Öyküler tek bir yaşamın etrafında biçimleniyor ya da tek bir yaşam bölümleniyor ve ortaya öyküler çıkıyor, ikisini birbirinden ayırt etmek zor. Metnin sonuna kadar anlatıcının adını bilmiyoruz ama ben en başta dile getireyim; Selçuk'un yaşamını görüyoruz. Gül Rengi adlı öyküde Selçuk okulda, sümüğünden pisliğinden yılan öğretmeni çocuğu tuvalete yollayıp duruyor ve azarlıyor ama bilmediği bir şey var, Selçuk'un mendili yok ve besin yetersizliğinden ötürü hasta olup duruyor, kronik bir problem bu okuldaki. Sevgisiz büyüyen çocuk her şeyin farkında, derslerini iyi bildiği halde neden kimsenin kendisini sevmediğini anlayamıyor. Gördüğü donları söylüyor o da, komşu kızı Fatma'nın donunu görür görmez hemen dile getiriyor ama bu kadar, çocuk o. Öğretmeni azarlayınca aklından bir ton düşünce geçen -bu düşünceler akışa kapılmış, noktalamasız sıralanıyor- ve hoşlandığı kızların önünde daha fazla haşlanmak istemeyen Selçuk fırlıyor dışarı. Gülçin'den çekiniyor özellikle, metnin sonunda -yıllar sonra- karşılaşacağı kızdan. Fırladı ve kayıp düştü, yerler yeni silinmişti ve kurumamıştı. Hademe kendi başının yanmamasını istiyor, öğretmen de öyle. Kırmızı bir iz oluşuyor yerde, Selçuk hayal görmeye başlıyor. Her cebinden mendiller fışkırıyor, her yerini silip paklıyor, her şey istediği gibi oluyor. Tabii olmuyor. Gazoz'da ve arkasından gelen başka öykülerde Selçuk'un eniştesiyle, bir de amcasıyla tanışıyoruz. Enişte ve teyze nispeten iyi durumda, çocukları Erol da iyi. Dondurmasını ara ara paylaşıyor Selçuk'la, içtiği gazozların parasını vermediği için bir karşılık olarak görülebilir. Sermaye enişteden, gazozları satması Selçuk'tan. Ne ki Gülçin'i gazozlamaktan zarar etmeye başlar başlamaz iş sarpa sarıyor. Annesi kıllanıyor, parayı nereye harcadığını soruyor, Selçuk cevap vermiyor. Anne, çocuğunu eşine benzetiyor. Eşi iş bulmak için ara ara uzaklara giden, iş bulamadığında yan gelip yatan ama çocuklarını da seven bir adam, garip bir karışım. Yoksulluğun çıkışı olmadığı için suçluluk duygusundan bunalıyor, ortadan kayboluveriyor. Bu yüzden Selçuk çalışmak zorunda, yarım bırakılan gazozların dibindeki iki yudumun değerini çocukluk pırıltısıyla anlatmak zorunda, bütün zorluklara göğüs germek zorunda.
Amca da enişteden hallice. Eczanesi var, enişte Selçuk'u kovduğu zaman çocuğu çırak olarak alıyor ve iş yaptığı doktorlara yollayarak müşteri gönderiyor. Bir gün adaş doktorları karıştırıyor Selçuk, vizitesi uçuk bir doktora garibanın tekini götürüyor. Doktor öfleyip püflüyor ama kabul ediyor hastayı, tabii amcayı arayıp paylıyor bir güzel. Amca kasıtlı bir iş olduğunu düşünüp Selçuk'u paylıyor ama garibin dünyadan haberi yok, niye azarlandığını bilmiyor. Sonra bir çırak gelip Selçuk'un sırtını sıvazlıyor, iyi ettiğini söylüyor. Hastaları yolunmuş kaza çeviren bir doktora ve eczacıya karşı saf bir çocuk. Süper öykü. Mahalleyi tanıtan öykülere geçtiğimiz zaman çocuğun mekanı anlamlandırma çabasına, büyüme sancılarına geçiyoruz yavaş yavaş. Boğulduğunu söylüyor Selçuk, çamurlu yolların ve çıkarcı insanların kendisini boğduğunu anlatıyor. Mahalleliden zenginleşenler var, fakirlerin yüzlerine bakmıyorlar. Namus belasına dayak yiyenler, sevdiği kadın için sırtında sopa kırılanlar, dedikodular, kadınların dünyası ve yoksulluk, daha çok yoksulluk. Onca Yoksulluk Varken'deki gibi bir ortam. Hayat kadınları arasında geçen bir anlatı değil, çocuk gerçekten sevgisizlikten daraldığı için yaşamın renklerine odaklanmış bir anlatı da değil, olabildiğince büyülü, zamanla genişleyen bir dünya. Sonrasında Selçuk yatılı okula gidiyor, yatılı okuldaki cumartesileri anlatıyor ve bir öyküdeki cumartesiler tek bir çocuğun olmaktan çıkıyor, ucundan kıyısından tutuluyor ve okurun cumartesi duygularını değiştirecek ölçüde güçleniyor. Müthiş.
Öyküyle uğraşanların mutlaka okuması lazım diyorum, neden, çünkü bir karakterin gelişiminin anlatıyı ve dili zenginleştirme biçimleri görülmeli. Mekan yaratımından da ders çıkarılabilir. Yan karakterlerin belirip kaybolma şekilleri yine bir ders. Zamanın geçişinin doğallığı da başka bir ders. Kısacası değerlendirilmeli. Deli tavsiye ediyorum.
Burhan Günel'in oldukça eski öykü kitaplarından Başka Bir Yaz'ı sahafta bulup öykü üzerinden nesnel değerlendirmeniz beni duygulandırdı. Zira ellili yılların o yoksulluğu bugünün de gerçeği oldu hem de daha yok daa yoksun ve yoksul biçimlerde. Kaleminize sağlık. Teşekkürler.
YanıtlaSilNisa Günel