Bu incelemeyi kaosu düzenleme çabası olarak görmek mümkün. İnsanın en görünür ve ironik bir biçimde en karanlık noktası konusunda söylenmiş onca söz, uydurulmuş onca sözcük, yazılmış onca metin bir arada, yüzün doğasını daha iyi anlayabilmek için. Yüzün toplumsal yansımalarından bireysel çıkarımlarına kadar pek çok özelliğini bir araya getiriyor Le Breton, binlerce yılın taşıdığı farklı değerlendirmeler yüzün girdiği biçimleri bir düzene oturtmaya çalışıyor, tanrılara verilen yüzlerden yüz yapısının kişilik tahliline kadar varan bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Yüzün uçuculuğunu yakalamaya çalışan onca insanın fikirlerinden bir yere varılabiliyor sonuçta; hiçbir şeyin kesin olamayacağı. Yüzün mutlak bir doğrusu yok. Tıpkı sözcükler gibi, yüz de ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, üzerine binen onca kodun altında hâlâ bir boşluk olarak duruyor. Kod çözmeye yarıyor bu deneme, yüzün parçalarını her bir bölümde teker teker açığa çıkardıktan sonra, bütünden parçaya indikçe yüz okur hale getirmiyor da yüze bakarken aslında neye baktığımızı, yüze neler yüklediğimizi anlatıyor. Edebiyattan psikolojiye pek çok disiplinden örnekler vererek yapıyor bunu, çok iyi.
Yüzün İcadı bölümüyle başlıyoruz, YHVH yüzünü göstermiyor, Musa'yı seçtiğine göre ölmesini istemez, bu sebeple yüzü gizli. İsa'nın yüzünün parıldaması, ışıkla örtülmesi de benzer bir tanrısallığı taşıyor ama yüzlerin yüzü, yaratıcı tarafından verilen yüzlerin en ilahisi görülür değil, çünkü yüzü görmek tanrıyı görmek demektir. Sesin böyle bir yasağının olmaması anlaşılır bir şey; yüz kutsal olduğu için doğrudan ortada değildir, kaynağı olduğu sesle varlığını gösterir. "Tanrı'ya bir yüz kazandırmak onun tanrısallığını ortadan kaldırmak, onu üstün, tanınabilir, insanınki gibi ayrımlı bir yüzü olan bir insana dönüştürmek demektir." (s. 18) Müslümanlıkta da benzer bir durum var; sanatçılardan suret yapanlarının cehennemde cayır cayır yanacağı söylenir. Allah can verir ve can alır, başkasının haddine değildir bu. Kutsalın resme/temsile dönüşmesi İsa'yla gerçekleşir, ikonalardan biliyoruz. "İnsanın anısını kendisinin ötesinde canlı tutan ilk örnek" der Le Breton, İsa'nın resminin çizilmesidir. Birçok İsa tasviri var, Japonların yaptıklarından Afrika'daki örneklerine uzanan gelenekler coğrafyaya göre farklılaşıyor, siyahi İsa ve çekik gözlü İsa örnekleri ilginç. Şu daha da ilginç: "Roma'daki yeraltı mezarları İsa'nın sağlığında çizilmiş suretlerle bezeli freskleriyle ün salmıştır." (s. 23) Görülebiliyor mu acaba bu freskler, yakın zamanda gitmeyi düşünüyordum, bir araştırayım. Neyse, Katolik ve Ortodoks geleneklerinin kıyaslamasıyla, kutsal kitaplardaki bilgilerin ışığında yüzün kutsallığının tezahürlerini inceliyor Le Breton, bu bölümün olayı bu. Rönesans'a kadar uzanan süreçte insan fizyolojisinin tanrıbilimle olan bağını da görüyoruz, bir küçük-evren olarak insanın fizyolojik yapısıyla tanrısallık arasında kurulan bağ, anatomistlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kopuyor, insan bedeninden kovulan evrenin bilimsel gelişmelerle birlikte daha bağımsız bir yapıya sahip olduğunu, yüzle pek bir işinin kalmadığını anlıyoruz. Yüz artık yüz olarak benimseniyor, kutsalın bir parçası olarak değil. Paradigma değişimi sonucunda toplulukçu bir yapıdan bireyselliğe kademe kademe geçen insan, yüzlerin bir toplamını incelemek yerine direkt tekil yüze odaklanmaya başlıyor. Kodların ortaya çıkışı da bu döneme denk geliyor.
Adı bahşetmek gibi yüzü bahşetmek de korunmanın ortadan kaldırılması, yakınlık kurulması anlamına geliyor. Lanetlenmeye, büyüye açıyoruz yüzümüzü, bedeni sakınmıyoruz ve yara alır hale geliyoruz. İktidarın korkacağı bir durum yok, portresini yaptıran bir hükümdarın çizilmesini istediği şeyler yüzünü kuşatıyor; yönetilen kentin/devletin betimlenmesi gücün bir kanıtı haline geliyor, dinsel kutsanma yerine meta edinimi daha makbul oluyor. Paraların üzerine yüz basılıyor, kentin yapılarında yüzlerin izleri görülebiliyor, hatta bir süre sonra yüz temsilleri iktidarın boyunduruğundan kurtulunca, halk tarafından kullanılmaya başlayınca kız isteme olaylarında etkin bir şekilde rol alıyor. En tepede başlayıp en dibe ulaşan bir iletişim aygıtı haline geliyor yüz, toplumsal boyutta inanılmaz bir önem kazanıyor, fotoğrafın icat edilmesiyle birlikte "demokratikleşmeyle eşzamanlı" bir olgu haline geliyor, artık herkeste yüzün bir kaydı mevcut oluyor. Aynalar da önem kazanıyor, yüzün yansıması kusursuz sanatı betimliyor. Sosyal çıkarımlar açısından mimiklerin, yüz hareketlerinin sekiz ana duyguya indirgendiği söylenebilir, her düşünür yüze kendi anlamını veriyor, birçok kuram çıkıyor ortaya, bilimsel gibi dursa da pek bilimsel değil hiçbir şey.
Yüzden Figüre: Fizyognomi Maskeleri bölümünde yüzün açığa çıkardığı gizleri bilimsel yollarla açığa çıkardığını düşünen insanların görüşleri inceleniyor. Platon'dan itibaren gelen bir şey; geometri bilmeyenler gibi "yüzü biçimsiz veya kolu bacağı orantısız" olanlar da kapıdan giremiyor. Aristoteles işin iyice suyunu çıkarıyor, burnun biçiminden insan tahlili yapmaya vardırıyor işi. Daha yakın tarihlerde Lavater nam bir bilim insanı, yüz biçimleri ve anlamlarıyla ilgili kallavi bir eser kaleme alıyor, Balzac'ın karakterlerini yaratırken bu kaynaktaki tariflerden yararlandığı söyleniyor. "Aklın hakimiyetine sokulan yüz", ruhsal pek çok göstergeyi taşıdığı düşünüldüğü için kalıp fikirlere sokuşturuluyor denebilir.
Yüzün simgeselliğiyle başlayıp denemenin bitimine kadarki bölümlerde makyajdan maskeye, amorf yüzlerden zihinsel hastalıklar yüzünden tanınamayan yüzlere kadar pek çok konu ele alınıyor, Proust'tan plastik cerrahlara pek çok yüz biçimleyicinin eylemleri sonucu oluşturulan yüzlerin anlamları konusunda birtakım atıp tutmalar sergileniyor, Le Breton yüze sayısız açıdan yaklaşıyor, boşluğu bir parça olsun aydınlatmaya çalışıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder