18 Haziran 2019 Salı

Burhan Günel - Başka Bir Yaz

Beşiktaş'ta bir sahaftan aldım bunu, sahaf abi Burhan Günel okumamı önerdi. Hiç okumamış olmama şaşırdı, daha fazla gecikmemem gerektiğini söyledi. Günel'i kırk yıl önceki tartışmalardan biliyordum, Hayri K. Yetik'in Edebiyatta (Ç)alıntı metninde mevzuyu anlattığı bölümlerden. 1981'de Günel'in yazko edebiyat'ta çıkan bir yazısı var, Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi adlı romanının Aldous Huxley'nin Ses Sese Karşı nam eserinden esinlenilerek yazıldığını söylüyor, iki metin arasındaki benzerlikleri inceliyor. Az buz bir şey değil, ciddi bir karşılaştırma yapılmış ve Mina Urgan'dan Gürsel Aytaç'a pek çok insan Gürsel'e ciddi ciddi saldırmış, iddialar üzerinden değil de odağı saptırıcı pek çok alakasız mesele üzerinden. Sonuçta Ağaoğlu da saldırmış ama yazının içeriğini değil, Günel'in kişiliğini esas alarak. Günel'in argümanları sağlam olsa gerek, Ağaoğlu'nun süper bir yazar olduğu, Günel'in "kopya" manasında bir şey söylememesine rağmen tartışmanın bu yöne çekildiği, Türk romanının pek müthiş bir hale geldiği için böyle şeylere gerek duyulmadığı savlarının meseleyle alakasının olmaması düşündürücü. Başka bir tartışma, Pınar Kür'ün Bitmeyen Aşk'ının Günel'in Eski Desenler adlı romanıyla önemli benzerlikler taşımasından doğuyor. Yine aynı tarife, Pınar Kür hakaret ediyor ve yazın dışı gerekçeler sunuyor. Yetik'e göre esinlenmeyle yürütme arasındaki farkların ortaya konabilmesi için önemli tartışmalar bunlar ama unutulup gittiğini görüyoruz. Tartışma kültürümüzün olmadığını da görüyoruz, iş dönüp dolaşıp klik dışına atmaya veya tartışmayı sulandırmaya dönüyor. Günel gibi iyi bir yazar daha çok konuşulmayı hak ediyor, ne bileyim. Başka Bir Yaz'a baktığımda son derece sağlam bir anlatı görüyorum, anlatıcı karakterin büyümesiyle birlikte anlatım da derinleşiyor örneğin. Geçmişin şimdinin merceğinden görünüp görünmediği yer yer söz konusu olabiliyor, anlatının içine bu sorgulama yerleşmiş durumda, yine de çocukluktan gençliğe giderek serpilen, derinleşen bir dilin varlığından söz edebiliriz. Bunun dışında kronolojik bölümlemenin ardından gelen geçmişe dönük anlatı da anıların ağırlığını duyumsamaya başlayan bir gencin anılarla ne yapılacağını keşfetmesini göstermek açısından çok iyi bir tercih. Gecekondu mahallesinin anlatımı, insan ilişkilerinin ne kadar kaygan bir zeminde var olmaya çalıştığının gösterimi, çocuk kalbiyle yetişkin aklının denk düşememesinin acısı, pek çok şey gayet dengeli, olağanlığın dışına çıkmayan bir şekilde yansıtılmış, pek hoş. Günel'in bu metinle 1981 Türk Dil Kurumu Ödülü'nü aldığını da ekleyeyim.

Öyküler tek bir yaşamın etrafında biçimleniyor ya da tek bir yaşam bölümleniyor ve ortaya öyküler çıkıyor, ikisini birbirinden ayırt etmek zor. Metnin sonuna kadar anlatıcının adını bilmiyoruz ama ben en başta dile getireyim; Selçuk'un yaşamını görüyoruz. Gül Rengi adlı öyküde Selçuk okulda, sümüğünden pisliğinden yılan öğretmeni çocuğu tuvalete yollayıp duruyor ve azarlıyor ama bilmediği bir şey var, Selçuk'un mendili yok ve besin yetersizliğinden ötürü hasta olup duruyor, kronik bir problem bu okuldaki. Sevgisiz büyüyen çocuk her şeyin farkında, derslerini iyi bildiği halde neden kimsenin kendisini sevmediğini anlayamıyor. Gördüğü donları söylüyor o da, komşu kızı Fatma'nın donunu görür görmez hemen dile getiriyor ama bu kadar, çocuk o. Öğretmeni azarlayınca aklından bir ton düşünce geçen -bu düşünceler akışa kapılmış, noktalamasız sıralanıyor- ve hoşlandığı kızların önünde daha fazla haşlanmak istemeyen Selçuk fırlıyor dışarı. Gülçin'den çekiniyor özellikle, metnin sonunda -yıllar sonra- karşılaşacağı kızdan. Fırladı ve kayıp düştü, yerler yeni silinmişti ve kurumamıştı. Hademe kendi başının yanmamasını istiyor, öğretmen de öyle. Kırmızı bir iz oluşuyor yerde, Selçuk hayal görmeye başlıyor. Her cebinden mendiller fışkırıyor, her yerini silip paklıyor, her şey istediği gibi oluyor. Tabii olmuyor. Gazoz'da ve arkasından gelen başka öykülerde Selçuk'un eniştesiyle, bir de amcasıyla tanışıyoruz. Enişte ve teyze nispeten iyi durumda, çocukları Erol da iyi. Dondurmasını ara ara paylaşıyor Selçuk'la, içtiği gazozların parasını vermediği için bir karşılık olarak görülebilir. Sermaye enişteden, gazozları satması Selçuk'tan. Ne ki Gülçin'i gazozlamaktan zarar etmeye başlar başlamaz iş sarpa sarıyor. Annesi kıllanıyor, parayı nereye harcadığını soruyor, Selçuk cevap vermiyor. Anne, çocuğunu eşine benzetiyor. Eşi iş bulmak için ara ara uzaklara giden, iş bulamadığında yan gelip yatan ama çocuklarını da seven bir adam, garip bir karışım. Yoksulluğun çıkışı olmadığı için suçluluk duygusundan bunalıyor, ortadan kayboluveriyor. Bu yüzden Selçuk çalışmak zorunda, yarım bırakılan gazozların dibindeki iki yudumun değerini çocukluk pırıltısıyla anlatmak zorunda, bütün zorluklara göğüs germek zorunda.

Amca da enişteden hallice. Eczanesi var, enişte Selçuk'u kovduğu zaman çocuğu çırak olarak alıyor ve iş yaptığı doktorlara yollayarak müşteri gönderiyor. Bir gün adaş doktorları karıştırıyor Selçuk, vizitesi uçuk bir doktora garibanın tekini götürüyor. Doktor öfleyip püflüyor ama kabul ediyor hastayı, tabii amcayı arayıp paylıyor bir güzel. Amca kasıtlı bir iş olduğunu düşünüp Selçuk'u paylıyor ama garibin dünyadan haberi yok, niye azarlandığını bilmiyor. Sonra bir çırak gelip Selçuk'un sırtını sıvazlıyor, iyi ettiğini söylüyor. Hastaları yolunmuş kaza çeviren bir doktora ve eczacıya karşı saf bir çocuk. Süper öykü. Mahalleyi tanıtan öykülere geçtiğimiz zaman çocuğun mekanı anlamlandırma çabasına, büyüme sancılarına geçiyoruz yavaş yavaş. Boğulduğunu söylüyor Selçuk, çamurlu yolların ve çıkarcı insanların kendisini boğduğunu anlatıyor. Mahalleliden zenginleşenler var, fakirlerin yüzlerine bakmıyorlar. Namus belasına dayak yiyenler, sevdiği kadın için sırtında sopa kırılanlar, dedikodular, kadınların dünyası ve yoksulluk, daha çok yoksulluk. Onca Yoksulluk Varken'deki gibi bir ortam. Hayat kadınları arasında geçen bir anlatı değil, çocuk gerçekten sevgisizlikten daraldığı için yaşamın renklerine odaklanmış bir anlatı da değil, olabildiğince büyülü, zamanla genişleyen bir dünya. Sonrasında Selçuk yatılı okula gidiyor, yatılı okuldaki cumartesileri anlatıyor ve bir öyküdeki cumartesiler tek bir çocuğun olmaktan çıkıyor, ucundan kıyısından tutuluyor ve okurun cumartesi duygularını değiştirecek ölçüde güçleniyor. Müthiş.

Öyküyle uğraşanların mutlaka okuması lazım diyorum, neden, çünkü bir karakterin gelişiminin anlatıyı ve dili zenginleştirme biçimleri görülmeli. Mekan yaratımından da ders çıkarılabilir. Yan karakterlerin belirip kaybolma şekilleri yine bir ders. Zamanın geçişinin doğallığı da başka bir ders. Kısacası değerlendirilmeli. Deli tavsiye ediyorum.

1 yorum:

  1. Burhan Günel'in oldukça eski öykü kitaplarından Başka Bir Yaz'ı sahafta bulup öykü üzerinden nesnel değerlendirmeniz beni duygulandırdı. Zira ellili yılların o yoksulluğu bugünün de gerçeği oldu hem de daha yok daa yoksun ve yoksul biçimlerde. Kaleminize sağlık. Teşekkürler.
    Nisa Günel

    YanıtlaSil