18 Mart 2018 Pazar

Ali Teoman - Kırık Kalpler Terzihanesi

Demin cama kuş çarptı. Yuva yapmışlar, yumurta düşmesin diye etrafına birkaç dal yerleştirmiştim. Sanırım beğenmediler, gittiler. Yuva duruyor. Kuşlar durmuyor, ara ara cama çarpıp yapmam gereken şeyleri hatırlatıyor. Mesela bu; Ali Teoman'ın güzel öykülerini anlatmak. Sonra bisiklet. Sonra tez. Sonra yarın.

Ali Teoman'ı yıllar önce kaybettik, erliği veya geçliği hakkında bir şey diyemiyorum ama daha fazla yazmasını isterdim. Sayım dökümden nesnelerin rahatça yerleştiğini ve aynı rahatlıkla atılabildiğini gördüğümüz bir dünyanın olanca doğallığıyla kuruluşu çok etkileyici. Üç bölümden ilki, Gizemli Öyküler'den Bahar Temizliği. İkinci tekil şahıs kipiyle yazılan bu öyküde güzel bir bahar sabahı, evini temizlemeye karar veren bir "sen" var. Mutfak, odalar, eşyalar. Bir sandık. Sandığın içi kurcalanıyor ve kağıtlar, defterler beliriyor. Yazı okunamıyor, sandık hatırlanamıyor. Kimin bunlar? Sen mi bıraktın, bir başkası mı? "Nasıl oldu da şimdiye dek bütün bunların farkına varmadın? Çalışma odanda bir başkasının (kimin?) cesedini saklıyordun; iyice gizlenmiş, kilit altına alınmış, bütün meraklı gözlerden uzak... Nasıl oldu da şu âna dek bunu anlayamadın?" (s. 12) Yıllardır bir köşede duran sandık, alınan nefesten farksızlaşınca sandıklığını yitiriyor, bakışlara çarpılmıyor, varlığı her şey gibi bir şeye dönüşüyor, kısacası unutuluyor. Unutulan'ın sandık hali.

İnerken'de yine bir dünya kuran ilk cümle: "Sokak karanlık." (s. 13) Karanlık sokağın çeşitlemeleri arasından tekinsiz olanlarını seçmiş Teoman; dolunayın ışığı donuk, apartman karanlık, asansörün köhneliği sonsuz bir homurtu ve uğultu olarak derinlerden duyuluyor. Kabin karanlık, daha da önemlisi kabinin ineceği derinliklerin bir sınırı yok. Anlatıcı bütün düğmeleri deniyor ama kabin durmuyor, indikçe iniyor. Binaların bilinmeyen boşluklarından Perec de bahsediyordu, ikinci katta oturuyorsanız ve üçüncü kata hiç çıkmadıysanız üçüncü katın yerinde kara bir hiçlik olmadığını nereden biliyorsunuz? Dışarıdan görüldüğü gibi olmayabileceğini düşünüyor musunuz? Bilinmeyenin böylesi yayılmacı dünyasında hiç var oldunuz mu?

Gitme Biçimleri: Devinimlerin ve duyguların yaşama mikroskopik parçalar halinde dağıtımı.

Yine "sen". Hareketler, imler, salon penceresindeki perdenin aralanması, bir adamın yürüyüşü ve anlatılandan ayrılan yönleri, insanın kendi evinde, kendi imgesini köşelerine kadar sıkıştırdığı mekânda yabancılık çekmesine yol açar. Kişisel yabancılık kurulduktan sonra kapının altından atılan mektup ortaya çıkar, bu da dış bir yabancılık kaynağı. Kapının öbür tarafında biri, bu tarafında kişi, sessiz bir bekleyiş. Kim, ne? Mektup? "Tini gizlice kemiren işlek bir yenircedir kuşku. İkircim sanrının anasıdır." (s. 17) Gerisi anın, kuşkunun çözümlemeleridir, gergin atmosferin çöreklenmesidir. Sonunda yolculuk vardır, mekân değişimi, mektubu okuduktan sonra, telefon çalarken.

Banyo Penceresi, gizemli öykülerin şahı. Sadece belirli bir açıdan görülen manzara: Pencerenin belirli bir açıda duruşuyla karşı dairenin derinliklerinde bir karaltı görülür, fotoğrafta karaltının neliği hakkında pek az şey bellidir. Karaltı olması. Daha iyi odak, daha çok uğraş, orada kımıldayan bir şeyi ortaya çıkarıyor. Yine kımıldıyor, bakışın vücuttan ayrıldığı her an bir başkasına dönüşüyor ama o bir yansı, ama insanın kendini hiç bilinmeyen bir uzamda tanıyamayacağı doğru mudur, ama insan kendini zaten tanıyamayacağı için o karaltının oluşturduğu kendilik aslında bir karaltı, biçimlenmesine, insana dönüşmesine lüzum yok.

Romanesk Öyküler bölümünün Gecenin Atları ile aynı kurmaca dünyada geçtiği söyleniyor, bir fikrim yok. Olunca inceleyeceğim, şimdilik birkaç öyküyü ele alayım. Mesela Panayırda. Sadece bu öyküde değil, Ali Teoman'ın anlatılarında düşüncenin kara uçları, son derece şahsi ve biricik, belki önceden okurun da düşündüğü -kendi ölümümden başka bir şey olmadığımı çok düşünmüşümdür- imgeler vardır, beni Ali Teoman'a bağlayan şey bu imgelerin muhteşem dünyaların zemininde parıldamaları oldu. Bunu ikinci kez yazdım sanırım, birkaç kez daha yazabilirim. Neyse, bu öyküde üniversitenin kapısından çıkıp gözü kararan, sersemleyen bir anlatıcının peşindeyiz. Kimsenin umursamadığı, yollarda karşılaşılabilecek ölümleri düşünür, çünkü en amansız düşmanın içeriden, ölümün kendisinden geldiğini sezer. "Her şey apaçık ortada: Siz ölümünüzsünüz, ölümünüz de siz." (s. 53) Her insanın kendi ölümünü ölmesi gibi bir şey. Üzerine, anlatıcı "ölüm" ve "yaşam" kelimeleriyle oynadıktan sonra "ölü am" kalıbına ulaşır, yaşamı anlatmak için güzel bir metafor. Sonrası daha iyi; Beyazıt Meydanı'ndaki hengâmenin tasviri, çocukluğa açılan bir kapı haline gelir ve anlatıcının babası, anlatıcının/çocuğun elinden tutar, diğer elde de olmayan horozşeker ve pamukhelvanın özlemi vardır. Bu kadar kısa anlatılmamalı ama okunması lazım; o kaotik ortamda, satıcıların arasında, mahşeri bir gürültünün kalbinde uzamın nasıl yok olup tekrar belirdiğini, haliyle zamanın ve mekânın nasıl tekrardan yaratılabildiğini görmek heyecan verici, Ali Teoman gerçekten, gerçekten dünya kurgulamayı biliyor.

Kuş kadar öykü anlattım, katlarcası içeride bir yerde okurunu bekliyor. Lütfen okuyun.

1 yorum:

  1. Hiç okumadım şimdiye kadar Ali Teoman ı... Bu kitabıyla başlayabilirim

    YanıtlaSil