Anadolu'nun kasabalarından biri, geniş aile, Halim evin küçüğü, on altı yaşında. Ablası yirmi. Diğer ağabeyleri, halayı bilmiyorum. Anne öleli çok olmuş, babadan haber yok. Babadan niye haber yok, bilmiyorum. Utanılacak bir şey yaptığı için olabilir belki. Ablanın evden kurtulmak için çocuklu bir adama kaçmasına benzer bir şeydir. Halim, büyüdüğü için ablasıyla birlikte saatler boyunca aynı odada kalmamalıymış, hala böyle diyor. Anlatılmayan pek çok kısıt vardır, abla çeyizini hazırlarken bütün bunları düşünmüştür, Halim'le kedilerin doğurduğundan arkadaşların maceralarına kadar her şeyi konuşabiliyordu ama evlilik çağına geldiği için, ailesi en olmayacak kişileri karşısına koca adayı diye çıkardığı için kaçmayı düşünmüştür. Zengin ve yaşlı adamlar onu ürkütmüştür, istediği gibi yaşayamayacağını düşünmüştür ve haberi gelene kadar ortadan kaybolmuştur. Anlaşılır bir şey, anlaşılmaktan öte, yaşanması doğal, şahit olunabilir. Baran bir Anadolu dramı çiziyor; sosyoekonomik tablo. Baskıcı ve ataerkil aile, kaçış, Arif Hikmet Bey'in kurduğu kapitalist sistem, sistemi yıkmaya çalışan insanlar ve yaşadıkları facialar, Baran'ın incelikli anlatısında daha acı bir hale geliyor.
Ablam: Büyümüşler, büyüdükleri zaman çocukluğun sihirli dünyası kaybolmuş. "Birden hüzünlü insanlar oluvermiştik; ailemizin ve kasabamızın öteki insanlarına benzemiştik kısacası." (s. 358) Boyacı Rıfkı istemiş, abla varmamış. İnce, uzun, güzel bir kız. Hayattan başka beklentileri var, beklemeye müsaade etmeyeceklerini anladığı zaman, evdeki gerginlik ayyuka çıktığında, ablayla kardeşin arasına giren sessizlikler uzayınca ve yağmurlar altında yok oluncaya dek ıslanmak istediğinde Nuri'ye kaçıyor. Nuri çok has, nazik ve düşünceli bir insandır, zamanında ağaçlara dadanan bir mahlukun kökünü kurutması için eve çağrıldığı zaman ablayı beğenmiş, tam zamanında da ona mektup yazarak zaten bir çıkış kapısı arayan kıza ışığı göstermiştir. Tabii kıyamet kopar, yer yerinden oynar ama nihayetinde kızı rahat bırakırlar, bir tek Halim'e ablasını görmesi gerektiğini söylerler, merak da ederler kızı azıcık. Halim gider, ablasını ve Nuri'nin çocuklarıyla cebelleşmesini görür. Her şeye rağmen mutludur kız, Nuri'nin sunduğu/sunabileceği yaşamı istediği ortadadır. Tertemiz bir ev, düzen, yeni alınacak eşyalar, badanalı duvarlar, mis gibi bir bahçe ve sevgi, şefkat de.
Nuri'nin yamaları vardır, mesela uzun süredir ortada olmayan karısını boşamaya yanaşmaz. Naif bir insan olduğu için çocuklarına sert çıkmaz, bu yüzden şımarık çocukları için abladan özür diler. Geriye kalanı iyi. Birlikte bir yaşam kurmak için elinden geleni yapar. Sanırım önemli olan bu, yani benim gördüğüme göre öyle olmuyor ama olması gereken budur; elinden geleni yapmak. Nuri, Halim'den de özür diler, sonuçta ailede en yakın olduğu insanı pek de hoş olmayan bir şekilde kaçmaya özendirmiştir ama sevdadandır, başka bir yolun aklına gelmediğini söyler.
Diğer dört öykü, Halim'in büyümesi ve çarklardan birine dönüşmek üzereyken kurtulması etrafında döner. Bu öykünün gruptan biraz ayrık olsa da Anadolu'nun bir yansıması olarak sonradan yaşanacaklara arka plan vazifesi gördüğü söylenebilir. Bir de Halim'in ablası ve eniştesiyle birlikte yaşama isteği üzerinden onun da aileyle bağları koparmaya niyetli olduğunu düşünebiliriz, Arif Hikmet Bey ve imparatorluğuna gidişini bu temele oturtabiliriz.
Arif Hikmet Bey: Kasabanın unutulmuşluğuyla başlar. Filmlerde trenler geçmese bilinmeyecek olanlardan, Maşukiye mesela. Bu kasaba ünsüz. Yaşamın olağan bir biçimde, yıllardır yerinden kıpırdamamış bir taş gibi sürdüğü.
Arif Hikmet Bey olmasa daha da bir şey olmazdı buradan, olmuş. Bey, zamanında kasabayı terk edip işini tutmuş, siyasi bağlantılarını kurmuş, fabrikalarında memleketlilerini çalıştırıyor.
Kasaba zenginleşti, tüketim ürünlerinin çeşidi arttı ama halı tezgahları sustu, boyahaneler kapandı. Kapitalizm eleştirilerinden biri. Bey'in çağırdığı adamlar iyi bir gelecek uğruna evlerini barklarını bırakıp göç ediyorlar, işçi olarak çalışıyorlar ve bir süre sonra ailelerini de yanlarına getirtiyorlar. Kasaba kalkınıyor gibi gözüküyor ama bu göç yüzünden yaşam enerjisini kaybediyor, Bey parasına para katarken yaşam kaynağını kurutuyor. Umrunda değil. Eşiyle paylaştığı derin bir dünyası yok, oğulları, damatları, gelinleri ve kızlarıyla büyük bir ailenin yalnız adamı. Ahlaklı; Halim'i ablasına yazdığı mektuplardan ötürü uyarıyor. Ahlakına bir, kendisine iki, neyse, gurbet duygusu yok çünkü herkes memleketli, bir daha geri dönen de olmuyor. Böyle bir posa çıkarma tesisi Ali Hikmet Bey'in dünyası.
Konak: Halim gidiyor, tanıdığı memleketlileriyle konuşmaya çalışıyor ama insanlar robotlaşmış, sıcak ilişkiler kurulamıyor. Yakındaki kentin boğuculuğu da bir diğer can sıkıntısı. Halim'in kentte duyduğu sıkıntı, Bey'in yanında kaldığı sürenin pek uzun olmayacağını sezdiriyor. İlişkiler derinlikli değil ama Bey, işçilerinin konuşmasını istiyor. Kuru çalışma ruhları köreltir, oysa Bey'in uzun ömürlü kölelere ihtiyacı var. Zorla konuşuyorlar, tatsız, derinliksiz. Zorunluluk. Ceza gibi bir şey. Konuşma, dedikodu yapma cezası. Korkunç. İnsanlar kasabadaki gibi bezgin, iki dünya arasında hiçbir fark yok. Burada para kazanıyorlar ama yeterli değil, bu koşullarda bitiveriyor para. Bey, memlekete yollanacak paralarını da maaşlardan kesinti yaparak yolluyor, bir de Halim'i borçlandırarak ona radyo vs. veriyor. Her şey saat gibi çalışıyor, görünürde. Direnenler var.
Zekiye: Hüseyin Abi'nin kızı. Abi, Halim'i pek seviyor ve onu evine davet ediyor sık sık, kaynaşıyorlar. Halim Zekiye'yi seviyor ama fikirlerine pek anlam veremiyor. Zekiye, Bey'in kurduğu düzenin dehşetiyle çarpılmış, sistemin yıkılmasını isteyen bir kız, kafası parlak. İşçilerin Bey'i tapınırcasına sevmesi, bilinçsizce tutması delirtiyor onu, Zekiye de kentli asilerden yardım alarak eylemlere girişmek istiyor, doğru zamanı bekliyor. Ailesi de tapıcılardan, kızın fikirlerine değer veren yok. Belki Halim verebilir, Zekiye biraz anlatıyor mevzuyu ama Halim'in düşünmeye ihtiyacı var, büyük şehre gelen Feyzo gibi aydınlanması gerek. Düşündüğünü görüyoruz, aydınlandığını değil. Bey'in ablası hakkında söylediklerine hak veriyor ama ablasına da hak veriyor, işin içinden çıkamıyor. Birazcık Kant lazım kendisine, her şey çözülebilirdi kendisi için.
Bey'in etrafında dönen dedikodular ilginç. "İmam-Hatip Okullarının" çoğalmasından memnun değil, iktidar partisini desteklese de partililerin ne kadar aptal olduklarını bilir, ekonomi ve ahlakın çok önemli olduğunu söyler, seçimlerde hangi partiyi tutuyorsa kasabaya haber salar, herkes o partiye oy verir, her şeyin en iyisini o bilir, neler neler. Rol model olarak herkesin olmak istediği kişidir, özümsenmiştir, bir parçası olmak insanları mutlu eder. Tam bir tirandır aslında. Zekiye'nin karşı çıktığı bu tiranlıktır, tüm tiranlardır aslında.
Halim'e derdini anlatır, Halim anlamaz ama Zekiye'yi sevdiğinden çaktırmaz da. Kırılma noktası Zekiye'nin kentli bir dava arkadaşından hamile kalmasıyla ortaya çıkar. Kız dışlanır, Bey'in emriyle imparatorluktan uzaklaştırılacaktır. Halim sevdiği kıza reva görülene karşı çıkar, Zekiye'yi kendisinin hamile bıraktığını söyler. Öyleydi böyleydi derken ikisi de şutlanır. Halim'in gönlü yüceliği Zekiye'yi de etkiler, bir daha iş bulamayacak olmalarına rağmen -Bey'in eli uzundur- başarabileceklerini düşünürler, birlikte her zorluğun üstesinden gelebileceklerine inanırlar. Bu da bir direniştir; her şeye rağmen birlikte olup güçlükleri aşabilmek.
Tortu: Yıllar sonrası. Bunu anlatmayayım, güzelliği eksilmesin.
Anadolu kasabaları, patronlar, işçiler, kabulleniş, isyan... Baran'ın diğer öykülerindeki anlatım yine var; dünyaya hafif gözlerle bakış. Hafif, anlık, derinlikli. Bir o kadar da farklı; bir konsept etrafında dizilen öyküler Baran'da görülen meseleleri derlemiş. İyi bir metin çıkmış ortaya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder