Stiller başaramıyor, onun daha bulanık ve dağınık sebepleri var.
"Ben Stiller değilim!" (s. 9) Metnin ilk cümlesi. Stillerlığını değilleyen bir anlatıcı, üstelik yeterli nedeni var.
Bir haftadır hapishanede tutuluyor, pasaportunu kontrol eden görevliye attığı tokat yüzünden. Amerikan pasaportu var, dünyayı o pasaportla dolaşmış ama binmek istediği trene bindirilmeyince şamarı yapıştırmış. Karakola götürmüşler, komiserin ikram ettiği puroyu almamış anlatıcı çünkü Stiller diye birine ikram edilmiş o puro, kendisine değil. Neden adının White olduğunu iddia ettiğini soruyorlar, durmadan anlattığını söylüyor anlatıcı, başka bir şey demiyor. Böyle kilit noktaları geçiştiriveriyor, haliyle kıllanıyoruz. Yalancı bu herif, belli. Öğrenmek istediğiniz bir şeyi derinlemesine anlatmayıp geçiştiren birinden uzak durunuz. Bir, detaylardan haberdar edilmeyecek kadar değersizsinizdir. İki, detayları öğrenmek için özellikle sorarsanız yalanlarla veya sessizlikle uğraşacaksınız. Üç, dinlediğiniz kişi patolojik vakadır, üstesinden gelemediği olaylar karşısında kendini konumlandıramadığından sizin de dengenizi bozacaktır. Stiller/White dengenizi bozar mesela ama bir kere başladık, zor metinleri de severiz, devam ediyoruz.
Durmadan viski içiyor anlatıcı, içtikçe kendisine yığdıkları kişiliği kaldırmıyor ve Mr. White olduğunu söylüyor, durmadan. Meksika'dan gelmiş, yıllardır yurt dışında ve söylendiği gibi heykeltıraş Stiller değil, İsviçreli hiç değil. Paris'te Julika adında bir karısı yok, erkek kardeşi de yok, sadece anlatacağı hikâyeleri var. Avukatı birkaç defter veriyor ve sadece olguları anlatmasını, böylece olguların üzerinde yükselen gerçeğe ulaşacaklarını söylüyor. White'ın gerçeği beliriyor sadece, başka bir şey değil. Avukatıyla konuşmaları çekişmelerle dolu, avukat Stiller'ın nasıl Stiller olmayabileceğini anlamıyor, Bernhard'ın ülkesine duyduğu nefreti anlatıcıda doğurarak toplumsal, siyasi meselelere girilmesini ve İsviçre'ye bir temiz giydirilmesini sağlıyor. Bernhard, Frisch'ten deli gibi etkilenmiş olabilir.
Anatol Ludwig Stiller. Zürih doğumlu, altı yıldır kayıp. Kayıp zamanın izini sürmek için anlatıcıdan başka bir şansımız yok, dinliyoruz. Anıları capcanlı, uydurma şeyler olmaları için gereken aşırı ince veya kaypak detaylar yok, Meksika'nın çölleri ve insanları arasında varoluşun inanılmazlığını düşünen anlatıcı son derece gerçek, kimliği sorgulanmadan da gerçek, gerçekten orada bulunmuş. Savcıyla, avukatla, hapishanesiyle ilgili anlattıklarının arasına sıkıştırdığı hikâyeler, geçmişle şimdi arasındaki boşluğu dolduruyor. Savcıyla sohbet ederken karısını öldürdüğünü söylüyor, onunla birlikte yaşamak karısı için korkunç bir şey olduğundan kadın acı çekmesin diye öldürmüş. İster istemez hikâyelerdeki insanlarla anlatıcının güncel zamanındaki insanları karşılaştırıyoruz; Julika'yla öldürülen kadın arasında bir bağlantı olması ihtimali akılda tutulacak, diğer pek çok şeyle birlikte. Seçilen yolda karşılaşılanlarla geride bırakılanlar arasındaki koşutluk yavaş yavaş belirecek ama önce anlatıcının hikâyelerini dinlemeliyiz. İsidor'unkini öğrenince seçilmeyenin şimdiye dolduğunu seziyoruz, anlatıcı kendini başkalarında görüyor -veya kendini başkalarına ekliyor- ve yıllardır uzakta oluşuyla şahit olduklarını bir araya getirip denkliyor. Yıllar sonra evine, karısına ve çocuklarına dönen İsidor'un hikâyesi hiç yabancı değil.
Stiller-olmayan bunu tekrar tekrar söylüyor, Stiller değil, Stiller olmamasından kaçış yok, Stiller kimliğini giymeyecek, işlediği cinayetleri anlatacak ve her birinde geçmişinin bir parçasını bulacak, unutmaya çalıştığı geçmişi ölümler halinde önümüze çıkıyor olabilir, henüz bilmiyoruz. Anlatıcının, kimliğinin inşasıyla ilgili düşündükleri de geçmişin parçalarıyla alakalı. Tortulardan kurtulmak istediğini, yinelenme dışında bir hayat bulabilmenin olasılığını düşünüyor, kendisine çizdiği sınır içinde kalmak istiyor kısaca ama yaşamındaki onca insandan kurtulması zor. Sorumluluk burada ortaya çıkıyor, başkalarına dokunduysanız kendinize karşı olduğu kadar onlara karşı da sorumlusunuz. Mevzuyu açmak için anlatıya başkalarının katılması lazım, dolayısıyla önce Stiller'ı tanımamız lazım.
İkinci defterle birlikte karakterlerin anlattıkları derleniyor ve anlatıcı, Stiller'ın hikâyesini yavaş yavaş öğreniyor. Julika gerçek ve özgür bir adama yeterli olabileceğine inanmadığı için Stiller'a sarılıyor, Stiller da sorumluluğu başından atabilmek için Julika'ya sarılıyor, daha en baştan yıkılıyorlar ama bunu anlayabilmeleri için yıllar lazım. Julika başarılı bir dansçı, Stiller başarısız bir heykeltıraş, yıpranmaların ilki. Stiller kendine güvensizliği yüzünden Julika'ya yetemediğini düşünüyor, onun parasını yiyor olması da bunu kuvvetlendiriyor, ikinci yıpranma. Stiller, Julika'nın üzerine düşüyor ve onu kendince biçimlendirmeye çalışıyor ama hiçbir zaman o tamlık duygusu gelmiyor, hep sığ bir ilişki durumu, sıradanlık. Ionesco'nun Yalnız Adam'ında sıradan ilişkilerle ilgili muazzam bölüm geldi aklıma, ne kadar derin olduğu düşünülürse düşünülsün bir kez bittikten sonra acısı hemen kurur ve ne için onca acının çekildiği hatırlanmaz. Stiller pek hatırlamıyor, başlarda. Julika ağır bir hastalık yüzünden hastaneye yattıktan sonra etkilendiği bir kadınla giriştiği kaçamakların sonu geldiğinde koparıyor kayışı, kaybolma hikâyesi başlıyor.
Çok özet: Anlatıcıyla diğer karakterler arasındaki ilişkiler, karanlık alanları görünür kılıyor ve ortaya bir insanın her şeyi unutmak için gösterdiği olağanüstü çaba kalıyor. Savcıyla anlatıcının muhabbetinden öğreniriz ki Stiller'ın Julika hastanedeyken etkilendiği kadın, savcının eşidir. Savcıyla eşinin arasındaki kırıklardan sonra Stiller'la eşin arasında olan bitenleri görürüz, Julika hastaneden çıktıktan sonra Julika'yla Stiller arasında yaşananları görürüz ve sona ulaşırız; Stillerlık kabul edilmiştir çünkü yaşanan onca acının sorumluluğu omuzlanmıştır nihayet, bir başkası olmanın bunlardan kurtulmaya yol açmayacağı anlaşılmıştır. Oe'nin Kişisel Bir Sorun'undaki mevzu aslında, farklı olarak daha ilginç bir anlatıcı ve sevginin doğasıyla ilgili çok daha derin meseleler var.
Çok sağlam metin, arka kapakta dendiği gibi okuru da oyuna katıyor. Katmakla kalmıyor, ilişkiler yavaş yavaş açıldıkça, anlaşıldıkça sarsıyor da. Okuduğum ilk Frisch metniydi, gerisi mutlaka gelecek.
Son bir şey; yıllardır dinlediğiniz bir şarkıyı gerçekten dinlediğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? Bir an? Az önce başıma geldi, çocukluk az önce kesin olarak bitti. Sanırım.
depresyonun da en temel belirtisidir, acıyla dolu sonsuz bir şimdiye hapislik. Şimdinin hep böyle süreceği düşünülür ve yaşamı biçimleyen onca değişken gözardı edilir.
YanıtlaSilşimdi'nin kısır döngüsü yarının güneşini gölgeliyor bende.
bu satırları okurken sanki kendimi gördüm
sevgiler saygılar