Öyküler insanların kaybettikleri şeyleri eğip bükerek acıyı nasıl benimsediklerini yansıtır biraz, örneğin bir insanı devlet elden alır, yok eder. Yaşanmıştır ve yaşanacaktır bu, insanların bununla nasıl baş ettikleri, baş edip edemedikleri, mesele budur. Basit insanların basit kötülükleri vardır ve kötülük en saf halinde bir dinişsiz yokluğa sebep olur. İnsanlar acılarını hep başka bir şeye çevirmeye çalışırlar, katlanabilmek için. Buzluk'un öykülerinde bu başkalık bir dünya olarak ortaya çıkabilir, dolmuştan uzak bir zamanın hatıralarına inilebilir, istikamet belliyken trenlerden inilip kuyut bir ormana girilebilir, mücadelenin yaratıcılığı öykülerin başrolündedir.
Su İşi, ayın doldurduğu bir odada, kocasını uyandırmamaya çalışan bir kadının anlatıcılığıyla başlar. Kadın hamiledir, kocası yorgundur, aydınlatmaya çalıştıkları bir dünyayı paylaşırlar, konuşmalarından birbirlerine duydukları sevginin katmanları anlaşılır. Gecenin bir vakti uyanıktırlar, kadın sokaktan geçen bekçiyi görür, sonra cama dayanmış ucube bir yüzü. Koca camı açar ve üç yevmiyelik bir iş olduğunu öğrenir adamdan, gider. Bir süre sonra kadın üç yevmiyenin çok olduğunu düşünür, hiçbir iş bu kadar etmez. Kadın yollara düşer, kocasıyla adamı girdikleri bir eve kadar takip eder, sonrasında biraz bekleyip evine döner.
Kadının ormanda kaybolup yitme düşüncesi yine ortaya çıkar. Başka öykülerde başkalarında da ortaya çıkar bu, yoğa karışmak cazip gelir. Göğün sonsuzluğuna karışmak da caziptir, o da başkalarındadır, hatta "en eski yüz" gökyüzüdür, insanın sonsuzluğu ilk çıkarsadığı.
Koca gelmez, kadın karakollara gider, sorar, soruşturur, öyle biri var olmamıştır, kayıtlarda yoktur, kesin bir yalancıyla evlenmiştir kadın. Polislerin insanlıktan uzak davranışları bezginliği derinleştirir. Bir polis çocuğa devletin bakacağını söyler, bir diğeri çocuğun cinsiyetini merak eder, kocanın kendisini kandırdığını söylerler, bir sürü şey. Kadın sokaklarda kocasının adını haykırır, son. Korkunç bir dönem, günümüzde uzantılarını bulmak mümkün. İnsanlar kayıp, öldürülüp gömülmüşlerdir. Cumartesi Anneleri'ne sabır, sabır, sabır dilerim.
Tozlu Cennet, kadından erkeğe bir mektup. Yıldız'a duyulan aşkın Yıldırım'la sonlanması konulu bir öykü. Yıldız ve Yıldırım ikizdir, anlatıcı onlarla çocukluğunda tanışmıştır, iyi arkadaş olurlar. Sonra Yıldız'la aralarında bir ışık belirir, birbirlerinin vücutlarını keşfederler, aşkın en duru hali yaşanır. Toplumsal baskı onları ayırır, aşk küllenir, anlatıcı Yıldırım'la evlenir. Yıldız'a en yakın olan. Sonrasında Yıldız'la tekrar yakınlaşınca, Yıldırım'dan da çocuk bekleyince... Üçlü bir ilişkiyi sürdürebileceklerini söyler mektupta. Yıldırım'a bir davet; yanlışı düzeltmek. Yanlış neyse. Bütün karmaşanın çözümü için önceden denenmiş bir formül. Yıldırım kabul ederse. "Kimi zaman senin," diye biten bir mektup işin olurunu önceden bağlamış gibi gözüküyor. Homoseksüelliğin üçlü ilişkilerdeki yeri, ikizlikle birlikte orijinal bir mesele.
Dördüncü, meyhanelerde ağlayacak bir omuz aramakla ilgilidir. Kadın, erkeklerin egemenliğindeki meyhanelerde bir kuytu köşe, bir dertleşecek kadın arar, kendisine sarkan adamlardan kurtulmak ister. Gördüğü tek kadının peşinden fırlar, taksiye atlar ve adamları eker. Yüzleşirler, takip edilen hiçbir şey söylemez, evine davet eder. Ağlamak için omuz bulunmuştur. Son. Kadınlar için bu dünya çok erkek, çok rahatsız.
Diğer öykülerde başka acılar, başka masallar var. Hepsinin çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Kurmaca dünya iyi, karakterler iyi, öykünün tamamı boyunca süren kurulum iyi, her şey iyi. Buzluk iyi bir öykücü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder