Françoise anlatıcının olaylar arasında köprü kurması gerektiğinde temel taş olmaya devam ediyor, bütün taşralılığıyla ve peşin hükümlülüğüyle orada, yaşamı olduğu gibi görüyor ve pek bir süzgeçten geçirmeden anlatıcının bir parçası haline getiriyor. Yerleşilen yeni evin düzenlenmesi ve sorumluluğu yine kendisine ait, bu sebeple anlatı boyunca nerede karşımıza çıkacağını bilemiyoruz ama sürekli orada, varlığı okura farklı bir bakış açısı kazandırıyor, anlatıcının gözlemlerini kendisinin gözlemleriyle kıyaslayarak ikinci bir gözlemci haline gelebiliyoruz, okur çoğalıyor, tek bir bilince hapsolmamış oluyoruz. Tekil bir anlatı biçimi ne kadar zengin olursa olsun başka bir bilinçle tartılmadığı müddetçe kısıtlıdır, bu şekilde genişletilebilir. Genişletilmiştir; Françoise anlatıcıyı anlayabilecek tek insan olarak beliriyor ve tahlillerden nasibini alıyor. Sinirli bir insan, hassasiyeti ölçüsünde bencil, kendisinde gördüğü eksikleri başkasında görmek istemiyor. Guermantes Konağı'ndaki dairede anlatıcının Françoise'yla kıyası, anlatıcıyı soyluların yaşamına hazırlıyor bir bakıma. Daha keskin bir bilinç, daha iyi gözlemler. Mekânlar da bu yeni bilinçle tekrar kuruluyor, daha önce karşılaştığımız Combray Kilisesi'nin vitraylarına, duvar halılarına daha farklı bir duyarlılıkla yaklaşır anlatıcı, çocukluğunda yapıların bıraktığı izleri gençliğinin izlerinden tamamen ayırır ve yepyeni bir insan olarak izler yaşamı. Guermanteslar için çalışan hizmetçilerin inceliği de bu gözle incelenir, Jupien'in Mme de Guermantes'la geçirdiği zamanlarda edindiği bilgi, edebi derinlik ve soylu incelik, Françoise'nın niteliklerinden oldukça farklıdır ve anlatıcı için yeni bir şeydir bu, ilgi çekicidir. Tanışılan insanların inşası, o insanların davranışlarındaki en küçük detaylardan bile koca bir dünya kurulmasını sağlar. Guermanteslar'ın kurulumunda da bu teknik kullanılır; ailenin yaşadığı muhiti biçimlendirmesi, anlatıcının ailesiyle olan münasebetleri, evlerine girip çıkan çok mühim insanlar nispeten az bölümlemeye ve çokça psikolojik çözümlemeye yol açar.
Mme de Guermantes'a kesilen anlatıcının neden bu aileye taktığını da az buçuk anlarız, gönül işlerinin başladığı noktada anlatıcının daha keskin bir bakışa sahip olduğunu tecrübe etmiştik, o halde bu ilginç ve görkemli kadının yaşamına boğulacağız demektir ama öncesinde durmadan hasta olan anlatıcının babasında uyandırdığı kaygıyı ortadan kaldırması, bunu yaparken de Mme de Guermantes'a yaklaşması gerekiyor. Bir yandan yaşam durmadan akıyor, anlatıcı yeni anımsayış biçimleri buluyor, örneğin bir şiirin bir hecesini hatırlayamadığı için şiirin tamamının silinip gitmesi gibi kayıpların yanında önceden gördüğümüz tiyatro salonunun yeni anılara zemin hazırlıyor. "İnsanoğlunun eserlerini görme kuruntusunun, meraklı tanrıçaları eşiğine getirdiği, yaklaşılması imkânsız bütün bu barınakların arasında en ünlüsü, Guermantes Prensesi'nin locası namıyla bilinen loş kütleydi." (s. 994) Hayal gücünü "daima istenenden farklı bir şey çalan bozuk bir laterna" olarak niteleyen anlatıcı için farklı zamanların anıları bir araya getirilip tekrar ayrıştırılır, bu kez Prenses için. Locadan atılan bir bakış, verilen bir selam, anlatıcının sanat hakkındaki görüşleriyle birleşip yeni bir pencere oluşturur. Net bir pencere değil bu, Mme de Guermantes görünümünü sürekli değiştirdiği için anlatıcının bilincini de yönlendirir ve anılar arasında bir uyumsuzluk yaratır. Netleşen panorama tek bir an için geçerlidir, örneğin birçok aristokratın katıldığı bir yemek sekansında. Anlatıcı, yakın arkadaşı ve Mme de Guermantes'ın yeğeni olan Saint-Loup'yu karargahında ziyaret ederken berrak bir manzarayla karşılaşırız, askerliğin doğasının ve askeriyedeki hiyerarşinin incelenmesi son derece yalındır ama aşık olunan kadın ortaya çıktığı zaman bir tedirginlik, her şeyi bir düzleme oturtma kaygısı sezilir.
Anımsama nesnelerine yenileri katılıyor arada, örneğin Saint-Loup'nun emir erinin getirdiği kakao, ilk kitaptaki madlen gibi bir etkiyle tat duyusunun anıları biçimleyişindeki etkisini gösterir, anlatıcı odasının penceresinden gördüğü manzarayı onca zamandan sonra en ince ayrıntısına kadar hatırlar. Odalarla alakalı, aslında mekânla alakalı yorumlar bu anımsayışları zamanın peteğine yerleştirir: "(...) bu odalar topluluğu, sessiz bir hayatları olmakla birlikte bir insanlar kolonisi kadar gerçekti ve içeri girdiğinizde, onlarla karşılaşmak, onlardan kaçınmak, onları ağırlamak zorundaydınız." (s. 1034) Ağırlanan oda imgesi, mekânın da bilincimizde ağırlanan bir varlık olarak düşünülmesini sağlar, çok ince bir hassasiyet. Proust'un hakkında düşünmediği bir varlık olduğunu sanmıyorum, yaşamı şekillendiren her şey onun zihninden nasibini almıştır. Hemen her kitapta olduğu gibi burada da uykunun hiçlikle samimiyeti irdelenir ve uyku, olaylar arasında bir koridor olarak kullanılır. Odalardan karakterlere, karakterlerden zamanlara geçişler yapılır. "Çeşitli yıllara denk düşen sabit yerleri kendi içimizde bulmak daha iyidir." (s. 1043) Anlatıcı sadece yerleri değil, yaşama dair her şeyi kendi içinde bulur ve onları kendine has bir biçimde bir araya getirir. Uykuyu bu edimde bir derleyici olarak görebiliriz, uyku mühimdir. Uykuya dalmakla uyanmak arasında kişinin aynı kalması, ölümden sonra ruhun dirilişinin bir hafıza olayı olarak incelenmesi de üzerinde durulan onlarca düşünceden bazıları.
Mme de Guermantes'in kişiliği, popüler bir kadının sahip olması gereken bütün özellikleri taşıyor. Prenses edebiyat biliyor, siyaset biliyor, insan idaresini biliyor, toplumun her kesiminden insanla iletişim kurmasını biliyor, oldukça da güzel. Anlatıcıyı pek sevmediği söylense de çekim gücüne tutulan anlatıcı için ondan uzak durmak mümkün değil, kendini bir şekilde davet ettiriyor Prenses'in evine.
Birçok davette bir araya gelen birçok insanla yaşananlar bir yana, Mme de Guermantes'ın son daveti özellikle uzun tutulmuştur, anlatıcıda derin bir iz bırakan bu bölümün okurda sıkıntıdan kendi kafasına odunla vurmak gibi etkilere yol açtığı söylenmiştir ama sıkıntının bu büyük anlatıyla pek bir ilgisi yoktur, Fransız aristokrasisinin unvanları, entrikaları, çekişmeleri ve benzeri pek çok olguları anlatıcının zihninde beliren tek bir parçadır, metnin tamamını ele geçirmemiştir, metnin tamamını ele geçiren şey, detay oluşturma başarısının okurda yarattığı güvenilirlikle zenginleşen bir hatıra dizilimidir. Döngüsel bir dizilim; her şey hatırlanır, tekrar hatırlanır ve hatırlanan şey önceki biçimlerinden farklılaşır. Proust okumak -gerçekten- eşsiz bir deneyimdir, geriye kalan kitapları bütün bir seneye yayacağım sanırım, hemen bitirmek istemiyorum. Gerçi onca kişinin, olayın ve mekânın unutulmaması gerek, arayı açmamak gerek. Kısacası bu taraf, onca parçaya ayrılmış anımsayışın şimdiye kadarki en iyi bölümünü oluşturuyor. Bence.
Ek: Sonda bir tartışma sahnesi var, soylu bir adamın oldukça kibar bir şekilde yürüttüğü düşmanlığı, öfkeyi pek az yerde görmüşsünüzdür. Anlatıcının ne yapacağını bilemediği, karşısındaki beyefendinin kibar kibar hakaret ettiği kısımlarda çok eğlendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder