Kitap raflarında kaldılar, ara ara açıp bakarım. Yere düşerler, üstüme tırmanırlar. Öyle kalsınlar.
Kitap penceredir, birçok kitap birçok penceredir, bildiğiniz, unuttuğunuz ve hiç bilmediğiniz manzaraları gösterir.
Öğretmenlikten kütüphaneciliğe geçebilsem şu an geçerdim.
Otuz yazar ve kütüphaneden geçen yollar. Llosa, önsözünde kendi okuma serüvenini ve kütüphanelerle olan ilişkisini anlatıyor. Çocukluğunda entelektüel çaba harcayıp sözcükleri hayal dünyasına aktarmasıyla birlikte edebi okumalar yapmaya başladığını söylüyor. Hareketli ve hüzünlü bir hayatı var, kitaplara "sığınmış" biraz da. Babası, Llosa'yı edebiyat hevesinin kaybolması için askeri okula yazdırıyor, nafile. Faulkner, Hemingway gibi yazarları zamansal biçimlendirmeleri çözmek amacıyla eline kalem kağıt alarak okuyor, sonrasında Peru Milli Kulübü'nün kütüphaneciliğini üstleniyor. Marksist çevrelerde bir süre bulunan Llosa, erotik kültürünü ve eğitimini Peru oligarşisine borçlu olduğunu söylüyor, kütüphanedeki Fransız erotik kitap koleksiyonundan okunmadık bir şey bırakmamış. Ellili yıllarda bir bursla Madrid'e geliyor ve Milli Kütüphane'nin buz gibi soğuk salonlarında mantosuyla oturup okuyor. Ne okuyor, şövalye hikâyeleri. Metinlerini yazmaya başlıyor tabii, durmadan okurken kendi yaratılarını da oluşturuyor. En sevdiği kütüphane British Library'ymiş, kağıt ve mürekkeple yazıyormuş, bilgisayarla yazmıyormuş, bunları da öğreniyoruz. "Böyle başlamıştım ve hâlâ elimin ritminin düşüncelerimin ritmi olduğuna inanıyorum." (s. 14) Edebiyata Övgü derlemesinde Llosa e-kitapları pek sevmediğini söylüyordu, Esteban'ın Llosa için ayırdığı bölümde Bill Gates'e de çıkıştığını öğreniyoruz büyük yazarın. Bill Gates'in iddialarının aksine, edebiyat bu şekilde bir evrim geçirirse ölümcül bir yara alacak Llosa'ya göre. Katılmadığımı belirtmiştim, böyle bir şey söz konusu değil. Düşüncenin hızına yetişmek de el vasıtasıyla pek mümkün değil diye düşünüyorum, kuşak farkı.
Otuz yazardan birkaçını seçiyorum.
Stephen King: Baba, aileyi terk edince zor günler geçiriyorlar, Yazma Sanatı'nda uzun uzun bahsediyor King. Gençliğinde birçok garip işin yanında kütüphanecilik yapmışlığı da var. 1969'a kadar birkaç metni basılıyor ama ekonomik durumu rezalet, o yüzden Maine Üniversitesi'nin kütüphanesinde çalışmaya başlıyor. Karışık zamanlar, Nixon Vietnam'ı bombalamak için elinden geleni yapıyor, protestolar gerçekleştiriliyor, civcivli bir ortam. King favorilerini neredeyse çenesine kadar uzatıyor, Creedence, Hendrix, Joplin ve diğerlerini dinliyor. Tabitha'yla da o sıralarda tanışıyor. Birbirlerini anlıyorlar. Şiir atölyelerine katılıyorlar, anlamı onca yığının altına gömenleri eleştiriyorlar, sonra da evleniyorlar zaten.
King'in bazı metinlerinin kaynakları da kütüphanelerde gizli. Kütüphane Polisi nam öykünün ortaya çıkışı ilginç. Stephen, oğlu Owen'a ödevi için gereken kitabı bulması amacıyla kütüphaneye gitmesi gerektiğini söylüyor ama Owen gitmek istemiyor, sebebi de süresi geçen kitaplar konusunda teyzesi Stephanie'nin kendisini ölümüne korkutmuş olması. Stephen için öykülük konu, kaçmıyor.
Son bir şey: "(...) Çocukluk korkuları korkunç bir şekilde süreklidir. Yazma bir otohipnoz eylemidir ve bu durumda, uzun süre önce ölmüş olması gereken korkuların tekrar canlandığı gibi tamamen bir duygusal hafıza ortaya çıkıyordu." (s. 168) Çeviri biraz kötü ama dehşeti fark ettiniz. Yaşa sen King.
Marcel Proust: Burjuva bir çalışandan çok züppeye benzediği söyleniyor, sosyal çevresi bu tiplerden oluştuğu için züppe damgası yemiş. Kütüphaneciliği bu açıdan biraz garip, gerçi kitapların bakımlı baskılarıyla daha çok ilgilenirmiş, kamu kütüphanelerine hiç gitmemiş, kütüphaneciliği de nüfuzlu tanıdıklar vasıtasıyla sürdürmüş bir süre, işe gitmediği çok olmuş, büyük yapıtını tamamlamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapamaz hale gelmiş. İdare etmişler ama havadan gelen paranın son damlası da aktıktan sonra ipini çekmişler.
Aleksandr Soljenitsin: Kamplarda geçen yılların bir bölümünde kütüphanecilik yapıyor, öncesinde teyzesinin evindeki kütüphaneyi keşfetmesi var. Gogol, Tolstoy, Dickens, Schiller gibi büyük yazarlarla büyüyor, edebiyatla alakasız bir bölümde okumasına rağmen sözcüklerin büyüsüne kapılıyor, hatta ABD'ye gittiği zaman Jack London'ın evini arayıp buluyor falan, büyük hayran. Romanlarındaki pasajlarda kamplardaki kütüphane ortamlarını anlatıyor. Bitik insanlarına rağmen ütopik, ideal bir ortam. Özgürlüğün raflara dizilmiş biçimi.
Georges Perec: Kütüphanecilik ve Oulipo arasında bir bağlantı var, kütüphanenin sınırlanmış alanı ve kitapların düzeni, Oulipo için birkaç fikir vermiş olabilir.
Eşiyle Tunus'a gidiyor, orada öğretmenlik yapıyor -Şeyler- ve bir süre sonra Fransa'ya dönüp kütüphaneci olarak çalışmaya başlıyor. Kategorizasyon konusunda sıkıntıları var, yaratıcılığını tetikleyen bir konu. Düzenleme, sınıflandırma, terimler, alfabetik karakterler vs. Perec'in ince, daha da ince düşünmesine yol açtı. Kütüphaneler ve kitapseverler hakkında yazdıklarını okumalısınız, kütüphanenin entropik doğasıyla tanışmak güzel oldu.
Musil, Onetti, Borges, Bataille, Carroll, Burton, Hölderlin, bir dünya yazar. Okusanız ne güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder