Bende 1993'te basılan versiyonu var, Nisan'dan çıkmış ki yayınevini kuranlardan biri Mehmet Güreli diye hatırlıyorum, yanlış olabilir, emin değilim. Neyse, ön kapakta bir fare var ve kapağın sağ üst köşesini kemirmiş gibi duruyor, kapağın o bölümü yok, diş izleri var. Şık bir kapak. Kapağı açıyoruz, karşılaştığımız ilk sayfada daktiloyla yazılmış, gelişigüzel yerleşmiş bir dünya harf arasında, sayfanın ortalarında Mehmet Güreli yazdığını görüyoruz. Bu da şık. Neden kemiri ve fare, direkt Alope'nin Odası nam öyküye gidersek görürüz. Epigrafta Spinoza'nın bir sözü, düşüncelerin düzen ve bağıntısıyla şeylerin düzen ve bağıntısının aynı olduğuna dair. Alope odasında bir fareyle yaşıyor, kemirme seslerini duyuyor ve hangi kitabın kemirildiğini merak ediyor. Bir yandan da yazmaya çalışıyor. Radyo dinliyor, sevgilisinin onu aramayışını düşünüyor, şamdanların ansızın söndüğü bir yarı büyülü mekanda kendini var ediyor. Fare kapanı yatağının altında duruyor. Alope bekliyor, yazıyor ve fareye okuduğu kitaplardan Latince cümleler yakıştırıyor, yazdığı metin sona yaklaştıkça farenin de sonu yaklaşıyor. Yok oluş. Fare metni kemirmiş, kemirdikten hemen sonra da kapana kısılmış. Metinle farenin bir araya geldiği düzlemin anlamını bir şeyi tamamlama ve bir şeyi yaşatma üzerinden okuyasım geliyor, okuyorum. Tehlikenin varlığı sürdükçe yazıyor Alope, farenin orada olduğunu bile bile yazıyor ve yazdığı şeyi ortalıkta bırakıyor. Gerekli bir gerginliği sağlıyor kendince, belki de metninin muhafaza etmek istemediği için. Bu noktada metinden uzaklaşıp niyet okumaya girdiğim için geri basıyorum, kısalığı kadar pek bir öykü olduğunu söyleyip bitiriyorum.
Bosch'u Üzen Olay'da ressamın heretikliğe varan eserlerinin Kilise için iki farklı yoruma sahip olduğunu görürüz; günah dolu resimlerin sergilenmesinin engellenmesi ve engellenmemesi konusunda kardinalle rahibin çatışması, saf tutkunun sanata aktarılırken dinin mistik olgularıyla bütünleşmesi -özellikle o çağda- ele alınıyor. Chelsea Hotel'da, 1984'te yazılmış bu öykü. İçinde bir çizim de var, Albrecht Koleksiyonu'ndanmış. Evet, söyleyecek bir şey bulmak için kıvranırken öykünün 54. sayfada başlayıp 57. sayfada bittiğini de sıkıştırayım şuraya. Sıkıştı.
Kaptan Tompkins'in Eski Bir Arkadaşı, John Hamilton. 1916, New Jersey doğumlu ve film yıldızı olmadan önce gemilerde çalışmış bir adam. Bir John Hamilton var ama 1887 doğumlu, Güreli bir postiş yaratmış diye düşünüyordum ki adamın Sterling Hayden olduğunu öğrendim, yabancı kaynakları şöyle bir tarayınca öyküdeki olayların da gerçek olduğunu gördüm. Adam kendisi gibi yıldız bir oyuncu olan Madeleine Carroll'la evleniyor, boşanıyor, denizciyken kaptanından etkilenip Komünist Parti'ye üye oluyor, bir süre sonra davayı satıp muhbir oluyor ve dönemin Hollywood cadı avının bir parçası haline geliyor. Yıllar sonra suçluluk yüzünden kayışı koparmaya yaklaşmışken otobiyografisini yazmaya başlıyor ve muhbir olması için kendisini destekleyen psikiyatrına beddua ediyor. Kitabı ithaf ettiği kişilerden biri Kaptan Tompkins, adil ve barışçıl bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyen adam.
Bir diyalogla, bir yolculukla değişen insanlar, bir insanla değişen mekanlar. Soluk ve sonsuz renkler, bu öykülerin bendeki imgesi budur. Altmış sayfanın muhtemelen tamamına dönüp dönüp duracağım, çünkü şiirli öyküler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder