Editörden bölümünde McGregor hakkında kısa bir tanıtım yazısı var, pop müzik kuramcısı Simon Frith'in McGregor hakkındaki değerlendirmesi bir de. McGregor, kapitalist ideolojiyi Gramsci'nin kavramlarıyla değerlendiriyor ve bunu amatör bir heyecanla yapıyor, ideolojik makalelerinin yanında popun ortaya çıkışını ve kültür haline gelmesindeki mekanizmaları irdeleyen makaleleri de iyi. Blues, caz, Louis Armstrong, kapitalist dünya, alayı McGregor'ın perspektifinden daha berrak.
Frith'e göre McGregor'ın takdir edilecek pek çok yönü var. Bir, eleştiriyi kategoriler bağlamında bir kalıba oturtup işin kolayına kaçmaması. Orwell gibi kendi kavramlarını yaratıyor, konuyu derinlemesine inceliyor, bağlıyor, çözüyor, yenilikçi bir bakışla kuruyor. Pop bir tüketim kültürü haline gelir gelmez edilgen tüketici rolüne bürünen dinleyicilerin eleştirmenleri tüketici rehberi gibi görmeye başladığını, eleştirmenlerin kendilerinden istenenden başka bir şey vermediklerini ve bu durumun hegemonyayı doğurduğunu söyler McGregor, iktidar bu karşılıklı sömürülmeyi oluşturur oluşturmaz zafer kazanır, buna karşı çıkılması gerekir. Bilmiyorum, çok çok sevdiği Armstrong'a cephe alması bu düşüncenin sonucu olabilir. Armstrong, aşırı yenilikçi olduğu zamanların ardından hiçbir şey üretmeyerek var olan standartlar üzerinden verdiği konserlerde şarkılarını tüketilecek bir meta haline getiriyor ve McGregor bu durumdan duyduğu rahatsızlığı Armstrong'a anlatıyor. Armstrong omuz silkiyor, "Şov dünyası birader," gibi bir şey zırvalayıp odasına dönüyor, yorgun argın. Açık bir şekilde tüketilme, yıldızın ve yeteneğin sönmesi, çok üzücü. Birkaç eleştirmen dışında Armstrong'u kamçılayacak kimse yok ama adam kulaklarını tıkamış durumda.
Kategorileştirmenin tamamen sınıf sorunuyla ilgili olduğunu söyleyen McGregor, popüler kültürün bundan çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ve herhangi bir kalıba sokulamayacağını söylüyor. Yanlış bir bakış açısı olarak sanat/pop farklılıkları, burjuva ve proleter kesimin farklılıkları haline getiriliyor, bu kodları kullanarak yığınları yönlendirmek çok kolay. Bir ret de buraya. "Kültürel yorumlamanın amacı metaların bizlerden gizlediği sorunlara işaret etmektir. Amaç 'müzik doğru dürüst proleter müziği değilse beş para etmez' yargısını ortaya koymak değildir." (s. 17) Frith'in yorumu bu, ona göre McGregor bu sorunlara işaret ediyor ve entelektüel dürüstlüğün sorumluluğunu üstleniyor.
Bir iki makaleyi inceleyeyim.
Popüler Kültür: Temelde Dave Grohl'un söylediği: Televizyondaki şarkı yarışmalarının aptallığına kapılmayın, elinize bir enstrüman alın, birkaç arkadaş bulun, tellere veya zillere vurun! Kameralar, makyaj, jüri, seyirci, hiçbiri şart değil. Sanki bundan başka bir yol yokmuş gibi düşünülüyor, başkasından icazet almak için kendisini hiçe sayıp yarışmalara koşturuyor insanlar. Kolay yoldan bir şeyleri başarmak, böyle bir ülkede cazip hale geliyor. Televizyonda görünmeyeceksen var olmayacaksın. Bu mu?
Kültürün eylem demek olduğunu söylüyor McGregor, müzelerdeki ölü eserler değil, kütüphaneye sıra sıra dizilmiş kitaplar değil, eylem. Toplum güdülüyor, toplum bireyi de güdüyor ve bunlar, bunların yanında televizyondaki kültür soslu şaklabanlıklar kültürün tek ürünü olarak görülüyor, doğru değil bu. Müzik sokakta, edebiyat da sokakta, kar yağdığı zaman heykeltıraşlar da.
Eleştirmenler bunu göstermeli. "Eleştiri, esas yaratma sürecine yardımcı bir perspektifle ele alınırsa yararlıdır." (s. 24) Ele alınması, yazar ve okur tarafından. Yazar bu döngünün farkındaysa farkındalık yaratmaya çalışacaktır, bilinmeyene doğru bir bakış attırabilirse yeterli. Okurun görevi biraz daha emek isteyen türden; sanat anlayışını baştan kurmak zorunda kalabilir. Bunu yaptığı an hangi zincirlerden kurtulduğunu anlar, bilinmeyenin cazibesine kapılır ve keşfeder, keşfettikçe açılır, medyanın güdümünden kurtulur, özgürleşir. Umarım. Popun bu kısıtlamadan kurtulmasıyla birlikte kaliteye kapı aralayabildiği görülür, Dylan ve The Beatles mesela. Sonrasında var olan türlere muhalif olanlar çıkıyor ve bazıları hegemonyanın bir parçası haline gelirken azınlık yeniliği sürdürmeye çalışıyor.
Bireysel mücadele, kitle iletişim araçlarının kitle tarafından yönetilmesi, bu tür işlerin gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor McGregor. Biraz ütopik. Belki bir gün.
Pop Kültür Oluyor: En baba makale bu sanırım. Popun kültür haline gelmesinde toplumsal dinamiklerin etkisi müzik türleriyle açıklanıyor. Bir esrime halinde. McGregor arabasıyla uçar gibi gidiyor, sağır edici bir müzik çalıyor ve şoför kendini bırakıyor, düşünceler nehir.
Pop enerji. Rock enerji. Akış dendiyse Herakleitos anılacaktır, anılır. Caz üzerinden yürüyoruz, caz kölelerin yarattığı müziktir, ezilmişlerin ve horlanmışların özgürlüğü. Kaynağını yitirmiş olsa da varlığını sürdürür, farklı formlarda. Caz o kadar sofistike hale geldi ki tabandaki desteğini yitirdi, azenginlik belirten mekanların müziği haline geldikten sonra doğuşunu unutmuş gibi gözüküyor. Öyle mi acaba? Caz kültürün bir parçası haline geldiyse ve popüler kültür de toplumun o andaki egemen kültürüyse, o zaman cazın iki türünü de görebiliriz demektir. Caz sokakta ve bilet fiyatlarının uçtuğu konserlerde, haliyle salonlarda. Biri ücretsiz, diğeri bir statü göstergesi olduğu için ücretli. Hangisini seçmek isterseniz. Sokak mı, televizyon mu? Benzer şeyler. "Yüksek sanatlar" daha rafine olabilir; düşsellik, karmaşıklık -olumlu anlamda- ve derinlik gibi özellikler taşır ama "sevgi eksikliği" taşıyabilirler. Böyle buyurdu McGregor.
Gramsci hakkında ideolojik bir makale, Armstrong'la alakalı bir makale daha, bir iki tane de sonlarda, tamam. McGregor tüketim, sanat ve pop hakkında, kavramsal derinliklere dalmadan ufuk açıcı incelemelere girişiyor, çok iyi ediyor. Denk gelirseniz gelişine vurun. İsmail Abi'den 5 TL'ye almışım ben bunu, güzel şeyler de yapabiliyormuşum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder