Konu kitaplar ama daha çok muhafaza edilmeleri, yerleştirilmeleri ve ekonomik değerleri üzerinde durulmuş. Duygusal yansımalar pek yer bulamamış, bir tek Cicero'nun kitap takıntısına yer verilmiş. Tsundokunun o zamanlarda da var olduğunu ve istifçilere pek kızıldığını öğreniyoruz, özellikle Seneca giydirmiş iyice. Zaten üzerine yazacak bir şey üretmek o çağların en zor işlerinden biri, bir de kilit altında tutmak gerçekten sövgüye değer. Neyse ki bazı hayırsever kodamanlar kütüphanelerini halkın kullanımına açmışlar, Roma da halka açık kütüphaneler kurmuş ama hangi sınıflar kütüphanelerden faydalanabiliyor, bir ücret ödenmesi gerekiyor mu, pek bir şey bilmiyormuşuz Blanck'e göre, kitaplar ve kütüphaneler hakkında yazılmış metinler bulunamadığı için. Lavların ve toprağın altında kalan parşömenler, kodeksler vs. dokunulduğu an dağılıyormuş ve bunu engellemenin yolu bugün biliniyorsa da 1700'lerde, arkeolojik çalışmaların bu dağılgan nesneleri yeni yeni ortaya çıkardığı zamanlarda bilinmediği için nice metin yok olmuş. Yok oluşu geciktirmek için Oinoandalı Diogenes gibilerse bir binanın duvarlarına metinlerini kazıtmışlar, kitapların bilgiyi taşıyabileceğine inanmıyorlarmış. İşin muhafaza kısmı çok daha sonra, kitap sevgisi meselesindeki nadir bilgilerden birine dönüyorum: Büyük İskender yastığının altında bir hançer ve Aristoteles tarafından gözden geçirilen İlyada bulundururmuş. "Kitaba kafa atanlar içindir" derken bunu kastediyorum; Büyük İskender biraz deli yatıyorsa o yastık kayar, kitaba kafa atar. Hançerin devreye girdiği kısmı düşünmek istemiyorum.
Konuları en küçük parçadan en büyüğüne doğru sıralamış Blanck, önce harfler ve alfabeler. En sonda kütüphanelerin mimarisi ve çalışanları.
Yunanların kültürleri mitolojiyle iç içe geçmiş durumda. Hermes, Prometheus ve daha pek çok tanrı veya mitik kişilik üzerinden edinilen bilgiler koca bir uygarlığı doğuruyor ve tarihi gerçeklerin efsanelere dönüştüğü -tam tersi de geçerli- noktada cevapları almaya başlıyoruz. Yunan alfabesi Fenikelilerden geliyor, buna dair anlatılar mevcut. Blanck, sesler ve harfler üzerine kapsamlı bilgiler veriyor ve kültürler arasındaki bilgi aktarımını dilin en küçük parçalarından başlayarak anlatıyor. En başta Linear A, Linear B ve Kıbrıs hece sistemini dışarıda bırakıyor, bunlar günümüzde de çözülememiş dil sistemleri.
İşin teknik kısmına girmeden ilginç bilgilere geçiyorum; kökeni Mezopotamya çivi yazısına uzanan Ugarit harflerini kullanan Fenikeliler, alfabelerinde ünlü harfleri yazıya dökmüyorlarmış ama Yunanlar ünlü harfler için yeni işaretler bulmuşlar. Omega bunlardan biri, İncil'deki, "Ben alpha ve omega'yım, başlangıç ve sonum" kısmı daha farklı olabilirmiş. Alfabe yavaş yavaş oluşuyor ama "alfabe" ismi çok sonra, İS 200'de Papa Zephyrinus tarafından konuyor. Yunan yazısının ilk örneklerine İÖ 8. yüzyılda rastlanıyor, sözlü kültür ürünü olan İlyada'da -Özdemir İnce'nindi sanırım, yazıya geçirilme sürecini anlattığı kapsamlı bir incelemesi vardı- geçen "mektup" olayı da yazıdan söz edilen ilk örneklerden. Tek alfabe zamanla Yunan polis ve bölgeleri tarafından benimseniyor, yazıda birlik sağlanıyor. Etrüsk ve Latin alfabeleri de birbirini etkiliyor, seslerin transferi sonucunda diller, görselliğe daha uyumlu bir hale geliyor. Latin alfabesi, Yunan alfabesinden Y ve Z'yi alıyor, bu yabancı harfler alfabenin sonuna konuyor. J ve W antikçağdan sonra eklenmiş, W da sona.
Rakam imleri. Yunanların ve Romalıların kullandıkları sistemler farklı. Çok sonra bir standart tutturulacak, Etrüskler sayesinde. Roma, Etruria'dan aldığı sistemi kendine uyarlayacak ve bildiğimiz imler biçimlenecek.
Okuma ve Yazma Bilgisi bölümünde Yunanlardan başlıyoruz. Yazının mülkiyeti aristokrat ve zengin tabakayla sınırlı. Kamuya yönelik ilk yazıtlar 7. yüzyıla ait. Vazoların üzerindeki figürlerin yanında açıklamalar da yer alıyor, bir de sanatçının adı tabii. Görsellerle desteklenen bir anlatım var, vazoların fotoğraflarının veya resimlerinin de verilmesi iyi. Mülkiyet bu yüzyıldan itibaren gücünü kaybediyor ve yazının alanı genişliyor, her sınıf yazıya ulaşabiliyor. Vazoların üzerindeki figürlerde her kesimden okuyan insanlara rastlamak mümkün. İlginç bir bilgi: O zamanlar insanlar yüksek sesle okurlarmış, ses çıkarmadan okuyan Dionysos figürü okuma ediminin bile mitik ve dinsel inanışlara göre biçimlendiğini ortaya koyuyor.
Romalılar. Romulus ve Remus'un okuma ve yazma öğrenmeleri için Gabii'ye gönderilmeleri şehir efsanesiymiş, zira İÖ 8. yüzyılda Orta İtalya'da yazı yokmuş henüz. Etrüsk edebiyatı eğitimi alırmış zengin çocukları, İÖ 3. yüzyılda. Odysseia'yı Yunancadan Latinceye çeviren Livius Andronicus, tarihteki ilk çevirmen olarak kabul ediliyormuş. Eğitim yazı tahtalarıyla, tığ ve benzeri sivri nesnelerle veriliyormuş, gymnasion öğrencileri metin açıklama, sözcüklerin anlamını ezberleme, kompozisyon yazma gibi dersler alırlarmış. Homeros'un sözcüklerinin ders olarak okutulması çağlar öncesindeki çok tanıdık bir köprü gibi, şimdiye. Kompozisyon dersleri için uydurmasyon olayların yazımı şart koşulduğu için bu tür belgelerin gerçek olaylar olduğu düşünülmüş bir zaman, tarihin ilk trolllüğü bu olabilir.
Antik Yazı Malzemeleri. Papirüs, parşömen, hayvan derisi, taş, ne olursa. Binaların dış yüzeyleri. Şu yazılmış mesela, iki bin yıl önce: "Aşına aşına bunca yazıyla, sen tut viran olup yıkılma, ey duvar, şaşıyorum sana." (s. 48) Perec'in Mekân Feşmekân'ında duvarların imgesel yitiminden, fiziksel yokluğunun yanılsamasından bahsediliyordu, acaba duvarlara yazılmış bir metni düşünseydi neler türetebilirdi? O, kayboluşu ve hiçi incelemişti, yazılı bir duvar karşısındaki sonsuzluk duygusunu -eğer doğarsa- merak ediyorum. Neyse, madenler var tabii, Hesiodos'un kurşun tabletlerin üzerine yazdıkları, altın kitaplar, zaman meydan okumak için insanın sürekli arayışı.
Ahşap, keten. iplerle bağlanmış yazı tahtaları. Yunancada papirüs rulosu için kullanılan byblos sözcüğü zamanla kitap anlamında kullanılır hale gelmiş, Mısırlıların dünyaya hediye ettiği papirüs, 11. yüzyıla kadar üretilmiş ve bilimin ilerlemesiyle ortadan kalkmış. Üretim aşamaları devletin kontrolünde, devlet üretim tesisleri kuruyor ve en kaliteli papirüsleri ayırıp geri kalanları üreticilerin satması için bırakıyor.
Nasıl Okunur, Nasıl Yazılırdı? Iulius Caesar kendini katillerinden savunurken elindeki stilus'la birinin kolunu delmiş, eh, sivri aletler olduğunu söylemiştim. Özel oturma şekilleri var, özel gereçleri var, detaylı bilgiler merak dindirici. Okuma kısmında köleler devreye giriyor, iyi okuyanlar efendilerinin yanında saatlerce okuyorlar, özel belgeleri okumuyorlar tabii.
Rulo ve kodeks de kitap formunun sonraki aşamaları. Kodeks için günümüzün kitabına en yakın form diyebiliriz. Değerli taşlarla süslendiği oluyormuş, hatta kilise babası Hieronymus, İncil'in süslenip püslendiğini görünce şöyle demiş: "Parşömen erguvan rengine boyanıyor, harfler altın yaldızla yazılıyor, cilt kapakları değerli taşlarla süsleniyor, oysa İsa kapınızın önünde çırılçıplak can veriyor." (s. 107) Parşömenler kodekslere geçiriliyor, eski metinlerin geleceğe kalmaları isteniyor ama o zamanların edebi zevkine göre hareket edildiği için Aristophanes'in 44 komedyasının sadece 11'i günümüze kadar gelebiliyor.
Kitap Dağıtımı ve Kitapçılık bölümü özellikle ilgi çekici; matbaanın öncesinde kitapların çoğaltılması, satılması ve yayınevlerinin politikaları günümüzden pek farklı değil, zamanın şartlarına göre oldukça gelişmiş hatta. Reklam faaliyetleri bile var.
Kütüphaneler kısmı oldukça geniş, en meraklı okuru bile zorlayabilecek detaylar var ama eski zaman kütüphaneleri oldukça büyülü. Game of Thrones'un kütüphane sahnelerini canlandı gözümde, Sam oradan oraya deli dana gibi koşturup bizim cüzzamlı arkadaşı iyileştirmek için doğru formülü bulmaya çalışırken papirüsler, raflar ve onca kat aklımı almıştı.
Gayet hoş bir araştırma bu, saatler boyunca dalıp gittiğimiz dostlarımızın geçmişini öğrenmek mutluluk verici.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder