Devrim Çetin Güven'in sunuş yazısının bir kısmı okunmalı ama bu kısım okunmaması gereken kısımla iç içe geçtiği için kısım kısım uzaklaşılmalı. Lakin yapacak bir şey yok, önce sunuşa bakıyoruz. Güven öncelikle romanın mevzusunu anlatıyor. 1920'lerde bir yengeç konserveleme gemisi Kamçatka civarında işe koyuluyor. Gerçi bu bir gemi değil, Japon-Rus Savaşı'nda ele geçirilen hastane ve nakliye gemilerinden biri olsa da neredeyse hurdaya çıkacak hale geldiği için kayıtlara gemi olarak geçirilmiyor. Kayıtlara geçirilmiyor da olabilir. Bu bir fabrika da değil, fabrika niteliği taşımıyor. Yasanın boşluğuna saplanıp kalmış bir ucube bu, hukuki tanımı yok, dolayısıyla işçi kanunlarıyla hiç alakası yok. İşçi kanunları dedik de, Steinbeck'in ve Yaşar Kemal'in pamuk işçilerinden Japonya'nın yengeç avcılarına bir kanunsuzluğun gölgesini görebiliriz. Uygulamada büyük sıkıntıları olan kanunlar görünürde insanın onuruyla yaşamasını garantiye alıyor. Görünürde. Diyorum ama inanmıyorum, görünen o ki daha çok yengeç avlamak için yakınlarda batan bir gemiye yardıma gidilmez ve yüzlerce insanın ölümüne göz yumulur. Gerçek bir olaymış bu, Güven'in anlattığına göre 1926'da Çiçibu-maru Gemisi karaya oturmuş ve SOS sinyali yollamış ama civardaki yengeç konserveleme gemilerinden bir tanesi bile yardıma gelmemiş. 161 kişi bu faciada can vermiş. Doldurulması gereken kota, ülkenin hemen her yerinden bulunabilen değersiz insanlardan daha önemli. Bu noktada Japon toplumunun yapısına ve ülkenin siyasi geçmişine bakmak gerekiyor.
Dazai, memleketinde gezip tozmasını anlattığı metninde her beş yılda bir gerçekleşen kıtlıkların binlerce insanın ölümüne yol açtığından bahseder. Problemin detaylarını Takici'den, Dazai'nin memleketlisinden öğreniyoruz. Verimsiz toprakların dağıtıldığı köylüler, yıllarca uğraşarak toprağı doğru düzgün ekilebilir hale getiriyorlar ve toprak ellerinden alınıyor, kovuluyorlar. Mahsul de yetersizleşince eskinin çiftçilerine köle gibi çalışmaktan başka çare kalmıyor. Japonya'da hızla yükselen kapitalizmin patronları için cennet. İş bulma kurumları insanları borçlandırıp üç kuruşa çalışmaya zorluyor, savaş ekonomisinin haşat ettiği ülkede alt sınıf için alternatif yok, hatta bu durum alt-orta sınıfa da sıçramış durumda; üç beş üniversite öğrencisi para biriktirebilmek için çalışmak isterlerken kendilerini gemide buluyorlar. Çalışma şartlarının korkunçluğundan bahsetmeye gerek yok. Belki biraz var. Yemek kötü, çalışma süresi kötü, yengeç kokusu rezalet ve en kötüsü de işçiler kötü. Uyanmaları için aralarından birkaçının ölmesi gerekiyor, varlıklarının tehlikeye girdiğini anlayana kadar boş konuşmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar. Kıvılcımı çakan, aralarından birinin av sırasında fırtınaya yakalanarak SSCB topraklarına sürüklenmesinden sonra kendisini kurtaranların "kızıl propagandaları" oluyor. Ruslar tatlı ve kibar insanlar, İmparator-Devlet söyleminin ilk çatlağı. Rusların arasında yaşayan komünist bir Çinlinin yaptığı konuşma da boşa çalıştığını, çalışarak kutsal devleti değil, patronları zengin ettiğini adamımızın başına dank ettiriyor. Aslında bildiğimiz şeyler; insan topluluklarının hikâyeye ihtiyacı var ve iktidar ne söyleyeceğini bilirse her şey yolunda gidiyor. Örneğin, Japonların dünyanın en üstün ırkı olması, devletin gücünü koruması ve zaferlerini sürdürmesi için herkesin çalışması gerektiği, zorluklara karşı sabırla yaklaşılmasının erdemi vs. tipik gütmenin enstrümanları olarak karşımıza çıkar.
Oysa nedir, metnin ilk cümlesi bunları kül eder, patlamak için gün sayan işçinin fitilini tutuşturur: "'Hey, cehenneme gidiyoz lan!'" (s. 31) Cehennem alegorisi değil, zamanın sonuna kadar acı çekilecek bir acılar mekânı değil, gemi bir Araf-Cehennem evliliğinin statüsüz ürünü. İşçiler yüzen bir tanımsızın içinde sürükleniyorlar.
Güven'in açıklamalarından birkaç tanesini inceleyeyim. Dil, 1920'lerin Kuzey Japonyası'nda kullanılan sokak ağzı, şive ve ifadeleri barındırıyor. Yerelleştirmeye başvuruyor Güven, işçilerin konuşmalarını "Angara Bebesi" familyasına dahil olan canlılarınkine benzeterek çeviriyor. Makul. İşçilerin isimlerinin olmayışına dikkat çekiyor, onları birey olarak değil de köle olarak görmenin en kolay yolu. Numaraları bile yoktur, Remarque'ın kamplarında numaralardan ibaret hayatların sürme çabalarını görürdük ama burada lakabı olmayanların yaşadığını söylemek şüpheli, hele içlerinden bazılarının günaşırı ölmelerini düşünürsek sadece görünmek ve çalışmak için orada olduklarını düşünebiliriz. Lakabı olanlar lakaplarını eylemlerine göre alırlar, ustabaşına ilk karşı koyan adamın adının, "Hava Basma Lan!" olarak belirlenmesi bir örnek. Erginlik ayini gibi; zafer kazanana kadar kimsenin ismi, dolayısıyla gücü yoktur. Kolektif kahramanlık vardır, kolektif ölümler vardır, sondaki isyana kadar kimse bireyliğinin farkında değildir.
Yüz yıl içinde eserin birkaç kez unutulup hatırlanmasının muhasebesini yapıyor Güven; manga versiyonunun basılması, film uyarlamalarının yapılması ve onca dile çevrilmesi bundan böyle unutulmayacak olmasını garantilemiş olabilir ama zamanında Japonya'nın dünyaya kafa tutması, ardından gelen ekonomik devrimle hızlı yükselişin başlaması ve kapitalist politikalar sonucu ofis köleliğinin ayyuka çıkması, eserin yıllar sonra tekrardan doğmasına neden oluyor. Problemler güncel ve uzunca bir süre güncel kalmaya devam edecek korkarım, dolayısıyla işçilerin destanı yazılmayı ve okunmayı sürdürecek.
Anlatıyla ilgili söylenecek şeyleri söyledim ama birkaç şey ekleyebilirim. Geminin kontrolü işçilerce ele geçirildikten sonra koruma gemisi belirir, içindeki askerlerin süngülerini taktığını gören işçiler askerlerin kendilerini destekleyeceğini düşünür ama tam tersi olur, o sıralarda işçinin insan gibi yaşamasından çok Güneş İmparatorluğunun bekası düşünüldüğünden üretimin devamı amaçlanır, devrik liderler tekrar tahta çıkarılır ve direnişin liderleri askerlerce yaka paça götürülür. Anlatı burada sonlanmış olsa Demir Ökçe'deki umutsuzluk doğabilirdi ama hayır, işçiler hemen yeni bir isyan planlamaya başlar. Subayından doktoruna herkesin hor gördüğü bu insanların doğruluş hikâyeleri oldukça coşkuludur; binlerce bitin kuşattığı, açlıktan ve yorgunluktan kıpırdayamayacak hale gelen, günden güne birer ikişer eksilen bu insanlar dünyanın en onurlu mücadelelerinden birini verirler.
İyidir, kofti milliyetçiliğin rezilliğini, din tüccarlarının ikiyüzlülüğünü gösterir bu metin. Takici'nin diğer metinlerine de rastlarız umarım.
Ek: Daughter ve London Grammar, ikisi de üç yıldır canım ciğerim. Şu şarkının güzelliği?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder