Tersten başlıyorum. Aşk her şeyi mahveder. Bunu bir izlek olarak elde tutalım ve aşkın basitliği nasıl darmaduman ettiğini, dünyaya fırtınalı bir sudan baktırıp her şeyi kırdığını görelim ama öncesinde Ali Teoman'ın bünyemde yarattığı karmaşadan konuşmak isterim. Öyküleri berraktır, sözcükleri parçaladığını pek görmeyiz ama yazına dair hiçbir koda acımaz. Yazar, okur, zaman, mekân, bunları eğip büker, katmanlı metinler ve karakterler oluşturur, okuru sürüklemez de elinden tutup istediği yere götürür. Zorbalık hiç yoktur, usul usul yürünür. Zaman parçalıdır, oradan oraya atlanır. Zaman düzdür, bu kez karakterlerin dünyası parçalıdır. Farklı teknikleri müthiş kullanır Teoman, anlatısını zenginleştirir. Kurmacada ne yapılabiliyorsa yapar. Son öykü, Yitik Bir Yazar İçin Pentimento mesela, Şimşek'in Leopold'un Sabunu adlı uzun metninin kaynağı gibidir ve hoşuma gitmeyen bir biçimde kıyaslama yapmam gerekirse çok daha iyidir. Oyunlar tezgaha konmaz, Cem Akaş'ın sergileyiciliği Teoman'da yoktur. Teoman'da çok özel bir şey vardır; gerçeğe yaklaştığı ölçüde bilincin her şeyi parçalayıcı yapısına bürünen yazın.
Yitik Bir Yazar İçin Pentimento. Gerçekle inancı rahatlıkla birleştirebiliyorumdur ki şu oldukça hoşuma gitmiştir: "İnsan birşeye yeterince güçlü bir inanç besleyebiliyorsa eğer, diye düşündü Cevdet, onun için hakikat de budur." (s. 135) Cevdet birkaç yıl öncesinin iş adamı, şimdinin dümenden müflisi, gençlik ateşini tekrar yakıp yazarlığa soyunmuş bir ruhu yazar. Biraz Selçuk Altun tadında biri sanırım. "Düşlediği ve gördüğü aynı" biri olarak sadece kendi zihninde yaşayabiliyor, dolayısıyla dünyayı da aynı açıdan görüyor. Elinden kitapları düşürmediği yıllardan sonra uzun soluklu bir roman yazmak istiyor, Zerefşan'la tanıştıktan sonra masaya oturuyor nihayet. Zerefşan saraylı bir aileden geliyor, yetmişlerinde. Cevdet de ellilerinde, aralarında tanımlanması zor bir şey doğuyor ve "aralarındaki şey" romanda kendini buluyor ama Cevdet personalarını durduramamaya başlayınca her şey sarpa sarıyor. Romandaki ana karakter Behçet ve Behçet'in yarattığı Ahmet, Cevdet'e musallat oluyorlar ve planlanan çizgiden çok uzağa götürüyorlar romanı. Üçünün arasında bir mücadele başlıyor, yazılan metnin yazarı belirsiz bir hale geliyor, Zerefşan'ın kişiliği değişiyor, Cevdet olanlara inanamıyor, katmanlı metinlerden gerçeğe bir akış başlıyor ve kurmacayla gerçeğin sınırı belirsizleşiyor. Şahane bir öykü.
Yazarın Yaşlı Bir Adam Olarak Portresi. Ses alıcısının düğmesine basıldı, röportaj tekrar dinlendi ve aradan incecik bir cümle çekildi: "Her yinelemeyle birlikte, yetkinliğe biraz daha yaklaşır yorumun." (s. 121) Farktan tekrarlar doğar, küllükte görülen on dokuz adet sigara izmariti yazarın sigaraya abandığını ve anlatıcının ikinci tekil şahıs kipiyle hitap ettiği kişinin on dokuz tekrarda kendisine sigara teklif edilmediğine şaşırır. Senkişi -diyeceğim- sigarayı bırakmıştır ama teklifsizlik kabadır. Yazarın pırıltısını yitirdiği yıllar, kötü bir metinle tekrar ortaya çıktığı son zamanlar, konuşma biçimi, başarısız evliliği, vasat yaşamı ve vasat kurmacaları farklı tekrarlara yol açacaktır, bütün bunlar bir kırılma noktasıdır. Senkişi, içkisini bitirdikten sonra son bir sigara daha yakar ve son günlerde çok sigara içmeye başladığını düşünür. Güzel bir dönüş; farktan tekrarın doğmadığı tek bir an.
Mandalinalı Natürmort. Daktilonun silindirine takılan kâğıt, bir şeyler yazmaya çalışan karakter ve karakterin metne düşen personası. Biri kahve içtiğinde diğerinin dilinde kurmacaya has bir başkalıkla beliren aynı tat. Dünya kurmanın incelikleri anlatıyı böler, zaten anlatının bölünmesi gereklidir ki iki dünya arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya dökülsün. Üç katman vardır; yazarın günceli, yazılan metindeki karakterin günceli ve anlatıyı bölümleyen taktikler, kurmacanın incelikleri. Giderek gerçeklikten sapan ve gerçeğin bükülmesi ölçüsünde ona yaklaşan anlatı, başladığı gibi biter. "Kimi öyküler başladıkları yerde biter." (s. 113) İlk cümle bu, belki son.
Teoman, her üç öyküsü için farklı başlıklar oluşturmuş, öyküler bu başlığın altında. Bu bölümün adı Yitik Bir Yazar İçin Pentimento'ydu.
Aşk Yaşama Çok Uçuk dışında bir üçleme ve bir tekli var, onlara girmeyeceğim.
Sevginin Sancılı Süreci. Kesik, kısa cümleler. Telaş, arayış, heyecan. Bir hikâye anlatılıyor, dinleyen Ayşe hakkında daha çok şey istiyor ve durmaz akış başlıyor. Ayşe aşkı arıyor ve her ihtimale açık. Başarılı bir öğrenci, hocalarının gözdesi. Dekoltesi ve vajinasıyla. Çok derin paylaşımların ardında cinsel doyum mutlaka beliriyor ve Ayşe aramaya devam ediyor. Kaybedecek zamanı yok, orgazm özgürlüğü doludizgin yaşanmalı, bütün erkeklerin tadına bakılmalı, hepsi denek olarak emre amade, hele bizimki gibi bir toplumda statüsü, medeni durumu -medeni durum. durumsallık olarak medenilik. medeniyette durmalık yer. barbarlık, durmamak. medenileşmek, duruşmak- önemli değil. Bu ülkede özgürlük vardır arkadaş, erkeklerin hayvanlığı kadınların özgürlüğünü nasıl da kısıtlarmış, Allah belalarını versin. Sevişilecek, seviş! Hocanla seviş, kamyoncuyla seviş, beş dakikalık seviş, yarım saatlik -adam dayanırsa- seviş, durmadan seviş, liberalce seviş, deneyimli veya deneyimsiz olanlarla seviş. "Kadınlığın gururu Ayşe. Dişiliğin yüz akı Ayşe!" (s. 69) Seviştiğini sebepli veya sebepsiz postala, yenisi gelsin. Grupla, unutma. Hepsi hatırlansın, hepsini yenilere taşı, yenileri eskit. Teslimiyeti öğret, güçsüzlüğü öğret. Onların güçlü olmalarını iste ki ele geçirilmeleri zor olsun, ele geçirdiğini at gitsin, kendisine duyduğu saygıyı yitirsin, neye uğradığını şaşırsın, dengesizliğinle şaşırt.
"Aslında böyle biri değildi, neden böyle yaptığını anlamıyorum."
"Onu çok yanlış tanımışım. Belki de doğru tanıdım. Belki de yanlış. Doğru?"
Bacakları ayır, seni ele geçirsinler. Seni parçalasınlar, uysal olmasınlar, uysallık güçsüzlüktür. Zorbalığı özle, tat, sonra yık, silinip gitsin ve yenisini ara.
Ayşe, sen kuşatılacak, ele geçirilecek bir şeysin. Nesnelikten öteye geçemiyorsun, bu yüzden ilişkilerin doyurucu değil, uzun soluklu hiç değil, nicelik olarak belki ama nitelik sallanmakta, herkesi kendi dünyanda boğuyorsun ve buna rağmen özgürlük istiyorsun, istediğin şey veriliyor ama istediğin özgürlük değil, yine de istiyorsun ve, "Erkek bu kanlı meydan muharebesinden ya yenilmiş ve başı önüne eğik, başarısız bir komutan olarak çıkıyor, ya da başarılı, ama Ayşe'nin uşağı olmayı kabul etmiş bir zorba olarak. Erkeği umarsız bir açmaza düşürüyor Ayşe. Erkek cinsinin soysuzluğunun tescil edilmesini sağlıyor. Bütün ipler onun elinde. İnanın ki, onun elinde. Onun o ufacık, bembeyaz ellerinde. Herşey onun tasarladığı gibi yürüyor. Hiçbirşey gözünden kaçmıyor. Çevresindeki herkesi buyruğu altına alıyor. Hiç yorulmuyor. Hiç yenilmiyor. Hiç teslim olmuyor. Hep kazanıyor. Hep üstün geliyor. Bir adım bile geri gitmek yok. Bir adım bile! Aydınlık yarınlara koşuyor. Hüzün yükünü atıyor. Zamanla yarışıyor. Özgürlük savaşçısı. Geleceğin umudu. Gözükara bir kâşif. Ayşe aşkı arıyor." (s. 76)
Tahsin Yücel de kadın dergilerinin pompaladığı özgürlük istenci altındaki tutsaklığı anlattığı güzel bir yazısı vardı, mevzu Teoman'da bu durumda.
Aşk Yaşama Çok Uçuk: Murat, Yunus, Ayla, Yonca, Ferit. Aralarındaki çatışmalar aşkın yaşam karşısında sağ kalıp kalamayacağını irdeliyor ve zamanla katılaşan dünyanın, seksin ve sevginin birbirini nasıl hapsetmeye çalıştığını anlatıyor. Yunus üzerinden anlatacağım. Yonca'ya aşıktır ve Yonca'nın siyahi bir adamla seks yapmasını büyülenmiş gibi izler. En ince ayrıntılarına kadar görürüz; siyahi arkadaş kayganlaştırıcı olarak mayonez kullanır ve vajinadan çıkan "şampanya şişesinden fırlayan mantarın patlamasını" duyarız. Pornografik bir sahne, ardından gelen hayal kırıklığıyla Ayla'yla sevişir Yunus, Ayla'nın, "Sik beni!" haykırışlarını Yonca'nın, "Fuck me!"lerine karıştırır ve buruk bir teselliye kavuşur. Ayla'nın nişanlısı vardır, eli yüzü düzgün bir gençtir, hatta birlikte zaman geçirirler ama o hayal kırıklığı her şeyi yıkar. Yunus'un bütün olup biteni arkadaşına "erkek muhabbeti"nin bayağılığıyla anlatması, aşk acısıyla baş edemeyen insanların genel anlatısıdır. "'Aşk iyidir, hoştur, eyvallah, ama maalesef yaşam çok kirli, çok somut, çok gerçek... Bu boğucu ortamda soluk alamaz, yaşayamaz, varolamaz aşk. Uzun lafın kısası, aşk yaşama çok uçuk.'" (s. 100) Cinsellik üzerine çektiği nutuklara cevap olarak hayatın bu kadar siyah ve beyaz olmadığını söyleyen arkadaşıyla alttan alta dalga geçer Yunus, arkadaşının çok naif olduğunu ve bu yüzden acı çekeceğini söyler. Acı çekmemek için "takıp geçmek" gerekir, çok derinleşmemek, yüzeyde kalmak gerekir. Seks skordan ibaret hale gelir, üzerinde düşünülecek bir şey değildir. Yüzey iyidir.
Diğer öyküler de sıkı. Teoman'ın duyarlılıkla ele aldığı kalas konular günümüzün dünyasında -akarlığında diyeyim- aslında derinleşmeden içinden çıkılamayacak şeyler ama derinleşmek zahmetli iş. Yüzeydeki karakterlerin meseleleri, bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder