Çevirmen Ayşe Ece'yi arkadaşlarımdan da dinledim, işin öznel boyutunu bir yana bırakarak iyi bir hoca ve derya deniz olduğunu söyleyebilirim. Çevirilerine denk geldim, orijinal metinle kıyaslamadan konuşunca çok havada kalacak -ki o zaman bile ukalalık olabilir, belki de olmaz- ama Grossman'ın da bahsettiği şey; dillerde karşılığı olan imgelerin ve duyarlılıkların aktarımı konusunda çok iyi, sezgisel olarak fark edebildiğimce anlıyorum bunu, yeniden biçimlendirilen metin bir tutarlılık olayı ve Ece, çevirdiği yazarın kurduğu dünyayı dağılmadan, incelikleriyle aktarıyor. Anladığım kadarıyla ki anladığım da pek söylenemez, dediğim gibi. Neyse, Ayşe Ece kendisinin ABD versiyonunu yine kaliteli bir biçimde çevirmiş -yine havada, yetkinliği olan kıyaslasın- ki çevirinin öneminden bahsedilen bir metnin çevirisinde daha da önemli bir şey. Önsözde Grossman'dan kısaca bahsediyor Ece, Yale'da yapılan üç konuşmanın metinlerinde yer alan konuları kısaca özetliyor ve edebiyatla biraz olsun haşır neşir olanlar için bu metinlerin önemini belirtiyor, sonra dans, renk.
Grossman kendi önsözünde, giderek küçülse de iletişim araçlarının yan etkisiyle ayrışan, yalnızlaşan dünyayı bir arada tutmanın temel etkeni olarak çeviriden bahsediyor. "Çeviri daha önce varlığından haberdar olmadığımız bir şeyi tanımamıza yardımcı olur, tanıdığımız bir şeyi ise farklı bir açıdan görmemizi ve ona farklı bir değer yüklememizi sağlar." (s. 10) Tanımak, bunu merkeze almalıyız. Çeviri, bilinmeyen dünyaları masallar aleminden çıkarıp önümüze seren en önemli etken. Ahvlediani'nin Sivrisinek Şehirde'si olmasaydı veya Kosztolányi'nin Gecekuşu Cornelius'u, Hrabal olmasaydı dünya biraz daha yalnız olacaktı ki tanışmamızı sağlayan şey çeviri, çevirinin getirdiği zenginlikten faydalanma çabası. Grossman değiniyor, benim de çok uzun bir zamandır aklımı kurcalıyor ve huzursuz ediyor; bütün iyi eserleri okumak için zamanımız yok. İş güç derken çeviri eserleri geçtim, anadilde yazılan eserlerin bile önemli bir kısmını kaçırıyoruz, kim bilir nelerden mahrum kalıyoruz. Yüz Kitap'ın çevirdiklerini gördükçe mesela, dehşete düşüyorum, onlar olmasaydı Yates'i bilemeyebilirdik. Başka, Wolfe'un bir tanecik çevirisi yapılmış, ellili yıllarda. Korkunç, söz gelişi modern Japon edebiyatı hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Beş çevirmen ya var ya yok, onlar da klasikleri ve temel metinleri çevirmişler, o kadar. Kendilerinin de takip edebildiklerinden şüpheliyim, ciddi bir mesai harcanması lazım ama gündeliğin akışında zor, çok zor. Bu açıdan sosyal medyada çevirmenleri takip ediyorum daha çok, çevrilmemiş olsa da önerdikleri metinleri bir kenara yazıyorum. Çevirmenliğin her türlü zorluğuna rağmen ite kaka da olsa sürdürülmesini anlayabiliyorum sanırım; herkesin bilmesini istediğimiz güzellikler var ve paylaşılmalılar. Kendi adıma Jackson C. Frank'in biyografisini sırf keyfimden çevirebilmek için birkaç akademik kaynak alıp çalıştığımı söyleyebilirim, muhtemelen bu yaz cahil cesaretimle girişeceğim bu işe çünkü Jackson C. Frank çok, çok saygıdeğer ve sevilesi bir abimiz.
Giriş: Çeviri Neden Önemlidir? adlı bölümde Grossman kendi çeviri serüvenini anlatmadan önce kendisinden bahsediyor; eğitim hayatı, çeviriye bulaşması ve 1990'dan itibaren sadece çeviri yapmak için ders vermeyi bırakması, misafir öğretim üyesi olarak öğrencilerle iletişimini kesmemesi, böyle şeyler. Yaptıklarını söylemleriyle denkleyebiliriz; ABD'de basılan kitapların sadece %3'ünün çeviri olduğunu söylüyor mesela, bunun sonucu olarak dünya hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmeyen insanlar türüyor ki okuyan kesim bu, okumayanın hali daha beter. Çeviri, başkayı bilmek, empati kurabilmek için şart diyor Grossman. Bunu Vassaf da başka bir bağlamda söylüyordu, insanların tepesine bomba atmadan önce onları tanırsak davranışlarımız değişir. Bunun için iletişim şart, yani çeviri şart. Çeviri dolaylı da olsa bir diyalog başlatır ve diyaloji iyidir, ötekini öteki olmaktan çıkarır. Söylem bu, davranışı da ders vermeye, etkileşimde bulunmaya devam etmesi. Yazarın sesi/çevirmenin sesi konusunda parlak bir öğrencisinin söyledikleriyle birlikte konuyu üzerinde düşünmeye değer bulması bir kazanç, çeviri ders verme boyutunda gayet iyi bir şekilde çalışabiliyor, sayfa üzerinde olduğu gibi.
Neyse, edebiyat çevirisinin mümkün olup olmadığı konusunda Grossman umutlu, bunun mümkün bir şey olduğunu söylüyor. Şiir için de. İki dilin olanakları ve çevirmenin yeteneği ölçüsünde başarılabilir bir şey. Şeyleri şiirden görmek, çevirmende olması gereken bu. Dünya zenginliği ne kadarsa işin çeviriden çıkıp akışa dönmesi de öyle. Don Quijote serüveninde Grossman benzer bir şey yaşamış, bir türlü başlayamadığı çeviriye Cervantes'in sözleriyle kendi sözlerini eş zamanlı olarak dinlemeyi başardığı an başlamış. İki kaynak tek bir doğrultuya dökülüyor. Mümkün, olması gereken. Sözcüğü sözcüğüne çevirmek bir katliam olduğu için en iyisi bu. Dolayısıyla metnin tekrar yazımı gibi bir durum var, tözü farklı sözcüklerle biçimlendirmek aslında. "Çevirmenler bu yazma eylemi sırasında ikinci dilin okurlarının -kuşkusuz çeviri metnin okurlarından söz ediyorum- çeviri metni okurken duygusal ve sanatsal açıdan bu metnin ilk okurlarının estetik deneyimlerine benzer olan ya da onunla örtüşen bir deneyim yaşamalarını umut ederler." (s. 16) Bu açıdan özgün metinle çeviri metin arasında pek bir fark olmadığını söyleyen William Carlos Williams'a katılırız. Amaç, bir dildeki -varsa- sapkın kullanımları, tuhaflıkları ve yürüyüşü başka bir dilde canlandırabilmek. Başarılı çeviriler bunu sağlar ve dünyanın kaostan düzene oturmasına yardımcı olur, sözcüklerin de. Çok güzel bir örnek veriyor Grossman; Faulkner'ın Cervantes'in biçemini taşıması, Márquez gibi pek çok yazarın o sıralarda İspanyolcaya çevrilen Faulkner'dan -"İngilizce yazan en ünlü Latin Amerikalı yazarın Faulkner olduğu" söylenmiş zamanında, güzel espri- etkilenip sanata yeni basamaklar eklemeleri çevirinin önemini gösteriyor. Sonra ne oluyor, Latin Amerikalı yazarlardan etkilenen Salman Rushdie, Toni Morrison, Don DeLillo çıkıyor ortaya. Diller arasında kısa paslaşmalar.
Yayıncılık dünyasını gömüyor biraz Grossman, karşılaştığı zorluklar kültürel paylaşımların azaltılmasıyla ilgili. Yayınevleri çeviri metin basmakta isteksiz, İngiltere ve ABD arasındaki ilişkide bile dil zorbalığı üst düzeyde. Bu da dünyanın geri kalanından kopmuş, yalnız bir ABD'ye yol açıyor ve zorbalık bütün dünyaya uygulanıyor bu kez. İkinci mevzu, eleştirmenlerin çevirmenleri görmezden gelmesi veya pek umursamaması. Başarılı bir çeviri denen çeviriye neden başarılı dendiğini bilmiyor Grossman, bu söylemin arkasında orijinal metinle çevirisinin karşılaştırması var mı yoksa üfürülmüş bir söz mü bu? James Wood -Kurmaca Nasıl İşler?'in yazarı- ve birkaç kişi dışında bu karşılaştırmayı yapacak yetkin eleştirmen olmadığı söyleniyor, oysa mühim bir konu.
Çevirinin ruhu derinlikli okur için burada.
Blogunuzu izlemeye alamıyorum, neden acaba?
YanıtlaSilHiçbir fikrim yok, nasıl bir uyarı alıyorsunuz? Dün bir arkadaşın izlemeye aldığını görmüştüm, az önce ayarları kontrol ettiğimde bir sorun bulamadım.
Sil