Balıkçı'dan da bir şeyler bıraktım, okuduğum kitaplara dönmek pek hoşuma gitmediği için sevdiğim yazarların okumadığım birkaç kitabı duruyor öyle, Brautigan mesela. Üç tane falan kalmış olması lazım. Balıkçı'dan da üç dört şey okunmayı bekliyor ama neden okumadığımı hatırladım şimdi, sanırım Düşün Yazıları'nda Homeros'la ilgili bölümler için temelim yoktu pek, İlyada'yı okumam gerekiyordu, okumaya başlamıştım ve o da ne, yüzüncü sayfadan sonrası yoktu. Eh, öğrenciyken aldığım korsan baskılardan biriydi, o paraya yüz sayfa iyi bile okudum diye düşünüyorum. Sonuçta kaldı öyle, yakın bir zamanda okurum ama Balıkçı'yı hemen okumam. Yakalanan Zaman biter bitmez yatağıma uzanıp tavana boş boş bakarken gözüm Balıkçı'nın kitaplarının rafına takıldı, sonra kızının anılarını gördüm. Ne zaman aldığımı hatırlamıyordum ama zamanı gelmişti. Devirdim. "İsmetula" babasıyla geçen günlerini büyük bir özlemle kaleme almış, kendi yaşamının dönüm noktalarını anlattığı bölümlerin heyecanıyla babasının geçtiği bölümlerdeki heyecanı ton değiştiriyor, fark ediliyor bu, sevgi dolu bir ailede büyümüş olmanın yarattığı kuvvetli aile bağları bireysel yaşamın iliklerine işlemiş durumda, bu yüzden aileyle birey arasında çok da bir ayrım yapılamıyor, sanki koca bir sevgiyi bölüşmüşler de miras olarak çocuklara bırakmışlar, bu bir silsile halinde devam ediyormuş gibi. Balıkçı'nın dobra kişiliğinin de bunda etkisi var tabii, duygularını saklamayan bir adam Balıkçı ve haliyle zor bir insan, ama işin içine birazcık sevgi karıştığı zaman her zorluk darmadağın oluyor, yaşama eklemlenebiliyor. Aslında meseleyi tek bir fikre indirgemeye çalışsam şöyle bir şey derdim, hoşgörü ve anlayış olmadan dünyanın en uysal insanı bile sevgisizlikten öldürülebilir. Onca zorluğa rağmen bir arada yaşayabilen bu aileyi bilirken imrendim ve mutluluklarını hissettim, çok güzel bir his. Ulaşabilsem İsmet Kabaağaçlı Noonan'a içten teşekkürlerimi sunardım, dünyamı renklendirdi.
Sevgi dolu ve acılı bir aile, sevgiyi acılardan koparabildikleri için sıkı sıkı tutmuşlar ellerinde. Cevat ve Şakir Paşa iki birader, II. Abdülhamit zamanında devletin üst kademelerinde görev alıyorlar ve padişahın hışmına uğrayıp sürgüne gönderiliyorlar. Hikâye uzun uzun anlatılıyor, Şam'dan Girit'e uzanan bir yolculuk, Büyükada'dan Şişli'ye, Girit'ten Bodrum'a çeşit çeşit mekan boyunca sürüklenen insanlar nihayetinde Büyükada'daki Şakir Paşa Konağı'na yerleşiyorlar. Aile meşhur, Ayşe Kulin de yazmış, İsmet Hanım anılarında yer veriyor Füreya'ya, örneğin Balıkçı'yla, Aliye Berger ve Fahrünisa Zeid kardeş, Füreya Koral da yeğenleri. Önce İsmet Hanım'ın halalarından başlamak istedim. Aliye Berger, Narmanlı Yurdu'nda tek göz bir odada çalışırmış ve yıllar boyunca sevip kavuştuğu, kısa süre sonra da kaybettiği eşi Charles Berger'in acısını her an duyarmış. Tabii birçok anı var da bir tanesini anlatayım ben, İsmet Hanım'ın yeğeni Murat daha çocukken gitar dersleri almaya başlamış. Yetenekli bir çocukmuş, kemana yönlendirilmiş ve konservatuvara girmiş. İsmet Hanım bir gün Füreya Abla'sına Charles Berger'in kemanının Murat gibi yetenekli bir sanatçının elinde tekrar konuşmaya başlayabileceğini söylemiş ama bu fikri Aliye Berger'e açamamış bir türlü, Füreya'yla Aliye o zamanlar hala-yeğen değil, kardeş ve dert ortağı gibilermiş. Füreya mevzuyu Aliye'ye açmış, Aliye onay vermiş ve keman Murat'a gitmiş ama gitmeden önce Aliye kemanı kucağına almış, konuşmuş, gözyaşlarıyla öpmüş. Murat şu an Stuttgard Senfoni Orkestrası'nda çalıyormuş. İsmet Hanım, Aliye Berger'in Murat'tan bir senfoni dinlemesinin mümkün olmadığına üzüldüğünü söylüyor.
Balıkçı'nın babasıyla arasında geçen meseleyi İsmet Hanım da pek bilmiyor, Balıkçı hiçbir şey anlatmamış ailesine. İsmet Hanım büyüyünce kendisi sorup soruşturmuş ama ailesinden pek de bir şey öğrenememiş veya pek bir şey anlatmamışlar, zira anıların bir yerinde Balıkçı hapis yatarken kendisini ziyarete gelen annesine iki kızı tarafından tepki gösterildiğini öğreniyoruz, anne rest çekip oğlunu görmeye geliyor yine de. Biraz şaşırtıcı, bu iki kız kardeşle Balıkçı'nın aralarının iyi olduğunu düşünüyoruz ama başlarda katil olarak görülen Balıkçı'nın sonradan nasıl deli gibi sevildiğini bilmiyoruz, ailenin sırrı. İşin daha karanlık bir boyutu da var, Balıkçı'nın ilk eşi. İtalyan Agnezi, kızı Mutarra ile birlikte, aile faciasının az öncesinde veya sonrasında İtalya'ya dönüyor ve Mutarra'ya babasını unutmasını söylüyor. Balıkçı, ilk eşinden ve kızından söz etmiyor hiç, elinde bir tek Mutarra'nın kendi çizdiği resmi var ve özlemini belki de o resme bakarak dindiriyor. Yaşamı boyunca eski eşiyle ve ilk kızıyla hiç karşılaşmıyor. Büyülü bir yaşamı var İsmet Hanım'ın, bu olayların yaklaşık yüz yıl sonrasında Mutarra'nın kızları veya torunları bir gün dedelerini aramaya geliyorlar, Bodrum'da Cevat Şakir Sokağı -belki de Caddesi- önlerine çıkınca sevinçten deliriyorlar, sorup soruşturuyorlar ama bir şey çıkmıyor. Sonra İstanbul'daki İtalyan Lisesi'nin müdiresi arıyor İsmet Hanım'ı, ailesinden birilerinin kendisine ulaşmak istediğini söylüyor. Böylece İtalya ve Türkiye arasındaki özlem sona eriyor, aile tekrar bir araya geliyor. Ya çok etkileyici bir şey değil mi bu, benim tüylerim diken diken oldu okurken.
Birkaç anıdan bu kadar şey çıktı, geri kalanlarına da kısa kısa değineyim. Sabahattin Ali'yle çıkılan Mavi Yolculuk ve İsmet-Sabahattin Ali mektuplaşması. Safiye Ayla'nın Balıkçı'nın evine gelip bütün Bodrum'a bir masanın üzerinde verdiği konser, Bodrum'un 1930'lardaki cennet hali, Şişli'deki apartmanda odasına giren küçük İsmet'in yatağında çırılçıplak uyuyan bir Neyzen Tevfik, bir dünya şey. Balıkçı'nın güzelliği bir yana, dolu dolu geçen bir yaşamın güzelliğini de buluyoruz bu anılarda. Çok güzel, merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder