Çevirmen Aydın Emeç, Hür Yayın 1982'de basmış. Boussinot, Sorbonne'da felsefe okuduktan sonra gazetecilik yapmış, 1946'dan 1982'ye kadar on beş roman yazmış, yönetmenliği de var. Türkçeye şimdiye kadar tek bir metni çevrilmiş, diğer metinlerini bilemiyorum ama bunun kadar iyiyse kesinlikle değerlendirilmeli. Tek bir sorunun etrafına örülen anlatı, kişisel tarihin uzak bir zamanında başlayıp Forrest Gumpvari bir adamın yaşamına açılıyor ve resmi tarihin belgeleriyle desteklenerek kurmacanın gerçekle bir araya gelmesini sağlıyor. İyi kotarıldığında iyi bir metin demektir bu. Boussinot iyi bir iş çıkarmış.
Metin iki bölümden oluşuyor, ilk bölümün adı Chalosse Diye Bilinen Jean. Anlatıcı, otuzlu yıllarda Bordeaux'daki Michel-Montaigne Lisesi'nde okurken civardaki tıp fakültesinin birkaç basamağında yaşayan dev adamı hatırlıyor, yıllar sonra. Kırk yılın sildiği anılar arasından kurtulan adamın anısı çok canlı; serseri görünümlü biri değil, alkolik değil, kimseyle iletişim kurmuyor, kendi halinde yaşayıp gidiyor. Yıllar sonra tıp fakültesindeki iskeletlerden biri olarak karşılıyor anlatıcıyı, bedenini tıp fakültesine satıp öldükten sonra laboratuvarın en heybetli sakinlerinden biri olarak görev yapıyor. Kimliğinin yazdığı fiş, anlatıcı için koca bir kişisel tarihin kapılarını aralıyor. Kurmaca kısımlar burada devreye giriyor; adamın çocukluğundan ölümüne kadarki süreci adamın -bundan böyle Jean- yaşadığı dönemde gerçekleşen siyasi ve toplumsal olaylar üzerinden, anlatıcının araştırmalarının sonuçlarından ve Jean'ın -olabildiğince kurmaca- yaşantısından öğreniyoruz. Bir insan kuruluyor; elde yeterli malzeme var ve malzemenin yetmediği noktalarda hayal gücü devreye giriyor. Ele geçen fişte Jean'ın 1858 doğumlu olduğu yazıyor, 1879'da askere alındığı ve aynı yıl çürüğe çıkarıldığı bir diğer bilgi. Ölüm tarihi, 15 Ağustos 1936. Anlatıcı, kendi zamanının yüz yirmi yıl öncesindeki doğumdan itibaren hikâyeyi anlatmaya başlıyor, Tierrabec'in Jean'ı bulmasıyla birlikte bir hayatın izleyicisi oluyoruz. Mavi gözlü, sarı bir bebek Jean, çoban Tierrabec'in yalnızlığını dindirecek tek insan. Büyüdükçe kuvvetleniyor, gelişiyor ve iki metreyi aşan bir boya ulaşıyor, bu sırada çobanlığı öğreniyor ve Tierrabec'in bir kaza sonucu uçurumdan düşmesiyle tek başına kalıyor. Civardaki papaz ve köylüler, Jean'a yardımcı olup çobanlıkla geçinmesine yardım ediyorlar. Hayvan sahipleri, Jean'ı açlıktan ölmemesini sağlayacak kadar besliyorlar, Jean da fazlasını istemiyor zaten. Kraldan, Fransa'dan, cumhuriyetten, hemen hiçbir şeyden haberi yok. Dağlardan asker kaçakları geçiyor, askerler geçiyor ve Jean bazılarına yardım edip bazılarından uzak duruyor. Yerel lehçeden başkasını anlayamıyor, bu yüzden iletişim de kuramıyor pek. Yakınında yaşayan insanlardan başka tanıdığı yok. Biraz Yüzyıllık Yalnızlık havası da işin içinde; çitlerle çevrilen topraklar ve "parlak, uzun bir yara" olarak ortaya çıkan raylar, giderek biçimlenen ve paylaşılan dünyayı Jean için anlaşılmaz kılan detaylar ama kendine ait bir yeri, bir evi ve Tierrabec'ten kalan bir parası var, yeterli. Parayı noter işletiyor, Jean şimdilik iyi gidiyor.
Askere alındıktan sonra yazısının kötülüğü ortaya çıkıyor. "Ağlayan asker" olarak bilinmesine yol açan olaylar, kendisi için oldukça yaralayıcı. Savaş çıktığını söyleyen askerler Jean'ı orduya alıyorlar ve bu tekinsiz, suskun devden korkan ordu mensupları pek de iyi davranmıyorlar adama. Ne ki düztaban olduğu ortaya çıkınca evine dönmesine izin veriliyor, ahmağın teki olduğu için ordunun kaybettiği pek bir şey yok komutanlarına göre. Zaten koyunlarını, dağlarını ve ağaçlarını istiyor o, her ağacı bir İsa, tapılası bir ilah. Dini yok Jean'ın, doğanın kendisi için tek tanrı olduğunu söyleyebiliriz. Papazın da pek bir baskısı yok bu konuda, bu yalnız, garip adam için en iyisini istiyor sadece, bu yüzden Jean'ın bir kadınla yaşaması gerektiğini söylüyor. Böyle bir kadın var; evi çekip çevirebilir, çocuğu olmasına rağmen genç, hoş bir kadın. Aşık da oluyorlar sonra birbirlerine, kadın ölmese çok mutlu olurlardı. Kadın, Jean'ın soyulmasını da engelleyebilirdi belki; noter öldükten sonra yerine gelen adam hırsız çıkıyor, Jean'ın parası dahil olmak üzere pek çok kişinin parasını cebe atıp kumar oynuyor, kaybediyor ve intihar ediyor. Savaş sırasında Jean'a kaktırılan devlet tahvilinin de pek bir kıymeti yok. Sokağa ve hapse düşüyor Jean, insanların kendisine yaptıklarına pek de hayret etmiyor, insanları biliyor çünkü. Bilge bir adam, ne kadar aptal gibi gözükse de aslında her şeyi anlıyor, oldukça duyarlı.
Adamın acı sonunu zaten biliyoruz ama hikâye Jean'ın ölümünden sonra da devam ediyor, zamanında karşılaştığı insanların çocukları veya torunları devletin üst düzey bürokratları haline gelmişler, bir şekilde tarihin izini üstlerinde taşıyorlar ve bazıları doğrudan Jean'ın her şeyini yitirmesine sebep oluyor. İlginç bir nokta: Jean'ın aşık olduğu kadından bir çocuğu olduğu ortaya çıkıyor, anlatıcı bir araştırmacı gazeteci gibi çalışırken bu çocuğun aslında kendi zamanının çok önemli bir politikacısı olduğunu keşfediyor. Adama durumu anlatan bir mektup yazıyor, arşivlerdeki belgelerin örneklerini yolluyor ve bir süre sonra bakıyor ki arşivler tahrip edilmiş, kimlik bilgileri ortadan kaybolmuş. Jean'ın izi kalmayacak neredeyse, hatta anlatıcının çabaları olmasa çoktan yitmiş durumda. İkinci bölümde, Katmanlar'da bu meseleler anlatılıyor.
Kaybolup gitmemeli bu metin, kesinlikle okunmaya değer. Hem Jean'ın kurmaca-gerçek hikâyesi, hem anlatım tekniği, hem modernleşen dünyada kaybolan bir insanın acısı ilgi çekici. Denk gelinirse alınsın. 5 TL'ye bulunabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder