26 Mart 2018 Pazartesi

Eugenio Borgna - Şu Bizim Kırılganlığımız

Patolojik olanı değil, nefes almak gibi bir kırılganlık. Borgna yaşamın pek çok bileşenini başlıklara ayırarak periyodik olarak inceliyor kırılganlığı; yaşlılık ve ergenlik, dostluk ve aşk, melankoli ve sevinç, ne varsa. Girişi de güzel: "Dünyada hâkim olan sloganlar kırılganlığı, gereksiz ve köhne, ham ve hastalıklı, sağlamlıktan ve anlamdan yoksun bir şey olarak görüyor; oysa kırılganlıkta duyarlılık, incelik, haysiyet ve bitkin bir nezaket, dile getirilemeyen ve görülemeyen şeylere dair bir sezgi bulunuyor ve bunlar, başkalarının ruh halleriyle, duygulanımlarıyla, varoluşsal tarzlarıyla daha kolaylıkla ve şevkle özdeşleşmemizi sağlıyor." (s. 7)Kırılganlığın güçsüzlük olarak bilinmesi kırar, bu bir. Kırılganlıkta sezgiler var ve bu sezgiler önemli ölçüde yönlendirici. Birini biçimleriz, kurarız ve o artık bizim imgelemimize aittir, sezgiler olmasa bu ölçüde bir kurmaca ve yakınlık da olmayacaktı. Simmel diyordu, kırılmak diye bir şey olmasa sevgi ölü doğar. Sevginin bir boyutu bizdekidir, kendi oluşturduğumuzdur ama karşı tarafta tahmin edilebilir -ama sezgilerle görmezden gelinen- bir yıkım ortaya çıktığında... Kırılmak tam budur; kurmacaların uyuşmazlığı. Başkalarının kendilerini kurmasıyla bizim onları kurmamız arasındaki korkunç boşluk, sanki orada hiç olmamış gibi silinen kara nokta, ilişkinin bütün geriliminin yüklendiği bilinmeyen alan, kırılmanın doğduğu yer.

Borgna, kırılganlığı hayatın bir parçası olarak görür, ontolojik bir köken. Fenomenolojik olarak kırılganlık pek çok açıdan ortaya çıkabilir; duygulanım, durum ve kırılgan olmaktan başka şansı olmayan şey. Her şey; neşenin çekinceli doğası, gözyaşının gizlenmeye meyli, sessizliğin suçu, sesin gürültüsü. Kırılganlığı bütün açıklığa rağmen anlaşılamamanın orta yerine oturtuyorum. Öyleliğin bir arıza olarak hissettirilmesi, nedeninin sorgulanması, en yakındaki tarafından. Kırılmak budur. "Yardım görme gereksinimimizin tanınmaması" der Borgna, kişiliğimizin aradaki o kara boşluğa çekilmesi, hiç istememize rağmen. Tamamen ortadan kaybolsun istemeyiz, varlığı ilişkinin sürmesi için gereklidir ama bazen oraya sürükleniriz, bazen sürüklenmemek için yalvarırız, bazen ansızın orada buluruz kendimizi. Öbür ucun kendi acıları vardır, sürükler. Yapacak bir şey yoktur, güzel bir manzaraya yürür gibi sürükleniriz ve geriye dönmek için bilinen dünyanın/kendimizin sıcak topraklarına dökülürüz. Boşluk kaybolur, her şeyle birlikte. Gürültülü bir çöküş; sözcüklerin imlediği bir anlaşılırlığı arayış. Sözcükler iyi gelir, bazen. Yarattığı pırıltılar her yerden görülürse. Görülmezse sessizlik. Borgna, dinlemek için susmak gerektiğini söyler. Sanırım beni en çok öfkelendiren şey bu; susulmaması. Sürekli bir saldırı. Birkaç sözcükle bağlanabilecek uçların tek bir yöne doğru, durmadan uzaklaşması yine anlaşılmamanın kırıklığını taşır ama bu kez biraz öfkeyle; bilinçli bir uzaklaşmadır bu, susturmak için. Bu durumda sessizlik de kırılgandır, sözcüklerin oluşmasına izin verilmiyorsa sessizliğin oluşmasına da izin verilmez.

Sanırım tek bir kişiden susmasını istedim şimdiye kadar. Konuştukça boşluğu doğuruyordu ve bunu anlamıyordu. Daha yalnız hissettiğim bir zaman bilmiyorum. Borgna'nın alıntılarını taşımak isterim: "'İçimde gitgide derinleşen bir sessizlik var. Hiçbir şey ifade edemedikleri için yorgunluk veren sözcükler sessizliğime çarpıyor.'" (s. 15) Kendimizi ve başkasını tanımak için gereksiz sözlerden kaçınmamız gerektiğini söylüyor Borgna, çok az sözcükle bir yakınlığı çoğaltabiliriz. Başka bir sessizlik de korunma sessizliği, belki de karşıdakine verilen ikinci kez düşünme şansı. "Sessizliğin nedenlerini sezmeye çalışmalı, sessizlik karşısında asla sabırsızlığa kapılmamalı ve ona acelecilikle saldırmamalıyız." (s. 15) Bazıları bu sessizliğin çok yorucu olduğunu söyler. Kendi yorgunluklarını her şeye sindiren insanlar. Üzülüyorum; o sessizlikteki kırılganlığı ve sessizliği gerektiren tedirginliği görmüyorlar. Çekingenlikte de aynı durum var ve muhteşem bir şekilde anlatılmış: "Yara ve zarar almış çekingenlikten geriye ne kalır? Zaman zaman hiç onarılmayan ve yarası kapanmayan yıldız kalıntıları, kanayan kıymıklar kalır." (s. 17) Borgna, psikanalizci kimliğine başvuruyor yer yer, çekingenlik bölümünde özellikle. Ergen psikolojisi açısından çekingenliği anlatıyor, yaşlılığın kırılganlığını da yalnızlık ve depresyon üzerinden inceliyor.

Sevinç. Rilke'den alıntılar. Mutluluğun tersinin olup sevincin tersinin olmaması. Bilirsiniz; maniye yakın bir duygudur sevinç. Parlar, her şey daha bir renklenir. Müthiş bir duygudur, toplama kamplarında bile duyumsanmıştır, Borgna'nın alıntıladığı mahkumların günlüklerinde görülebilir. Logoterapiyi buna yakın görüyorum, sanırım anlamın olduğu yere yakın bir yerde ikamet ediyor sevinç. Çiçeklere bakınca güzelliğin, doğanın, pek çok şeyin anlamı ortalık yerde geziniyor, anlar içinde bundan daha an olanı yoktur sanırım. Anın yitip gitmesinden doğan hüzün gelebilir ardından, üzülmeye gerek yoktur ama bir o kadar da vardır, ikisi birbirinin etrafında dönerek yaşamı oluşturur. Hüzün, sevinç gibi, insanın çok derinlerinde bir yere aittir ve ruha neyin yittiğini anlatırken fısıldar, sessizdir, çoğu kez anlaşılamaz ama geride bıraktığı dünya en az sevincinki kadar parlaktır, belki biraz daha farklı tonlara kaymıştır ama mavinin de kendi güzelliği vardır. Yaratıcı güzellik, acının güzelliği. Uçları umudunkilere dokunur, her şeyin olabileceği umudu. Acı değişebilir, ortadan kaybolabilir ve tekrar belirebilir. Mutluluk bir an, umut koca bir sonsuzluk. "Yıldızsı arkadaşlıklar" sürmeye dayanıksız olsa da bellekte sonsuza kadar var olacağının umut edilmesi, onların kırılganlığını azaltır. Bu tür arkadaşlıklara inanmak istiyoruz Borgna'ya göre, belki belleğin sürüp gitmesi için temel noktalar oldukları için, belki de sadece bir güzelliği sürdürebilmek için.

Kırılganlıkları çeşitliyor Borgna; hastalıklar, hasta beden, delilik, istemli ölüm, ruh, ergenlik, yaşlılık, mistisizm, kadın kırılganlığı, erkek kırılganlığı... Tek bir şey aklımda: "Ayırt edilmesi kolay olmayan elle tutulmaz, karaltılı ve uçup kaçıcı ışıltılı izleriyle günlük hayatımızda her gün yanımızdan geçen insani kırılganlıklar da vardır." (s. 50) İnsan merak ediyor bu kırıkları, anlamak istiyor ve soruveriyor, öylece. Omuzluyor, başkasının kırığını taşımak istiyor. Sınırını aşıyor, anlayıp bırakıyor veya başka bir biçimde dokunuyor ama mutlaka dokunuyor. Seviyor, aşık oluyor, "o şeyi" bir parçası haline getirmek istiyor. Bütün kırılganlığa rağmen. Bu, ruhumuzun -kara güneşin altında olsa bile- biricik sevinci. 

2 yorum:

  1. Kitabı okumayı az önce bitirdim.
    Son dönemde kendimi bu kadar anlamama yardımcı olan baska bir kitap okumamıştım.

    YanıtlaSil
  2. Ben de kendim için aynını hissediyorum. Melankoli ve adını hatırlayamadığım diğer kitabını da tavsiye ederim. Onları askerdeyken okuduğum için hiçbir şey hatırlamıyorum ama sıkı kitaplardı.

    YanıtlaSil