Şimdi tekrar baktım, "Ve bana hepimizin kâğıttan olduğunu öğreten Liz'e" bölümü yok, tekrarda silinmiş. Liz'den, "O" diye bahsediliyor sonrasında.
En başa dönülmese de, anlatı kaldığı yerden devam etse de kadın artık yoktu, anlatılmak istemeyince anlatacak bir şey kalmıyordu, Satürn'ün bölümleri boşluktan, boş sayfadan ibaretti. Affetmemenin hor görülen, yıkık taraf için elindeki tek teselli olduğu söylenir, bir parça olsun doğrudur. Affetmemek bir daha aynı şeylerin yaşanmayacağını kesinler, bir kapıyı artık tamamen kapatır, başka biri olma yolunda büyük bir adımdır. Neden sadece olumsuz anlamıyla öne çıktığını anlamıyorum, işin içinde hınç, öç bir şekilde var ama yara açıcı ölçüde değil. Kadının bencilliğinin sürdüğünü düşünüyorum, Satürn'den yazmamasını istemesi tamamen kendini koruma ve hâlâ Satürn'ün yaşamına bir şekilde sızma, yaşama ket vurma, Satürn adına karar alma isteği taşıyor. Zaten Satürn de -Satürn'e anlatıcı/yazar diyebiliriz, kendini kurguladığı, kendini kendi değilmiş gibi anlattığı bölümleri mevcuttur, sayfanın üçe ayrıldığı ve bir sayfada üç, toplamda çok karakterin gözünden paralel olayları okuduğumuz bölümlerde bir sıra kendisine aittir, anlatır- metni ikinci kez oluşturmaya başladığında "kaltak" yazıyor, minicik, koca bir sayfada, tam ortada.
Çok karışık oldu ama böyle bir metin için başka bir değerlendirme biçimi düşünemedim. Toparlayayım veya daha iyi dağıtayım; bu metin birkaç karakterle, Marquez'inkilere benzer bir kentle, yazarla ve kâğıttan insanlarıyla ilgilidir. Temelinde bir çatışmadan doğar; bir metni yazar mı oluşturur, karakterler mi? Anlatının oluşumu bir yana, metnin oluşum boyutu da işin içine giriyor bu kez. Orta karar bir kasabanın insanları, ruh hallerini etkilediği, kaderlerini çizdiği için Satürn'e düşman kesildiklerinde, Satürn'e savaş açtıklarında kendilerine ayrılmış bölümleri kullanarak savaş hazırlığı yapıyorlar, bu sırada kendi yaşamlarındaki terk edilişlerinin, bir başına bırakılışların acısını çekiyorlar. Yazara/Satürn'e dönüyorum, kendi acısının anlaşılabilmesi için karakterlerine benzer acılar bırakıyor, belki de böylece anlaşılabilir nihayet, kendisine düşmanlık beslenmez. Dilese onlar için bölümler de ayırmazdı, her birini susturup sadece kendisi konuşabilirdi ama acısının da ortadan kalkmasını istiyor, bunun için paylaşmaya ihtiyacı var, kâğıttan insanlarını bu yüzden doğuruyor, her birine aşksızlığın veya aşkın acısını bu yüzden veriyor. Tanrı, yazar, anlatıcı, her neyse artık, yalnız olmadığını hissetmek istiyor. Üçe ayrılmış sayfalarda kendi bölümlerinin yanında diğer karakterlerin konuşmasıyla onların sesini duyuyor, göklerden izlediği insanları birbirlerine kâğıt kesiği yaraları açıyorlar, kurmaca kimlikleri son derece gerçekçi, soyut bir düzlemde kalmıyorlar ve üzerinde yer aldıkları kâğıdın niteliğini taşıyorlar. Kâğıttan biriysek öpüştüğümüz insanın dilini keseriz, ister istemez, orada bir kendilik söz konusu değildir, başka etkenler devreye girer, kâğıdı yaşamın bir metaforu olarak görmek zor değil, önemli olan karakterlerin bedenlerinin kâğıttan oluştuğunu fark ederken yara açabileceklerini, canlarını yakabileceklerini de fark etmek. Mutsuzluk söz konusu olduğunda sayfaların karakterler için bir düzlem olarak işlevi kadar canı da görülüyor, gerçekle kurmaca her türlü, soyut ve somut düzeyde iç içe geçmiş. Plascencia bu açıdan çok saygı duyulası bir üfürükçü, müthiş uydurmuş.
Karakterler ve anlatım oyunları konusunda biraz gevezelik yapıp bitireceğim, okurla metin arasında öyle sıkı bir bağ var ki bunu deneyimlemeden olacak iş değil. Antonio'ya bakalım, kendisi bir keşiş, ilk origami cerrahı. Tıp eğitimiyle kâğıt sanatını birleştirip insanları sayforg -öeh- haline getiriyor, kâğıtlaştırıyor. Lawson'ın Kâğıt Adam'ı gibi biraz, insanlar ıslanınca çekiyor, buruşuyor, hemen yeni kâğıt yapıştırmaları gerekiyor. Yıpranmış parça unutuluyor, düşünülmüyor. Kolayca unutulmayan acıların yok edilmesi basit, başka bir parçayla gedik hemen kapatılabilir ama kâğıt kesikleri her şeyin kolaylıkla unutulamayacağını hatırlatıyor. Antonio'yla ara ara karşılaşacağız, kendi macerasını yaşarken hikâyeye de katılacak bir noktada. Federico de la Fe'nin mücadelesi, anlatının çatışma unsurunu oluşturuyor Satürn'le beraber. de la Fe, Merced'i kaybetmekten ödü kopan bir Meksikalı, sınır boyunca oradan oraya geçip duran, sınırı geçemeyen pek çok tanıdığıyla birlikte yaşarken geceleri altına işiyor, haliyle kâğıt ıslanıyor ve sonunda Merced tarafından terk ediliyor. Çocukları Küçük Merced'in annesinin nereye gittiğiyle ilgili bir fikri yok, sonradan öğrenecek. Şimdilik baba ve kız. Küçük bir kasabaya taşınıyorlar, de la Fe acısından kurtulmaya çalışıyor, Merced'in nereye gittiğini bir yerden duyarsa oraya mektup yazıyor, adressiz. El Monte'ye gidiyorlar, küçük bir kasabaya. Kasabanın çetesi, yerel çiçek yetiştiricilerinden ve işçilerden kurulu. Suç işlemiyorlar, başlarda. de la Fe, tepelerinde dolanıp duran Satürn'ün hikâyesine dahil olmasını istemiyor, Satürn'ün hikâyesinin bir parçası olduğunu bilerek. Satürn tarafından yaratıldığını da bilerek. Karakterin yaratıcısına başkaldırısı. Kâğıt üzerindeki herkesin birbiriyle iletişimi var, birbirlerinden haberleri olmasa bile. Kasaba örgütlenmiş, de la Fe'nin giden kadını, Satürn'ün kadını, Rita Hayworth, -Meksikalıdır, çiftçilerle yattığı efsanesi peşini bırakmaz, metin de peşini bırakmaz- herkes örgütlü. Satürn alaşağı edilecek, karakterler özgürlüklerini kazanacak. Böyle bir şey mümkünse.
Oyunlar. Küçük Merced, Bebek Nostradamus'la karşılaşır, Bebek Nostradamus'a ait bölümler simsiyahtır, çünkü bebekler konuşamaz. Son siyahlığın içinde Satürn ve halkaları görünür, savaşın sonu hakkında da bir fikir sahibi oluruz böylece, yazar kazanır. Başka bir oyun, tek bir anlatıcının kendisine ait bölümleri mevcut, üç sütuna ayrılmış bölümler de mevcut. Eş zamanlı olarak üç karakter birden anlatılır kimi yerlerde. Satürn'ün sustuğu bölümler boştur, dediğim gibi. Son bir oyun, Satürn zihin okumasın diye karakterlerden biri zihnini kapamanın mistik yollarını öğrenir, bu bölümlerde anlatı sürüp gider ama bazı bölümler kapkaradır, sayfalara mürekkep damlamış gibi. Böylece Satürn zihin okuyamaz, okur da metnini okuyamaz. Bir anlamda Satürn'ün kendisiyiz, istediğimiz biçimde yazıyoruz, yaşıyoruz, yaratıyoruz ve hayali düşmanlar yaratıp yeniliyoruz, gerçek dostlarla avunmaya çalışıyoruz ama tek bir hayat, tek bir yazar, elde başka bir şey yok. Herkes kendi yalnızlığını yaşıyor.
Müthiş. Oyun oynanırken mesele elden kaçmamış, aksine oyunla mesele bütünleşmiş durumda. Baş köşeye koyuyorum, Plascencia'ya hürmetler ediyorum. Siren'in bu kitabın tanıtımını daha iyi yapması gerekirdi bence, gözden kaçmaması gereken bir uydurukçuluk örneği.
yazınızı okumadım (sadece başlığını okudum aslında), ama ben bu kitabı 3 kere okudum. bi 3 kere daha okurum.
YanıtlaSilÇok bunaldığım zamanlar için benim de öyle bir planım var. Tekrar okumam lazım, ilkinde şaşırmaktan pek bir şey anlayamadım. Zaten normalde de pek bir şey anlayamıyorum.
Sil