17 Temmuz 2017 Pazartesi

J. G. Ballard - Beton Ada

İnsanın içindeki boşluğa gömülmesi ve kurtulma/kurtulmama isteği üzerinden dönen iki muhteşem romandan biri bu, diğeri Kumların Kadını. Kumlar bir müddet dursun, metal ve beton karışımı dünyaya bir bakalım.

Ballard yakışıklı arabaları çarpıştırıp erotizmle birleştirdiğinden beri yanmaları, ezilmeleri, otoparklarda yığın halinde durmaları gibi pek çok mevzuya dikkat eder oldum. Sınıfsal ayrışmanın göstergeleri her yerdeydi; evlerini yakan bankacıların pılı pırtıyı tıktıkları araçlarını yeni evler olarak görmek mümkündü, gökdelenlerin uçsuz bucaksız otoparklarında lüks araçların konduğu kısma fırlatılan çöpler alt sınıfın araçlarından doğan bir öfke dalgası olarak görülebilirdi. Yaşayan demir yığınları; öldürebilirler, boşaltabilirler, herkese ve her keseye uygun neşe kaynakları olarak yaşama renk katarlar. O kadar güzel bir şey ki inmek istemezsiniz, bazen de istersiniz ama inemezsiniz, kafanızı hava yastığında bırakmanız gerekir veya bacaklarınızla münasebet kuran metal yığınının kırdığı kemikleriniz öyle iyi olduklarını, hareket etmeye pek niyetli olmadıklarını söylerler. Olur böyle şeyler, aldırmayın.

Ballard cephesinde yeni bir şey var ve yok. Uygarlığın nimetlerinden sıyrılıp ilkel doğaya dönemeyecek olan insan, tamam. Dönmeye çalışıp başarısız olan insan, tamam. Aslında dönmek istemediğini fark eden insan, o da tamam. Tam tersi de geçerli; yaşamını çağın nimetleriyle donatmış insan, bunlardan bir anlığına kurtulduğunda hepsini geri almaya çalışır, tamam. Başarısız olur, bu da tamam. Başarısızlığının ardında kendi isteksizliği vardır, uğrunda mücadele edilecek bir şeylere kavuştuğunu hissederek kendini yeniden biçimlendirir ve eski yaşamını siler ama bunun farkına varmaz, tamam. Her türlü tamam. Bu kez otoyolların arasındaki ölü bir alana Jaguar'ıyla güzel bir dalış yapan Robert Maitland'ın kendi insanlığıyla mücadelesini göreceğiz, yeni olan bu. Bildiği dünyadan birkaç metre ötede yabancı bir dünyaya hapsolup kurtulmaya çalış(may)an Maitland'ın maceraları, hayatta kalma çabası. King'in kayalık bir adaya düşüp hayatta kalmak için bedenini parça parça keserek yiyen doktorunu hatırlayın. Peru'da mıydı, düşen uçaktan sağ kurtulup arkadaşlarını yiyen insanları hatırlayın. Burada pek gore iş yok, kapana kısılmışlık daha baskın ama bilinçli bir tercih olabileceğini daha en baştan görüyoruz.

1973. Zengin bir mimar olan Maitland üç günlük bir konferanstan dönerken Helen Fairfax'le geçirdiği hafta sonunu düşünüyor, altındaki canavar yoldan çıkınca otobandan yüksek banketlerin arasında kalan bir adaya düşüyor. Hafif yaralı. Araç hurdaya çıkacak ölçüde zarar görüyor. Banketler yüzünden görülme şansı az, yaraları ve doğanın direnmesiyle kurtuluş yolu bulamıyor. Kendi yaşamından kurtulmak istediği için kazayı yapmış olabileceğini düşünüyor ilk anlarda; eşinin yanına döndüğü için hafif bir ikiyüzlülükle mücadele ederken gözüne çarpan yeşilliğe bilerek girmiş olabilir. Bu noktada pek bir malumatımız yok. Bagajındaki birkaç şişe şarabı içmeye başlıyor, adaya atılmış yiyeceklerden tırtıklıyor, motordan elde ettiği suyu içiyor ve görülme çabaları sonuç verdiğinde kendisine bakıp gaza basan sürücülere küfrediyor. "Gece ışığında aydınlanan beton yollara baktığında bütün bu sürücülerden ve onların araçlarından ne kadar nefret ettiğini fark etti." (s. 19) Kendisi de onlardan biriydi, kendisi gibi insanların inşa ettiği betonarme sistemlerin arasında hapsoldu, kendisinden tiksiniyor. Toplum tarafından biçimlendirilmiş yaşamından tiksindiğini söylemek daha doğru olur; kurtulamayacağını anladığı zamanlarda eşi Catherine ve oğlundan uzakta olmanın büyük bir nimet olduğunu ve hayatının en mutlu anlarını yalnız başınayken yaşadığını düşünüyor. Çocukluğunu mitleştirmesi, ofisindeki fotoğrafta gülümseyen çocuğun oğlu değil, kendisi olması uygarlık çöplüğünden ne kadar bıktığını gösteriyor. Evliliğini fiyasko olarak gören çoğunluğun aksine, iç dünyasına bir kapı araladığı için seviyor Maitland, tabii Catherine de işin içine dahil olmasa daha iyi olacaktı.

Bizim Robinson Crusoe adada bir ayak izinden daha fazlasını bulacak ama öncelikle yaşamından kurtulması veya yaşamını adaya uydurabilmesi gerek. Uzunca bir süre aranmayacak; eşini özgürlüğü konusunda yeterince eğitmiş. Çabalarının da bir yararı yok, hızla geçen araçlardaki sürücülerden gelecek bir yardım yok. Arabasını yakıyor ama dumanlar dikkat bile çekmiyor, bu derece. Uzun otlar kendisini boğmaya çalışıyor, araçları bir işkence aracı olarak görmeye başlıyor. Dönüşüm gerçekleşmiştir; umudunu adayı keşfe çıkacak kadar yitiriyor. Bu sırada geçmişinden de kurtularak annesiyle babasının parçalanmış yaşamlarını, kendi aile yaşamını otobanla özdeşleştiriyor.

Yardım çağrısı için yazdığı harflerin silindiğini görünce adada başkalarının olduğundan da şüpheleniyor, hava saldırısı sığınağına yaklaştığı zaman da Jane Sheppard ve Proctor'la tanışıyor. Proctor eski bir sirk çalışanı, onlu yaşlarında kafasının üstüne düşünce küçük bir çocuktan farksız hale geliyor, kaslı bir amca. Jane'se geçmişinden kurtulmak için oraya gelmiş, ikisi de Maitland'ı günlerce izlemişler. "İkimizin de senin önceden burada yaşamış olabileceğini düşündüğümüzü biliyor musun?" (s. 91) Aralarında oradan ayrılıp ayrılmamaya dair bir çekişme başlıyor, sonrası Kumların Kadını'nın esas adamı ne yaşadıysa o. İktidar mücadelesi, aşağılama ve hayata geçmeyecek kaçış planları. Ballard'ın çekici yanlarından biri, olayları değiştirebilecek yeni etkenleri ansızın ortaya çıkarabilmesi. Şu Ballard'ın ön sözünden:

"İster bir ofis binasında ister bir trafik adasında mahsur kalmış olalım, kendimize eziyet edebilir, güçlü yanlarımızı ve zaaflarımızı sınayabilir, belki de karakterlerimizin hep yok saydığımız yanlarıyla uzlaşabiliriz.

Ve eğer adada yalnız olmadığımızın farkına varırsak, o zaman ilginç ama özellikle tehlikeli türden bir karşılaşma için zemin hazır demektir..." (s. 7)

Sağaltım mekanizması. Bastırılan her türlü duyguyla yüzleşmek yıkıcı olduğu kadar kendimizle özdeşleşebilmek için büyük fırsat. Her an, her yerde ve herkesle gerçekleşebilir.

Güzel. Ballard yine olasılıkları zorlayarak insanı parçalarına ayırıyor ve bize aslında kim olduğumuzu/olabileceğimizi gösteriyor.

1 yorum:

  1. "Sağaltım mekanizması. Bastırılan her türlü duyguyla yüzleşmek yıkıcı olduğu kadar kendimizle özdeşleşebilmek için büyük fırsat. Her an, her yerde ve herkesle gerçekleşebilir."
    Çok doğru!
    İsmini çok duydum ama ne okudum, ne üzerine daha önce herhangi bir yazı veya yorum okumuştum ne de sağda solda denk gelip incelemişliğim var. Buna bakayım.

    cessie balık

    YanıtlaSil