Kharms Sovyet karşıtlığı yüzünden bir yıllığına sürgüne gönderiliyor, sürgünden dönüşünde kısacık öykülerini yazmaya devam ediyor, 1941'de vatana ihanetle suçlanıyor ve hapse atılıyor, 1942'de açlıktan ölüyor. Jdanov'un halt yemesi yüzünden sanıyorum; Zoşçenko'yu "Sovyet gençliğini heder etmekle" suçlayan, Bulgakov'un çok çılgın metinler üretmesini sağlayan, Strugatski Biraderler'in birbirini dürtüp az biraz sembolik yazıp yırtmaya çalışmalarına yol açan, Platonov'un metinlerinin on yıllar boyunca silik kalmasına sebep olan Jdanov'a "Stalin'in kültürel gölgesi" demek gerek, bu iki zırtapozun ölümünden sonra da zincirler kolay kolay kırılamadığı için nelerin kaybolduğunu, nelerin hâlâ açığa çıkmayı beklediğini bilemiyoruz. Nelerin açığa çıkamadığını düşünmek can acıtıyor, Kharms ölmese çok çılgın şeyler üretmeye devam ederdi ve nice beyinleri yakardı, daha çok tanınıyor olsaydı.
Neler mesela, çivi gibi yere çakılan kadınlar arasında meraksız bir kadın yok, hepsi bir diğerinin ölümünü merak ettiği için camdan sarkıp düşüyorlar ve düşen kadınları izlemekten bıkan anlatıcı, kör bir adam örme şal verdiği söylenen birinin dükkanına giriyor ve düşmelerden uzaklaşıyor. Aynı anlatıcının, belki de aynı anlatıcının durup dururken ölen, çok yemekten ölen, çok paraya konduğu için işinden atılan adamı anlatması sadece olayların sıralanmasından ibaret değil, iyi insanların yere sağlam basmamalarının dalgaya alınmasından. 7'nin mi, 8'in mi önce geldiğini unutan insanların öyküsü de bir dalga ama altta, çok derinlerde bir eleştiri arıyorum. Kralın çıplak olduğunu bağıramayan insanların, çıplaklığın kuramsal olarak mümkün olmadığını düşünen devletin sert copundan korktuğunu düşünüyorum. Neyin neyden önce geldiğinin unutulması, bilgi unutturulmuşsa mümkündür, ikincisi de çene kemiği kırılan çocuğun varlığı düşünce akışını kesiyorsa, uç bir olay mantığı ortadan kaldırıyorsa, söz gelişi birçok insan eylemler sırasında vuruluyorsa ve bu durum toplumsal bir unutkanlık yaratmışsa... Kharms'ın saçmalarını daha iyi oturtabiliyorum bir yere, oturmaya gelmişlerse.
Oturtmuyorum, hiçbir şeyin hiçbir şeye bağlanması gerekmiyor, saçmanın saçma olması yeterli. Puşkin ile Gogol'ün tiyatro metninde birbirlerine takılıp düşmeleri, biri düştüğünde diğerinin kalkıp düşene takılıp düşmesinde, kalktıkları her seferde şeytana çatmaları, rahat yüzü görmemeleri yüzünden yakınmaları gülünç. Yakın arkadaşlar, birbirlerini çok etkilemişler, Kharms da onları birbirine takmış, düşüyorlar ve kalkıyorlar, birbirlerine öykünüyorlar, öyküler ve romanlar için yüce ilhamı paylaşıyorlar. Hoş! Bu, ikinin birleştiği bir öykü, başka bir öyküde sürekli düşen marangozun yüzünü defalarca yarması, eczacıdan birer birer aldığı yara bantlarıyla kapadığı yüzü sebebiyle tanınmayıp eve alınmaması var ki bunu hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemenin umuduna bir güzelleme olarak görüyorum, yine aşırı yorum yapıyorum ama olsun, absürdün boşluğu orada bir yerde duruyor, farkındayım.
Sandık nam öyküde kendini bir sandığa kapatan adamın havasızlıktan yavaş yavaş ölmeyi beklediğini, beklerken de ölümünün aşamalarını düşündüğünü ve yaşamaya çalıştığını -ölümün aşamalarını- görüyoruz. Yaşamın ölümle mücadelesinde yaşam bir şekilde kazanır, adam yerde yatmaktadır, sandık ortada yoktur. Yaşamın hiçlikten doğuşu, kapanılan sandığı da ortadan kaldırabilmiştir.
Toplumsal eleştiriler ağır, kızıl karanlığa uyum sağlayan insanların linç ettiği insanlar, meslek gruplarının birbirine saldırısı, pek çok şey. Bunlar arasında olduğu gibi anlatılanlar vardır, gerçek o kadar saçmadır ki böylesini kurgu bile sağlayamayacağından bazen en doğru olan anlatım şekli, böyle bir gerçekliği olduğu gibi yansıtmaktan geçer. Bazı öykülerde de ortadan kaybolan kadınlar, aniden beliren insanlar, rüyalar, rüyalardan uyanışlar ve tekrarlı uykularda rüyaların minimal değişimlerinden doğan farklı evrenler vardır. Kharms rüyayla gerçeği sonsuza ıraksadıkları noktada birleştirmiştir.
Özgün bir delilik: Kharms.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder