27 Şubat 2019 Çarşamba

Gerard Russell - Unutulmuş Krallıkların Vârisleri: Ortadoğu'nun Yok Olan Dinlerine Yolculuk

Binlerce yıllık tarihleriyle dünyanın her yerine dağılmış durumdalar. İngiltere'nin bir köşesinde, tapınaklarında yaktıkları ateşin etrafında birkaç adam duruyor, inançlarının doğduğu toprakların binlerce kilometre ötesinde kadim bir ritüeli yaşatıyorlar. ABD'nin ortasında bir yerlerde, adı pek bilinmeyen bir kasabada tavus kuşu resminin altında toplananlar atalarının geleneklerini sürdürüyorlar. Hindukuş'un göğe değdiği noktalarda üç köy var, köylerdekiler Pakistan'ın baskılarından bunalmış durumdalar ve en yakın yerleşimle aralarındaki mesafeyi oldukça kısaltacak olan tünelin inşaatı biter bitmez tehlikeye daha da yakın olacaklar, korkuyorlar ve ibadetlerini sürdürüyorlar. Müslüman Mısırlılar, Koptların kiliselerine saldırılmasın diye el ele tutuşup canlı duvarlarını örmüşler. İran'da mollalar Batı tehlikesine karşın yakın zamana kadar silmeye çalıştıkları binlerce yıllık inançları kollanmışlar, hilal ve kartal yan yana duruyor. Soykırımlar, saldırılar, zulümler bu insanları parçalamış ve başka coğrafyalara savurmuş olsa da ABD'ye gelen Araplar Yahudilerin yardımıyla düzenlerini kuruyorlar, buna karşın Hıristiyan Mısırlılar Baptist veya Üniteryen Hıristiyanların garip yaşamlarına ayak uyduramıyorlar, ABD'dekilerin oruç tutmamalarını, kiliseye gitmek dışında herhangi bir ibadeti yerine getirmemelerini hayretle karşılıyorlar. Zaman geçtikçe yaşam biçimleri değişiyor, inanç da biçim değiştiriyor, böylece aynı dine mensup olanlar arasında ortaya çıkan farklar bir nevi zenginlik haline geliyor, bu farklar yüzünden ortaya çıkan savaşlar bir yana. Russell'ın yolculukları boyunca tanıştığı insanlar, gördüğü tapınaklar, duyduğu acılar benzer şeyleri söylüyorlar; dünyanın öbür ucunda bile inanç sürer, ateşler farklı kıtalarda aynı amaç uğruna yakılır, acılar unutmamayı sağlar. İnancımız kimliğimizdir, tersi de geçerli. Kimliklerini korumaya çalışan insanların serüvenini anlatıyor Russell, İran veya Pakistan gezilerinde zorluklarla karşılaşsa da güvenilir bir adam olduğu anlaşılır anlaşılmaz gizemlerin kapıları kendisine açılıyor ve izin verildiği ölçüde gizli dünyaları izlemeye başlıyor. Belki korkudan, biraz da tamamen yok olmama isteğinden ötürü izin veriliyor kendisine, yazdığı kitaptan bahsettiği zaman insanlar zamana karışıp gitmesini istemedikleri inançlarının en azından sayfalarda var olacağının tesellisiyle yakınlaşıyorlar Russell'a. Durum: "Paganlar Avrupa'dan öylesine toptan ve hızla silindi ki, Hıristiyanlık öncesi dinlerle ilgili ayrıntılı bilgiye İngiltere gibi bir yerde neredeyse ulaşılamıyor." (s. 9) Bu yüzden bu metin, Russell'ın şahitlikleri önemli.

Zaman çizelgesi verilmiş, ardından unutulmuş krallıkların haritası verilmiş. Zaman çizelgesinde Antik Mısır'dan Şah I. İsmail'in hükümdarlığına kadarki süreçte gerçekleşen önemli olaylar sıralanmış. Haritayı gözümüzde canlandırabiliriz; Ortadoğu'da yoğunlaşmış inançların sürgünlerle dağıldıkları yerler Gürcistan'dan Mısır'ın güneyine kadar uzanıyor. Bu dağılış sürecini de anlatıyor yazar, tarihi bilgilerle güncel yaşantılar iç içe geçiyor ve yüzlerce yıl önceki savaşlarla ardıllarını aynı noktadan değerlendirebiliyoruz. Anakronizme hiç bulaşmıyor Russell ama ihtimallerden de bahsediyor arada, örneğin Moğol ve Timurlenk istilaları olmasaydı Bağdat'ın hâlâ Hıristiyanlığın merkezi olabileceğini, 4. yüzyılda Mani'yi takip eden bir adamın Roma imparatoru olmanın kıyısından döndüğünü, eğer bu mevzu gerçekleşseydi Roma'nın Avrupa'ya Hıristiyanlığı değil, Mani öğretilerini yaymış olacağını söylüyor. Benzer örnekler başlıklar halinde incelenen inançlarda da mevcut, yolların çatallanmasıyla ayrışan mezheplerin üstünlük mücadeleleri sonucunda galip gelenin gölgesinde kaldıklarını görebiliriz. Sonrasında kademe kademe artan nefret dalgasıyla gittikçe silinen bir zenginlik. "Bu kitap ayrıca, umarım, din çeşitliliğinin değerini de vurgular. Arap dünyası dini hoşgörüyü reddedip tutuculuğu dikte edince küçüldü. Batı son yüzyıllardan itibaren bunun aksini yaparak büyüdü. Azınlıklarına değer veren bir ülke, onların yeteneklerinden ve dünyadaki diğer topluluklarla bağlantılarından fayda sağlar." (s. 21) Mandayyalarla başlıyor Russell, anlatısında geçmişle günceli bir güzel derliyor, öyküyle anı, tarihle hikâyeleştirme iç içe geçiyor, on numara bir şey, ben tahkiye mevzusunu atlayıp bodoslamadan giriyorum. Mandayyalar tek tanrıya tapıyorlar, vaftiz ediliyorlar, İncil yazarı olan değil de vaftizci olan Yahya isimli bir peygambere inanıyorlar. Âdem'in oğlu Şit'in soyundan geldiklerini ve Âdem'in cennetin bahçesinde aktardığı gizli öğretileri aldıklarını iddia ediyorlar. Kulağa isim fısıldama olayında Babil dilini kullanıyorlar, kökleri çok eski zamanlara dayanıyor. Bu noktada inançların çıkış noktalarını eşeliyor Russell, Mısır'daki piramitlerden önce Iraklıların piramitlerinin olduğunu söylüyor, malzeme olarak kerpiç kullanıldığı için bu piramitlerden geriye pek bir şey kalmamış. Firavunlar belki de bu yüzden daha dayanıklı malzemelerle inşa ettirmişlerdir piramitleri. Neyse, Babil'den kalan geleneklerini sürdürdükleri düşünülüyor Mandayyaların, Müslüman alimlerin eserlerinde kendilerine dair çeşitli bilgiler varmış, şehirleri Irak bataklıklarında hâlâ yaşıyormuş. Homeros'un yazdığı destanın benzerleri Irak'ın bu kadim uygarlığından doğmuş olma ihtimali varmış, benzer ögeler o zaman için dünyanın iki ucu sayılan bu coğrafyalarda yayılmış. Kuran'da Zerdüştlerle birlikte olumlu bahsedilmiş kendilerinden, ayrı tutulurlarmış bu yüzden. Museviliğe ilgi gösterirlermiş, ayrı düştükleri de çok olurmuş ama ortak birçok inançları varmış. Yahudilik etkisi altında serpilmiş bu inanç, Manicilik de aynı kökten türemiş. Aziz Augustinus'un Mani inancından pek çok öğretiyi irdelediği biliniyor, Hıristiyanlığın biçimlenmesinde çokça etkisi olmuş kısaca Maniciliğin. Mandayya papazlarının gök cisimleriyle olan ilişkileri Babil damarından geliyor; İngilizcede kullanılan gün isimleriyle aynı kaynak. Birçok bağlantı var, Russell Babil, Mandayya, Musevilik ve Hıristiyanlık bağlantılarını kurarak inançların birbirleriyle nasıl iletişime geçtiklerini anlatıyor, müthiş.

Nadia'nın hikâyesiyle birlikte yürüyor anlatı, bu Mandayya kadını ve ailesi İngiltere'ye göç ettikten sonra inançlarını korumuşlar, Nadia'nın bir süre boyunca devam eden isteksizliğine rağmen. Sonrasında atalarının inancına sarılmış, Batı medeniyetinden de kopmadan iki dünyada birden yaşamayı başarmış. Yüz bin Mandayyadan çoğu Irak'tan göç etmek zorunda kalmış, savaşların ardı arkası kesilmeyince dağılmışlar. "Mandayyaların geçmişine bakıp gördüklerimizden sonra Nadia'yla ben bir konuda hemfikiriz: Onların gitmesiyle Babil gerçekten yıkıldı." (s. 52)

Yezidiler var sırada. Kuzey Irak, Suriye'nin bazı bölgeleri, Gürcistan ve Ermenistan, yoğunluklu olarak yaşadıkları ülkeler. Maruz bırakıldıkları zulmü yakın bir zamanda gördük. İslamiyetle büyük benzerlikleri var inançlarının, yine de zülme uğramalarına yol açacak kadar fark var arada. Reenkarnasyona inanıyorlar, boğa kurban ediyorlar ve tavus kuşu şeklini alan bir meleğe inanıyorlar. Irak'ın kuzeybatısı onların evi, Mandayyalarla birbirlerini tanıyorlarmış ama çok az iletişim kurmuşlar. Müslüman derebeylerine karşı Hıristiyanlarla birlikte savaşmışlar, Irak'ın Hıristiyanlığın merkezlerinden biri olduğu zamanlarda. Yezidiler haç takarlarmış ama inanç sembolü olarak değil, kötülüğe karşı koruyan birer muska olarak. Bu konu çok hassas, adeta tabu ama kilisede mum yakarken bir şeye inanmamın gerekmediğini düşünmüştüm, sonrasında Russell da aynı şeyi yapan farklı dinlerden insanlar olduğunu anlatınca sevinmedim değil, agnostikler yapar, deistler yapar, herkes yapsın hatta. Neyse, yine Babil bağlantısı çıkıyor ortaya, Şamaş'a kurban edilen boğalar bahsinden balıklara geliyor olay, Şanlıurfa'daki balıklar. Yakınlardaki her inancı etkileyen ve bir şekilde o inancın bir değeri haline gelen balıklar o kadar çok sayıda farklı anlam taşıyor ki İbrahim Peygamber'in sayısız kurtuluşu gerçekleşmiş diyebiliriz. Persler ve Romalılar da gelmişler oralara tabii, inanç yığınından parçalar alıp götürmüşler. Mitra'ya tapanlarla Yezidiler arasında büyük benzerlikler varmış, el sıkışma bunlardan biri. Tabii sadece el sıkışmayı değil, inancın kendisini de götürmüşler ama Romalı askerler Mitra'ya tapınma eylemi olan el sıkışmayı bütün Avrupa'ya, Batı medeniyetine mal etmişler zamanla. Yezidilerin tam bir tarihini bilen araştırmacı yokmuş, dolayısıyla hangi inancı ne kadar etkilediği ve hangi inançtan ne kadar etkilendiği bilinmiyor. Tarihin silik bölümleri. Arkeolojik çalışmalar yeni veriler sağlayamazsa karanlığa gömülü bir alan demektir bu.

Alevi ve Kürt tarihine de giriyor Russell, o bölgelerdeki kaynaşmanın sonucu olarak. Hallac bağlantısı var, onun hikâyesine de giriyor. Yezidilerin Zerdüştçüler ve Mandayyalar kadar organize olmadıkları söyleniyor, bu yüzden gerçek bir tehlikeyle karşı karşıyalar. İnananların sayısı da diğerlerininki kadar çok değil. Onlar da Irak'tan kaçıyorlar, Müslümanların baskısı yüzünden bu kez.

İki tane çalışır benden. Sonrasında Zerdüştçüler, Dürziler, Samiriyeliler, Koptlar ve Halaçlar geliyor. Hepsinin muazzam bir tarihi var ama Halaçlar gerçekten ilginç, Büyük İskender'in dünyanın sonu olarak gördüğü dağların tepelerinde yaşıyorlar, kapalı bir topluluk. Diğer inançları anlatırken onca bilgiyi sıralayan Russell, Halaçlar söz konusu olunca sadece yaşamlarına ve ritüellerine yer veriyor, sanırım kendisine pek bir bilgi verilmemiş. Zaten bazı ritüelleri görmesine izin verilmiyor, gerçek bir sır var o zirvelerde.

Son bölümde Detroit anlatılıyor, Yeni Dünya. Yeni bir kıtada inançların köklerle bağının kopmaması için insanların gösterdikleri çabalar, eski topraklarda sürdürülen düşmanlıkların sürdürülmemesi için verilen emekler, bir sürü şey.

Muazzam ya, azıcık ilgisi olan herkesin okuması lazım. İnternetten bulunabilir, İstiklâl üzerindeki KÜY şubesinden de alınabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder