Harper çocuk hemşiresi, çalıştığı mekanın penceresinden gördüğü kadarıyla bir adamın tutuşmasıyla başlıyor olay. Adam alev alıyor, iki büklüm olana kadar yanıyor, ölüyor sonra. Haberlerde bu yanma olayları var, insanlar teker teker tutuşmaya başlıyor. Mevzunun ne olduğu tam bilinmezken hastaneye bir itfaiyeci geliyor, yanında küçük bir çocuk. Sıra var, arbede çıkıyor ve çocuk sonunda ameliyat ediliyor, sonra ortadan kayboluyor. İtfaiyeci'yi ilk burada görüyoruz, getirdiği çocuğun ve kendisinin kim olduğu, hastaneye neden geldikleri çok daha sonra, anlatının ilerleyen bölümlerinde komün yaşamına geçildiği sırada ortaya çıkıyor ama başlarda her şey bir gizem perdesinin ardında. İtfaiyeci'yi bir kez daha görüyor Harper, sonrasında hastalık kendisiyle Jakob'a bulaştığında Jakob'ın kafayı yiyip birlikte intihar etme fikrini hayata geçirmeye çalıştığı zaman Harper'ı kurtarana kadar bir daha görünmüyor. Jakob'ın aşık olunacak bir adamdan pislik birine dönüşümü sallantılı; adamın içindeki pisliği göremeyen -bu görememe olayı Harper'ın yüce duygularına, çocuklarla uğraşısına paralel olan kurtarıcı rolüne bağlanıyor ama yok, yine olmuyor, çünkü geçişler çok hızlı- Harper'ın psikolojik durumu da tutarlı değil. Hamile kalmasıyla birlikte berrak bir bilince kavuştuğu, sağlıklı kararlar alıp insanları daha geniş bir çerçeveden değerlendirmeye başladığı söylenebilir, mantıklı kararlar almaya başlamasını belki buraya bağlayabiliriz. Zorlarsak. Neyse, sporun kaynağı konusu paranoyak dünyamızı çok iyi özetliyor bir yandan; IŞİD'in işi olduğu söyleniyor, buzulların erimesiyle ortaya çıktığı söyleniyor, pek çok iddia var ama kimse bir şey bilmiyor. İnsanlar delirmiş gibi davranıyorlar, etraflarına zarar verip tutuşmaya başlıyorlar. Şifayı kapan insanlarda "Ejderpulu" denen bir nane beliriyor, sarı noktalı şeritler. Belli bir süre içinde ölüm kaçınılmaz ama bu yangından kurtulan insanlar var, spor insan bedeniyle kurduğu ilişki üzerinden maniple edilebiliyor ama bunu yapabilmek için psikolojik ve sosyal olguların doğru bir şekilde anlaşılabilmesi şart, yoksa spor daha iyi bir konağa geçebilmek için külleri kullanmak zorunda kalıyor ve sömürdüğü bedeni yakarak havaya karışıyor, başka bir konağa ulaşmak için. Sporun doğasıyla ilgili İtfaiyeci'nin söyleyeceği çok şey var, kendisi bir mantarbilimci ve hastalığın doğasını çok iyi bildiği için insanlara sihir gibi gelen niteliklere sahip. Anka yaratabiliyor, düşmanlara karşı bu ateşten kuşu kullanarak üstünlük sağlıyor, bir de optik zamazingolar yaratarak insanları korkutup kaçırabiliyor falan. Bu iyi ama karşı tarafta böylesi özelliklere sahip biri yok, dengesizliği bu durum yaratıyor. Marlboro Adam denen, hastalıklı insanların katledilmesi için altıncı hissini kullanarak saklananların yerini sezen bir ruh hastası mevcut ama ağırlığını koyamıyor bu adam, İtfaiyeci kadar kuvvetli bir karakter olarak çıkmıyor karşımıza.
Sporun insan vücuduyla kusursuza yakın bir birleşimi var, arada derede beynin hangi bölgelerinde faaliyet gösterdiği, karbon bazlı yaşam formumuzun hangi özelliklerini kullanarak geliştiği inceleniyor. Biraz The Walking Dead dünyasının bilinmeyenlerine sahip aslında ki TWD de metnin bir yerlerinde geçiyor, anlatıyla çizgi romanın dünyası yakınlaştırılıyor böylece. Metindeki ağırlıklarını bir yana koyarak konuşayım, iki dünyada da "Governor" tipi adamlar var, kaçanlar, kovalayanlar, hastalıklıları öldürenler ve hastalıkla mücadele edenler var. Tipik bir distopya işte; bu metindeki aksiyon ağırlığı karakterleri tek boyutlu olmaktan öteye götürmüyor. İtfaiyeci'yle Harper arasında doğan aşk, Hershel'ın bu metindeki dengi olan rahibin dünyayı öpücüklerle sağaltmaya çalışması ve daha pek çok şeyin başka metinlerde karşılıklarını görebilirsiniz, maceranın kendisi ve karakterleri oldukça eski. Hill'in teşekkür ettiği kişiler arasında babası var tabii, aslında teşekkürden çok daha fazlasını borçlu. Mahşer'in kötü bir baştan yazımını ortaya çıkardığı için özür bile dileyebilir aslında.
Olay örgüsüne değinmeyi pek istemiyorum, kovalamacalar ve komün içindeki gizemlerin açığa çıkması pek bir yenilik taşımıyor, o yüzden hastalık hakkında birkaç şey söyleyip bitireyim ama aklıma gelmişken yazmalıyım, Jakob'ın yazdığı bir roman var ve pek bir halta da benzemiyor söylenene göre. Jakob bu romanı Harper'dan gizlemiş, kadına okutmamış. Sonradan Harper romanı buluyor, okuyor ve bir köşeye atıyor. Bu roman bahsi aralarındaki ilişkiyi daha görünür bir hale getirmiyor, ilişkiyi anlatıcı için derinleştirmiyor, bu roman bahsi ne işe yarıyor o zaman? Bilmiyoruz. Neyse, aslında mantar hakkında da söylenecek pek bir şey kalmadı ya da bu metinle daha fazla uğraşmak istemiyorum. Ne diyeyim, Stephen King'in oğlu yazmış, bir şans verin ama çok bir şey beklemeyin. Türü sevenlerin çok hoşuna gider de ben sağlam bir yenilik olmadığı sürece daha fazla katlanamayacağım sanırım bu mevzulara. Benden bu kadar.
Ek: Yine dizgi hatası. Çok sayıda. Çatı uyuşmazlığından can çekişen cümleler, eksik sözcükler yüzünden topallayan anlamlar, bir dünya şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder