Tarih ve Totalitarizm ilk bölüm. Totaliter birimlerin tarihi şekillendirmesinin farklı yüzleri ve şekillendirme süreci ana konu. Geleceğin tarihçilerinin bugünü nasıl yazacağını merak ederek başlıyor Vassaf, sonra tarihe geçme arzusuna geliyor. Tarihe geçmenin pek çok yolu vardır, bilirsiniz. Üşengeçlikten adını bulmayacağım bir arkadaş, Antik Yunan zamanlarında sanırım, Roma İmparatorluğu zamanı da olabilir, dünya mirası eserleri yakarak tarihe geçiyordu. Eylem, iyi veya kötü. Çocuk yapabilirsiniz, cennete gidersiniz, eser verirsiniz ya da sadece yaşarsınız, yaşamaya dair saf bilincin ölmeyeceği düşünülür ve rahatlanır. Rahatlayın, öyle veya böyle ölmeyeceksiniz. Öldükten sonra ne/bir önemi varsa. İyi hatırlanmak, temayül bu yönde. Güç eldeyse tarih de eldedir, iyileştirilebilir. Amerikan Devrimi'ni düşünelim, ağır vergiler ve parlamentoda temsil edilmeme gibi hadiselerden bahsedilir ama Vassaf'ın da değindiği gibi, olay o kadar da ağır olmayan vergileri ödemek istemeyen kaçakçı tüccarların halkı fişteklemesiyle patlak vermiştir. Bu mevzu Linklater'ın Dazed and Confused'unda birkaç saniyeliğine geçiyordu, oradan merak edip araştırmıştım. Dünyanın farklı yerlerinden gelen insanları bir arada tutmak ve Amerikalılaştırmak için resmi tarih kendi söylemini uydurmuştur ve onurlu bir bağımsızlık mücadelesine bağlamıştır olayı. Bu bir örnek, en bilineni sanırım Goebbels'in muhteşem stratejileriyle bir ulusu kana susatması olsa gerek. Her ülkenin böyle işlere ihtiyacı var, heykelleştirme diyebiliriz, her ülkeye heykel lazım, bu heykel iki yönlü çalışır; kahramanlara duyulan ihtiyacı yeniler ve iktidarın yönetim araçlarından biri haline gelir, diğeri de güdülecek olan toplulukları bir arada, bir fikir etrafında toplar. Bizden Şevket Süreyya Aydemir ve Falih Rıfkı Atay'ı methiye düzücüsü olarak görür Vassaf, kanımca haklıdır ama bu insanlara çağının tanıkları olarak bakmak lazım, bilim adamları olarak değil. Zaten Vassaf da söyler, resmi tarihin örttüğü perde çok kalındır ve gizlediği insanlar öldükten sonra, toplum gerçeklerden olumsuz bir şekilde etkilenmeyecek hale geldiği zaman perde kaldırılır. Yeni yeni gerçekleşen bir şey ki bazı devlet sırlarının yüz yıllık falan bir süreleri oluyor, yüz yıl sonra her şey açığa çıkıyor mesela. Gücü yitirmemek için makul, insanlık için rezil bir olay.
Roma'nın Etrüskleri tarihten silmesi, Latin Amerika'nın keşfi(?) sonucu öldürülen yerliler, ABD'nin yediği naneler, Ermeni tehciri ve sonuçları, dünyanın her yerinden yok etmenin örnekleri var. Yakılan resmi belgeler, öldürülen tanıklar, bir de uydurulmaya çalışılan tarihler. Bu da bir yok ediş biçimi, bizdeki Güneş Dil Teorisi mesela. Halil İnalcık'tan alıntı yapıyor Vassaf, İnalcık bu teorinin geliştirilme sürecine şahit olunca o coşkulu havadan etkilendiğini ama kendisini hemen kurtardığını söylemiş. "Hangi ülkenin geçmişine baksanız kocaman yalanlar yaratmışlar, işlerine gelmeyen şeylerden söz etmemeyi, onları sessizliğe gömmeyi tercih etmişler." (s. 27) Nürnberg Mahkemeleri, İsrail'in üfürükten tarihi, Mao'nun milyonları ölümle sınaması, Sovyet bozgunu, yüzyıllar boyunca aynı şey.
Tarihin ne işe yaradığını sorgular Vassaf, sildiğimiz tarihin ne işe yarayacağını E. H. Carr sormuş. Bayağı bir işe yarar aslında. Gündeliğin tarihi tutulmazsa teknolojinin ortadan kaldırmaya yaklaştığı geleneksel tarımcılığa bir gün tekrar ihtiyaç duyulması halinde ayvayı yiyeceğimiz söyleniyor, mantıklı. Geçmişi unutacağız, kurak bir şimdiye kalacağız ve geleceği inşa edecek araçlarımız eksilmiş olacağından eksik kalacağız. Üç boyutta eksilmek, Vassaf insandan umudunu kesmemiş olsa da şimdiye kadar umut verici gelişmeleri çok az görebildi dünya.
Bir iki katakulli var, mesela zeplin filosuna sahip olduğu düşünülen SSCB'nin ABD'ye ter döktürmesi. Tırt çıkıyor SSCB, üç beş zeplin yapmış ama dünyanın geri kalanını iyi bir terletmiş. İkinci katakulli ister istemez ekonomiye bağlanıyor. Şirketlerin topladığı bilgilerin derlenmesinden ibaretmişiz gibi değerlendiriliyoruz, izleniyoruz ve yönlendiriliyoruz. Tüketici olarak müthiş bir sömürünün parçalarıyız, çarpıtılmışız ve istiyoruz, alıyoruz. Bu da tarihi biçimlendirmek demek, en korkunç biçimde. Bir örneği Marie Antoniette olayında görülebilir. İngiliz dolandırıcılar kraldan para tırtıklamak için kraliçenin ekmek-pasta sözünü uydurmuşlar ve basıp halka dağıttıkları kağıtlara yazmışlar bunu. Sonrasını biliyoruz. Yönlendirilmek çok kolay, bizde utanç duyulası 6-7 Eylül Olayları var, Kristalnacht var, var da var.
İkinci bölüm, Tarihi Yargılıyorum. Her yerde savaş olduğundan, savaşın her yerde konuşulduğundan ve savaşmak için her zaman birilerinin olduğundan bahsediyor Vassaf. Savaş Sanatı, Savaş Sanatı Tarihi, savaşla ilgili bir sürü metin yazılmış ve savaş yüceltile yüceltile bir hâl olmuş. İnsanlar bir şeyler uğruna savaşmak, yeri gelince ölmek istiyor. Patolojik bir vaka aslında, küresel. Erkekliği kanıtlamanın bir yolu savaşmak, vicdani retçiler vatan haini, savaş olmasın diyenler de öyle, erkek bile değiller. Bilimkurgularda geleceğin savaşları, üstünlük kurma çabaları büyük bir yer kaplıyor, iyi ki Le Guin gibi yazarlar var da az da olsa denge sağlanıyor. Barışın üzerinde durul(a)maması anlaşılabilir; medeniyetimiz savaşlar, soykırımlar ve aşağılamalar üzerine kurulmuş durumda ama insanlar bunu istemiyor aslında, yani maymunların davranışlarına kadar iniyor Vassaf ve bir iki tür dışında savaşın ne olduğunu bilen hayvan pek yok. Neden savaşıyoruz o zaman? Ölmeye değer bir şeyler bulma güdüsünün kaynağını incelemek gerekiyor. Dinler geçici, binlerce yıl boyunca inanılan tanrılar artık yok. Ülkeler değişiyor, parçalanıyor, hiçbir şey aynı kalmıyor, savaş da biçim değiştirip yoluna devam ediyor. Vassaf, savaşın çok kötü bir şey olduğunun tamamen anlaşılacağından umutlu, zamanın birinde. Umarım.
Cehenneme Övgü hâlâ en iyi Vassaf metni benim için ama bu da oldukça iyi, sıkı bir serbest düşünürden sıkı bir metin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder