Bölüm başı epigrafları başka oyuncul yazarlardan, mesela Borges, mesela Ali Teoman. Dikkat çeken bir şey -kitabı yayına hazırlayan Cem Akaş'ın birkaç öyküsünde de görülebileceği gibi- Gürpınar alıntısından sonra başlayan bölümde anayla kızın diyaloglarının Gürpınar üslubuna yakın bir goy goy içermesi. Pastiş böyle bir şey, Şimşek kendi oyunlarını oynuyor ve okuruna güveniyor, bu önemli bir dalga. Başka nerelere ne tür bilmeceler saklamış, donanımlı okur bunların peşinde koşabilir. Konuyla alakalı bir diğer mesele de, var olduğunu bildiğimiz ve her şeyin etrafında döndüğü metnin dışında yaratılan bu kurgusal şamatanın çemberin dışına çıkmaması, sadece var olması için yaratılmış olmaması. Bir noktada ana akışa ilişiyorlar, ortalığı dağıtmıyorlar. Çok iyi.
Mevzu nedir? İntihal, aşırma, Hayri K. Yetik'in (ç)alıntı dediği mesele nerede başlayıp nerede biter, esinlenme masum bir hırsızlık mıdır, miri malı çalınırsa ve boynuz miri geçerse durum nedir, tamamen özgün bir şey -yaşam, metin, domates vs.- var mıdır, aşk daha kaç farklı biçimde ele alınabilir, her şey neden böyledir, mevzular bunlar. Okuyacağımız metin orijinal değildir ve orijinaldir, çelişkiyi kabullenmeye bu noktadan başlayabiliriz. Orijinal değildir, çünkü anlatıcı bu metni kendisinden çalıp yayımlatan arkadaşı Cafer'in değiştirdiği kısımları da içeren bir edisyon hazırlamıştır ve okuduğumuz, metnin bu halidir. Orijinaldir, çünkü eklenen bölümlerle birlikte -tek bir sözcük, hatta virgül eklenmiş olsa bile- metin bambaşka bir kimle bürünmüştür. Tek bir noktalama işaretinin koca bir metni bambaşka bir metne dönüştürmesi olasılığını düşününce değişimin büyüsüne kapılmamak elde değil. Bu büyü sanırım, Şimşek'in yakaladığı şey. Okumaya başlar başlamaz Cafer Âlim'in sinir krizi geçirttiği anlatıcıyla olan münasebetini öğreniyoruz ve geri kalan kısmın açıla açıla okuru bambaşka yerlere sürükleyeceğini seziyoruz. Cafer'le anlatıcının ilişkisi Ersan Üldes'in Zafiyet Kuramı'ndaki iki esaslı oğlanın ilişkisi gibi başlamıştır diye düşünüyordum, benzer bir durum var gerçekten de. Şimşek'in ayakları biraz daha yere basıyor, fark bu ama Üldes'i deli işi üreten yerli yazarlar listemde bir numaraya koyan da sanırım ayaklarını yerden kesmesi.
Cafer'in çaldığı metin esas metin, bu metni okuyoruz ve anlatıcı değişiyor, Fikret'le Mümtaz'ı tanıyoruz. Fikret'in aşık olduğu gömlek kırılma noktası; o kadar güzel bir gömlek ki aşık olduğu kızı bir başkasıyla öpüşürken görünce, öpüştüğü adamın üzerinde de aynı gömlek olunca kızın akademik kariyerini bitirme kararı alıyor Fikret, Neva'nın bölücü örgüt üyesi olduğunu fiştekliyor ve kızın hapse girmesine yol açıyor. Yüzleşme bölümünde Neva'nın kendisini hiç sevmediğini öğreniyoruz, çocuğa yazık. Fikret sadece şutlanmaya yol açacağını sanıyordu ama kızın hapse girmesine neden olunca kötülük ihtiyacını gidermiştir sanıyorum. İntikam son derece insani bir duygudur ve affetmenin erdeminden dem vurulur ama unutulan nokta, ihanetin yol açtığı yarayla yaşanılıp yaşanmayacağıdır. İntikam, varlığın sürmesini sağlayacaksa alınmalıdır. Yumruk atana muştayla girilmelidir yani, tekme atanın evine at sokulmalı, tepilmesi sağlanmalıdır. Yanlış biliniyor bu mesele, yanlış anlatılıyor. Acının yüzeyi temizdir ama derinlerinde etki-tepkinin doğal bir yansıması kıvranıp durur. Neyse, bir üst kurguya dönüp Cafer'in bu bölümü düzelttiğini okuruz, noktalama işaretsiz bu bölüm Cafer tarafından düzenlenmiştir. Metin boyunca bu tür dipnotlar düşülmüştür, dipnotlar ayrı bir metin oluşturur, ilk katmanın orijinalliğini bu dipnotlar sağlar demiştim. Cafer'le anlatıcının diyalogları sağlam, komik. Şimşek iyi bir diyalog kurgulayıcısı. Kurgunun, postmodernizmin ne olduğu hakkında konuşurlar ara ara, bunlar da iyidir. Kaypaklıktır kısaca, anlatıyı hiç olmayacak yerlere çıkarma meselesidir bunlar. Fikret, Neva'dan önceki kız arkadaşıyla devam etseydi nelerin olacağını, nasıl bir boşluğa düşeceğini kurgular mesela, en sonunda iyi ki o kızla evlenmediğini tek bir cümleyle söyler ve alternatif gerçekliği bir anda yıkar. Böyle şeyler. Çeşitli gerçekliklerin, gerçekliklerin anlatım biçimlerinin sürekli değişmesidir olay, metnin kime ait olduğu konusu da böyledir. Cafer, arkadaşının metninde yazanlardan farklı bir şey yapmamıştır aslında, paylaşılan bir gerçekliğin el değiştirmesini gerçek -gerçek?- yaşamda hayata geçirmiştir, bu yüzden suçlu olmadığını söyler.
Çalıntı meselesi şu, Fikret muhasebeci, Mümtaz sosyoloji mezunu. Bir içki masasında tanışırlar, Mümtaz bir gün Fikret'i çalıştığı yayınevine götürür. Yayınevine muhteşem bir kitap yazdığını söyleyen bir adam gelir, metnini teslim edip sözleşme imzalayacakken ölür. Mümtaz, metni Fikret'in adıyla bastırmak ister, basbayağı çalar yani. Böyle olur, sonra metnin asıl sahibi olduğunu söyleyen bir başkası ortaya çıkar, aslında o da bir başkasının hikâyelerini dinleyerek yazmıştır metni, bilmem ne. Mendil kimin arkasında, mesele bu.
Bu çember civarında biçimlenen yan değinilere odaklanacağım, asıl tat onlarda sanırım. Mesela Rüstem Bal nam bir adamın şiirleri. Şiir demek için sağlam bir dayak yemesi gerekir insanın ama Mümtaz'ın çalıştığı yayınevi olan Araf, yazarlarına diğer yazarlarının metinlerini hunharca övecekleri konuşmalar yapma şartı getirmektedir, aynı tayfa birbirini sürekli över, işleri ne kadar kötü olursa olsun. Şimşek, günümüzün yayın dünyasını, edebiyat tayfalarını da bir temiz gömüyor, bu çok hoşuma gitti. Roman yazmaya çalışan bir adamın romanını yazmaya çalışan bir adamın romanı da güzel bir parodi unsuru. Aslında böyle kurak oyunlar açısından Şimşek'in metni de tiye alınma potansiyeline sahip olurmuş, konularını genişletmeseymiş. Örneğin bir Ahmet Hamdi Tanpınar uydurmacası var ki -uydurmaca olmama ihtimalini doğurabildiği için Şimşek'i hararetle tebrik etmek lazım- akıl alıcı. AHT, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü yazar, İngilizceye çevirir ve Nabokov'a gönderir. Metin Nabokov'a ulaşmaz, o sıralarda öğrencisi -asistanı?- olan Pynchon'ın eline geçer. Sonrasında Pynchon yardırmaya başlar zaten. Gerçekleşmeyen gerçeklikler de bir nevi intihal, Şimşek gerçeklikten çalarak bunu ve benzerlerini kurguluyor, o halde yeni bir şey gerçekten yok demektir, sözcüklerin farklı dizilimleri hiçbir şekilde yepyeni bir metni doğurmaz. Bunu alıp diğer olasılıkların yanına koyalım, orada tozlansın. Borges'in harflerden oluşan şehrinde, bir evin rafı.
Sonda okur yorumu var, dipnotlu ve dipnotsuz metnin iki farklı metin olup olmayacağına dair. Kesin bir sınır belirlemek isteyen okurun talebi. Böyle bir şeyin pek de mümkün olmadığını kabul edince arkasına yaslanıyor insan, gösterinin tadını çıkarıyor.
Kesinlikle okunması gereken bir metin, kurmaca üzerine kafa patlatanlar kaçırmamalı. Berkan M. Şimşek çok iyi bir yazar.
Ek: Şunu da koyuvereyim, Barthes'tan: "Bugün, geleneksel anlamda yapıtların artık üretilmiyor olacağı bir dönem tasavvur edilebileceğini düşünüyorum; geçmişin yapıtlarının 'sürekli olarak', yani 'sonsuza kadar' tekrar yazılacağı bir dönem: temelde, hızla artan, filizlenen, geri dönen bir yorumlama etkinliği bulunacak, içinde yaşadığımız dönemin asıl yazı etkinliği bu olacak."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder