Yep Muscat yürümeyi seviyor, daha en başta arabaya binmeyip yürümeyi sevdiğini söylemesiyle kalpleri fethediyor. Bloklar arasında dolanıp geçmişiyle karşılaştığı zamanlarda bir çocukmuş gibi görebiliriz kendisini, patronlarla oturduğu zaman bir iş insanı gibi, ailesinin yanında şefkatli bir baba. Muscat pek çok personaya sahip olsa da bütün personalarının birleştiği noktayı görebilmek mümkün; maceracı, yaşamayı seven, asıl vatanından çok uzaklarda yaşamasının burukluğunu taşıyan bir adam. Zorluklarla büyümüş, serserilik zamanlarında yaşadığı ülkeyi ve insanları tanımış, derin bir adam. Yazdığı metinleri satmaya çalışırken her bir alıcıya gösterdiği farklı yaklaşımlarla insan sarrafı diyebiliriz Muscat için, kaypaklığa varmadan ve ne istediğini bilerek, dobra dobra konuşuyor. Çocukluk arkadaşlarıyla takılırken eski zamanları biraz üzüntüyle, biraz da sevinçle hatırlıyor. Ellilerine yaklaşan bir adam Muscat, yıl da 1955 civarı, o zaman I. Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde yaşama atıldığını söyleyebiliriz. Büyülü zamanlar, ekonomik buhranlar ve onca toplumsal problem yaşamın sihrini kaçırmaya çalışsa da genç insanlar için koca bir dünya var önlerinde. Aylaklıkla geçen onca yıldan sonra fırsatlar ülkesinde tutunabilenler yaşamlarının geri kalanında geçmişin olağanüstü dünyasını arıyorlar ama bulamıyorlar, ceplerindeki para büyüyü geri getirmiyor, eş ve çocuklar mutluluğu getirseler de özgürlük her şeyden daha ağır. Muscat, Laura'dan ayrılmış olsa da kadınla dostluğunu sürdürüyor, bütün zamanları şimdiye sığdırmak isteyen bir adam. Bir öğleden sonra yok aslında, birçok öğleden sonra var ve daimi bir şimdide Muscat'in ceplerinden döktüklerini görüyoruz. Buruk bir mutluluk denebilir. Yaşam sürüyor, onca şeyi peşte sürükleyerek.
New York'ta otellerden birinin önünde bir taksi duruyor. Açılış. Muscat taksiden iniyor, otelin eski çalışanlarını görmeyi umuyor. Yirmi yıl önce arkadaşlarıyla o otelde takılmışlar uzunca bir süre, o günlerden kalan insanları gördükçe mutlu oluyor. Arkadaşlarından çoğu zaman içinde birer birer silinmişler; kimi ölmüş, kimi işinin gücünün peşine düşüp ülkenin ve dünyanın farklı yerlerine dağılmış. Metin biraz otobiyografik, Saroyan kendi yaşamının bir bölümünü sunuyor okuruna. Muscat ünlü bir oyun yazarı, yeni yazdığı oyunları satabilmek ve yeni anlaşmalar yapabilmek için şehre dönmüş. Ailesiyle zaman geçirmek için de. Bir de tanıdıkları görebilmek için. Uzun süre sonra doğduğu şehre dönen bir adam, karşılaşacağı şeyler merak uyandırıyor, güzel bir mesele bu. Dönmek, bazı şeylerin değiştiğini ve bazı şeylerin hiç değişmediğini görmek. Otobiyografik demiştim, bütün haklarını satıp pişman olduğu bir oyundan bahsediyor Muscat bir ara, Saroyan'ın da başından geçen böyle bir şey var. Hangi filmdi o, Hollywood'daki kodamanlar Saroyan'a kazık atıyor da o da bir şeyler yapıyor, yazdığı senaryoyu romanlaştırıyor muydu neydi, böyle alengirli işler dönüyor geçmişte. Bir de şey, aynı kadınla iki kez evlenerek hayatını mahvettiğinden bahseder Saroyan, o kadın Laura olabilir mi diye düşünmedim değil. Neyse, otel. İnsanlar, anılar, telefon görüşmeleri, rastlantılar, şehir Muscat'in etrafında kuruluyormuş gibi. Diyaloglar ve kurgusal zamanın kullanımı o kadar başarılı ki doğal bir akışı seyreder gibiyiz.
İş meselesi. Aracılarla konuşuyor Muscat, bir tanesi yazdıklarının on yılda inanılmaz bir değişim geçirdiğinden bahsediyor. Muscat'in hoş bir cevabı var; yazmaya da yaşama başladığı yerde başladığını, her şeyi değiştirebileceğini düşündüğünü ama bunun mümkün olmadığını anladığını söylüyor. Bu idrak anından sonra da en iyi bildiği şeyi yapmış, yazmaya devam etmiş. Oyunlarının başarısından ötürü yitip giden bir şeylerin olmadığını söyleyebiliriz, aslında hayal kırıklığı da yok yaşama karşı, sadece yaşamı olduğu gibi yaşamaktan başka bir şey yapılamayacağını anlamış durumda. İşte, pazarlıklar, kazanç yüzdeleri, bir şeyler. İlginç bir bilgi; oyun yazarları genelde yüzde on alırlarmış her bir gösterimden, bir tek Shaw'a yüzde on beş verilirmiş. Sonrasında toplantılar, para babası bir kodamanın Muscat'le sözleşme yapmak istememesi, Muscat'i davet ettiği bir yemeğe neden katılmayacağını açıklayan Muscat'in zenginlerin yemek yiyişini görmek kadar çok az şeyin kendisini iğrendirdiğini söylemesi, bir dünya olay. Adamın vergi borçları da canavar gibi olmuş, bu yüzden paraya ihtiyacı var ve bir oyun yazarı olarak değerini bildiği için sömürücülere karşı geri adım atmadan pazarlık yapıyor, koparıyor istediğini. Adama zamanında yardım etmemişler üstelik, dört oyunu ederinden çok daha ucuza satmak istemiş ama almamışlar falan, şimdi kök söktürüyor kısaca. Cebinde biraz parası var, sonrasında ne olacağını düşünmüyor açıkçası. Çocuklarına Laura bakıyor, o açıdan da bir sıkıntı yok. İşlerini yoluna koyacak Muscat, keyifle izleyeceğiz.
Mekanlar durmadan değişiyor, birçok bar, sokak, cadde, neresi varsa artık, durmadan adımlanıyor. Çocuklar, iş adamları, herkes Muscat'le birlikte yürüyor veya arabalara bindikleri zaman gidilecek yere yürümesi için Muscat'i yalnız bırakıyorlar. Zak'le de yürüyor Muscat, çocukluk arkadaşı. Aralarındaki sohbetler geçmişin ve kurmacanın güncelinin dünyasını tüm gerçekliğiyle yansıtıyor. Okul anıları, aylaklık anıları, paranın kazanılmasıyla birlikte kaybedilen masumiyet, bir sürü şey. Çocuklarıyla ilgili meseleleri konuşurlarken içlerindeki sevginin kaybolmadığını görüyoruz, onca ayrılığa ve acıya rağmen sevmeyi, neye sarılacaklarını iyi biliyorlar. Dünyada bir başına kalmanın verdiği gücü ve getirdiği üzüntüyü bu iki arkadaş bütün içtenlikleriyle anlatıyor.
Laura. Çok sevmişler birbirlerini, ayrıldıktan sonra sanki hiç ayrılmamışlar gibi, kopuşsuz bir ilişkiyi sürdürüyorlar. Dostluk hiç kaybolmuyor, gerçekten dost olunmuşsa. Laura profesyonel olmaya çalışan bir aktris, oyunlarda elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor ve Muscat'ten aldığı taktiklerle yeteneğini geliştiriyor. Başarısını Muscat'e bağlamak doğru değil, yine de adama çok şey borçlu. Çocuklarını pataklamayı düşündüğü zamanlarda Muscat kadını durduruyor mesela, şefkatli baba rolüne yakışıyor adam.
Kendisinden istenen bir oyunu altı günde yazıp bitiriyor Muscat, karakterlerinden birinin söylediği: "'Öldüğümü sandım. Fakat bu sanki ben değildim, bir başkasıydı. Öyle geldi bana.'" (s. 252) Geçmişine her dönüşünde bir başkasını izliyormuş gibi geliyor, o zamanları şimdiye taşıyor. Mesela ermeni çöreği getiren kadını on yıllar sonra hatırlaması, unuttuğu anlatılan pek çok şeyin yanında sabit bir anı gibi duruyor orada. Birkaç fotoğraf kalıyor elde, sonrası yok. Metin bu noktada sonlanıyor.
Yaşamın ta kendisi işte, okuna.
hergün farklı bir bilgi teşekkürler editör
YanıtlaSil