavgam'ından sonrasında neler olduğuna dair merakımız diniyor; adamın dördüncü çocuğu olmuş, İsveç'te kuş uçmaz bir yerde, Geir'in evinin az aşağısında yaşıyor. İmza günlerine gidiyor, sigarayı bırakmaya çalışıyor, bildiğimiz Knausgaard aslında. Maçları izlerken uyuyakalması, adamın elli yaşına bastığını öğrenince makul bir hale geliyor. Gerçi bu sene de bazı maçlar son derece uyutucuydu, daha fazla uyumuş olabilirler. Ekelund hâlâ Brezilya'da yaşıyorsa onun için aynı şey geçerli değil. 2014'te heyecanı tam kalbinde yaşamış bir adam Ekelund, Brezilya gözlemleri son derece renkli, melez bir dünyanın her ögesini taşıyor. Siyahla beyazın değil, grinin ülkesinde futbol büyük bir heyecan, katliamlara yol açabilmesi bir yana, rakip takım taraftarlarının kardeşçe maçı izlemelerine de sebep olabiliyor. Futbolun bu birleştirici ve ayırıcı doğası, mektuplaşmalardaki pek çok tartışma konusunu -milliyetçilik, globalizm, feminizm, ataerkillik, dünyanın ahvali- belirliyor bir yandan. Daldan dala atlıyorlar, güzel bir muhabbet çıkıyor ortaya. Bizde böyle bir şey yapılsa bir tarafın Ali Ece olmasını isterdim. Diğer tarafa herhangi birini düşünemiyorum.
Biri elli, diğeri altmış yaşında iki adamın geyik muhabbeti olabildiğince samimi ama mektupların yayımlanacağını bildikleri için ne kadar rahat olurlarsa olsunlar bazı konularda ihtiyatlılar, bu da işin doğallığını bozuyor açıkçası. Mektup çok özel bir şey, Turgut Uyar'ın Tomris Uyar'la mektuplaşmalarından hiçbir şey kalmamış geriye mesela, Turgut Uyar'ın isteğince onca mektup ortadan kaldırılmış. Bu işin bir kutbu, diğer yanda yayımlanacak mektupların aslında kapalı olan açıklığı var. Söz gelişi bir kulturmann tartışması var, kodaman abilerin genç kadınları istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamalarına dair. Muhabbet erkek kokuyor; Knausgaard galiba, bu işin hep böyle olduğunu, bunun bir çıkar ilişkisi olarak görülebileceğini söylüyor. Erkekler gördükleri kadınla sevişmenin nasıl olacağını düşünürlermiş ilk, bu da bir iddia. Neyse ki daha fazla batırmadan kesiyorlar muhabbeti, biz de adamlara duyduğumuz saygıyı kendi kendilerine fazla baltalamadıkları için akıcı konuşmalarını okumaya devam ediyoruz ama bir kere çorbanın içindeki sineği gördük, keyif kaçtı. Çok yakınımda bir örneğini gördüm; düşüncesi bile tiksindirici ama bu ciddi ciddi düşünülüyor, bir erkeğin konumundan faydalanmak için kadınlığını kullanıp kullanmayacağını düşünen bir kadın, en az erkek kadar itici. Diğer meseleler bu kadar itici değil, mesela Brezilya'nın rengarenk sokakları, caddeleri ve havası ilgi çekici, Ekelund maçlardan önce ve sonra şahit olduklarını, Brezilyalı arkadaşlarını, kumsalda oynanan futbolu, yaşadığı hemen her şeyi anlatıyor. Knausgaard da gezdiği yerleri anlatıyor, aslında tam bir orta sınıf paslaşması bu. Kendileri de söylüyor zaten; yazdıkları kitapları kendileri gibi insanlar okuyor, muhabbetlerini kendileriyle özdeşleşebilecek olanlar, kendi yaşam standartlarına yakın olanlar okuyor, başkalarını ilgilendiren bir dünyaları yok. Az okunuyorlar, ortalamaya göre daha da az okunacaklar, bunun sıkıntısını duyuyorlar ama bir yandan da "Üçüncü Dünya" diye bir şeyin kalmadığını söylüyorlar, herkes orta sınıflaşmaya doğru gidiyor. Bu da goy goy muhabbetlerinden biri. Angola'nın IMF'ye -bunu sıktım, bir kuruluşa diyelim- yardım edebildiği, çetelerin giderek azaldığı, küreselleşe küreselleşe bir olmaya doğru ilerleyen bir dünyada yaşadıklarını söylüyorlar. Eskisi gibi savaşlar yapılmıyor, şiddet eylemleri azaldı, dünya artık daha süper bir yer. Bunları bu yaşlı heriflerin konfor alanlarından görülen dünya üzerine yaptıkları şımarıklık olarak görüyorum, zaten kendi iddialarını da bir noktada yok ediyorlar. Ekelund, favelalardaki çetelerin ortadan kalktığını, sokak ortasında adam öldürülmediğini vs. söylüyor. Bunun sebebi dünyanın en büyük turnuvalarından birinin yaklaşması/gelmesi olabilir mi acaba? Gözden ırak olan gönülden de mi ıraktır? Katranı kaynatsak olur mu şeker? Sonradan bir başkası, arkadaşı sanırım, söylüyor zaten; bela çıkaracak unsurlar başka şehirlere def edilmiş durumda. Hiçbir şeyin iyiye gittiği yok, sadece görünürlükleri azaltılıyor, hepsi bu.
Maradona, Pele ve Messi muhabbetleri müthiş. Pele'yi sevmezmiş Brezilyalılar, para için yapmayacağı iş yokmuş adamın, o yüzden kendilerinden görmezlermiş. Messi de erkenden İspanya'ya gittiği için Arjantinliler tarafından öyle pek de sevilmezmiş, Tevez daha çok sevilirmiş mesela. Maradona pek çok mektupta sohbet konusu oluyor, hepsini alamayacağım ama oyunun güzelliği açısından bir anekdotu aktarabilirim. 1986'da attığı çılgın koşulu golde kendisine neden pas vermediğini soran takım arkadaşına, "Biliyorum, pas vermeliydim, seni gördüm ama pas vermek hiç aklıma gelmedi," demiş, bireysel yeteneğiyle dünyanın farkını yaratan bir adama neden pas vermediğini sormak da ilginç bir şey. Neyse, oyunun doğası ve yaşamın doğası da karşılaştırılıyor, ilki diğerinin alt kümesi olmasına rağmen futbol gibi kitlelerin takip ettiği oyunlarda yaşama zıt bir durum da ortaya çıkabiliyor, gerçi bu yaşamın nasıl görüldüğüyle de ilgili bir şey. Kaos futbolunun pek sevilmediği malum, oysa yaşamın kendisi ne kadar rasyonel gözükse de kaotik. Bu yüzden Almanya'yı seviyorlar ve sevmiyorlar. Brezilya'nın yedi yediği maç için pek coşkulu yorumlar yapmıyorlar, Arjantin'in Almanya'yı finalde haşat etmesini bekliyorlar ama sonucu hepimiz biliyoruz.
Keyifli bir verkaç bu metin, iki genç ruhlu adamın bütün düşüncesizlikleri, incelikleri, ruhları ortada. Tam olarak ortada değil gerçi, olabildiğince ortada. Yeterli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder