20 Ocak 2018 Cumartesi

Selçuk Baran - Arjantin Tangoları

Baran'ın son dönem öyküleri düş ve ölüm ağırlıklı. Düş, bir imgeciğe tutunarak kabuktan çıkabilmek. Ölüm, yaşamaya dair bütün imgelerin yitirilişi. Yenilgiler çok açık, her şeyin uyku/düş etrafında toplanması yolculuğu çağrıştırıyor, sanki bir yaşamın her bir boyutu veda için tek bir düzleme indirgenmiş gibi. Baran'ın vedası mı bu öyküler, bilmem. Veda değilse de vedaya yakın bir burukluk var.

Krizantemler: Yabancı bir ülke, sığınılan otel odası. Bilinmeyen dilin verdiği korku, otelin bulunduğu arka sokaktan ana caddeye çıkılınca geçer, mekan bir sahneye dönüşür ve onca varlık bir oyunun parçaları haline gelir. Baran'ın ilk sahne izleği değil, önceki öykülerinde de var. Gerçeklik burada kırılır, yabancı bir dilin anlaşılmazlığında da kırılmıştı, iki oldu. Üçüncü kırılma adsız karakter dükkanları gezerken, odağı renklendiren detayları incelerken karşısına çıkar, fraklı bir adam. Karakterin cinsiyetini öğreniriz, sonradan eklenen bir taş. Otele gelirler, adamın elinde kızın çok sevdiği krizantemler vardır, adam çiçekleri vazoya koyar ve kapıyı kilitler. Dışarı nasıl çıkacağını soran kıza odanın köşesindeki karanlığı gösterir. Kız soyunup yatağa girmiştir, her şeyi anlar ve ölmek istemediğini haykırır.

Nedir, cinselliğin ölüme ilişmesi? Yabancı bir ülkedeki yabancının metafor ölümü? Fantastik bir son, Azrail'le karşılaşma? Baran'ın anlatısı açık kapılar bırakıyor artık, kesinlikten uzaklar. Belli durumlarda belli insanların yaşamları söz konusu değil artık, belirsizlik ağır bastığından.

Mor Hikâye: Hastane odasından kaçan kadın, hastaneden de kaçan kadın, otobüs, şoför. Konuşurlar. Matruşkalardan bahseder kadın, hangisinin kendisi olduğunu bilmediğini söyler. Her birini farklı bir mora boyar. Hepsi kendisi, bilir ve söyler. Morların hepsi kendisidir. Son bebeği açmaz, içinden başka bir bebek çıkmayacağını bildiği için yok olmaktan korkar. Şoför duraklarda durmaz, hiçbir yerde durmaz, son bebeğin kendisi olduğunu söyler. Bir erkek. Kadının ve erkeğin tozlu özlemi; birbirleri gibi hissedebilmek. 

Geçmişe dönüş. Mor bir giysi isteyen, şarabına mor üzümler isteyen kadın, kocasının yetersizliğini derinden yaşar. Yetersizlik, sırf mor bir elbise alınamadığı için. Arzularımız gerçekleşmediği için ötekini suçlamayı makul bulamıyorum, gerçekten çaba gösterilmiyorsa, belki. Belki o da. Beklentiler, beklentilerin karşılanma ihtimalleri, yorucu bir çatışma. Kıyıya gitmek isteyen kadına şoför de yardımcı olamıyor ve kadın çatışmadan kurtulmak için kendi kıyısını buluyor, balkon parmaklıklarından önce bir ayağını, sonra diğerini sallandırıyor. Terlikleri çıkarıyor, bu çok derin bir ayrıntı. Kaldırımın altında kumsal var, intihar edenler için de. 

"Bir an önce unutun beni. Tek istediğim, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutmak. Eğer dostumsanız, yardım edin, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutturun bana." (s. 573)

Mektup Yazmak: Bir diğer kırık. Aşık olunan, sevilen erkekle bir yaşamı kurma çabası. Lokantada bahşiş verirken gösterilen kabalık, yemeklerin yarım bırakılması, hayatın önünde el ele verilen bir mücadelenin içindeki burukluklar. 

Kadının inceliğini ve incelikten doğan yanlış görüşü anlıyorum, her şey nasıl görmek istenirse öyle. Diyaloglar yanıltmıyor, adamın kabalığı kolaylıkla seçilebilir ama aşık bir kadın bunları görmez, sadece biriktirir, yığar ve kapıyı kapatır. Aşkın bitmesine yakınken kapı aralanır, sonra tamamen açılır. Son. Baran'ın bir öyküsünde aşık olunan adamla evlenilmemesi gerektiği yazıyordu. Acının muazzam boyutu baskın çıkmaya başladığında aşkı parçalar, yok eder. Aşk dayanıksızdır, sürmez. Böyle bir ilişkide hiç sürmez. Yoksunluk kalır. Sevgi de yiter, yoksunluğa bir ek.

: Taşrada genç bir İngilizce öğretmeni. Evlerine taşındığı yaşlı çiftin dayatmak istedikleri yaşamı üzerinden çıkarma çabası, virane meskenler, kendi ölülüğünde bir taşra kasabası. Kendi evinden kaçan genç kadın, başka bir hapishaneye girdiğini düşünüp aslında kaçışın mümkün olmadığını anlar. Gerçeküstü bir kaçıştır onun aradığı, kasabaya gelirken rastladığı Motorcu Refik'in yardımıyla oradan kurtulur. Semerkant'ın orta yerinde, denizin en olmayacağı yerde, düşlerden gelen bir kurtuluş. Yağmur başlar, öykü biter, yağmurun çağrışımlarıyla denizin her zaman orada olduğunu anlarız. Deniz, kadının olduğu yerde. Motorcu Refik gibi, diğer her şeyle birlikte. 

On öykü daha var, sanırım Arjantin Tangoları Baran'ın en otobiyografik öyküsü. Sanırım. Ailesi, sevgisi, çocukları, her şeyi sözcüklerin arasındaki boşluklara gömülmüş.

Baran'ın en kendi öyküleri. Ve bence en iyi öyküleri.

2 yorum:

  1. Arjantin tangolarını yıllar önce okudum. Bu gece yalnız ve sıkıntıda hissettiğim ve kendimi ait hissetmediğim bir çok yaşamdan geçip gitmiş bir kadın olarak bulduğum anlardan birinde okumak yazınızı benim için hüzünlü bir tesadüf. Diğer taraftan Pinhani'nin bu şarkısını da benzer hislerle dinleyip, Selçuk Baran'ın hüzünlü öyküleri ile buluşturmuş olmanız "hüznün müziğe gelmesi". Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Bazı kitaplar ve şarkılar parklardaki banklar veya yol kenarındaki duraklar gibi. Farklı zamanlarda oralarda bekliyoruz, benzer şeyleri düşünüyoruz, sonra yaşamaya devam ediyoruz.

      Sil