Tahar Ben Jelloun Endonezya'ya gittiği zaman Pramocdya Ananta Toei'yle görüşmek istiyor, ev hapsi cezasına çarptırılan ve herhangi bir şey yayınlaması yasaklanan Endonezyalı büyük yazarla. Bu görüşmenin Toei için iyi sonuçlar doğurmayacağı söylenince görüşmüyorlar. Hapsedilen yazarın Fransızcaya çevrilen eseri Yozlaşma ses getirince, konu da oldukça güncel ve küresel olunca Tahar Ben Jelloun aynı konu üzerine kendi metnini yazıyor. "Anlatılmak istenen, insan ruhunun aynı musibet tarafından kemirildiği sürece, farklı bir gökyüzü altında da bulunsa, aynı canavarlara yenik düşeceğidir." (s. 5) Musibetten birkaç örnek vereyim, yoldan çıkışını izleyeceğimiz Murat üçün beşin hesabını yapmaktan bunalmış durumda. Tütünü, ekmeği, suyu, her şeyi koca koca gider kalemleri olarak büyüdükçe büyüyor. Oğlu yol kenarlarına dikilen aydınlatma direklerinin altında ders çalışıyor, Faslı pek çok yoksul çocuk gibi. Eşi doyumsuz bir kadın, her şeyin iyisini istiyor. Yolunu bulan hemen herkes iyi yaşarken Murat neden beş parasız yaşıyor? Adam çalmıyor, net. Etrafında Saddam'ın indirilmesi için muhabbetler dönüyor, adam çalmıyor. Yardımcısı Hacı Hamit pis pis sırıtarak dolanıyor ortada, paraya para demiyor, bizimki çalmıyor. Etrafta hediyelik koyunlar, paralar, eşyalar havalarda uçuşuyor, bizimki çalmaması bir yana, hiçbir hediyeyi kabul etmiyor. Önüne gelen projelerin altına imzasını atması yeterli, masa başı mühendisinin yapacağı başka bir şey yok ama atmıyor o imzayı, araya sıkıştırılmış zarfları kabul etmiyor. Hacı Hamit işe her geç geldiğinde Murat bir kağıda not alıp kayıt altına alıyor gecikmeleri, belki bir gün şikayetçi olur da kanıt gerekir diye. Böyle bir adam. İlkelerini ve ideallerini bir kenara koymak, paraya boğulmak istemiyor. Namuslu bir yaşam sürmek istiyor. Etrafındakiler -çocukları hariç- çalmasını istiyorlar, bariz. İş yerinde huzursuz bir ortam yaratıyor, evin huzurunu bozuyor, istenmeyen adam olacak neredeyse. Eşi Hlima'yla neden evlendiğini hatırlayamıyor mesela, güzellikler geride kalmış. Hlima Murat'a adam olmadığını söylemeye vardırmış işi, eşinin yaşamını kabusa çevirmeyi başarmış kısaca. Murat düşünüyor, bu kadınla üniversitede tanıştı. Kadının ailesi tutucu olduğu için kaçak göçek görüştüler. Evlenmeden sevişmedi Hlima, evlendikleri zaman da adamı kapana kıstırdı. Tipik bir hikâye. Murat tuzağa düştü, daha iyisini yapabilirdi ama ailevi travmalar yolunu hiç aydınlatmadığı için görmesi gerekenleri göremedi. Fransa'ya gidip başka bir dünyayı da görmüştü ama evinden hiç kurtulamayacağını düşünmüş olabilir. Evden ve aileden kurtuluş yok, yeterince ağır yaralar taşınıyorsa.
Kuzen Naciya bir vaha olarak duruyor. Oğluyla yalnız yaşıyor, Murat'la da ilgileniyor biraz. Hlima gibi Murat'tan çalıp çırpmasını istemiyor, dürüst olmasını istiyor hatta. Murat kırılma noktasına kadar dürüstlüğünü koruyor ama amirleri tarafından bile saldırıya uğruyor. Rüşvet işlerinin paralel bir ekonomik hamleden başka bir şey olmadığını anlatıyor amiri. İyi bir şey değil rüşvet ama gerekli, bazı işlerin bazı işlerden daha hızlı halledilmesi gerekiyor. Söylenmek istenen şu: "Bütün işler bazıdır ama bazı işler daha da bazıdır." Meşruluk temeli de kurulduktan sonra üstlerinin yaptıklarını onaylamayan Murat için soru işaretleri ortaya çıkıyor. Otobüsler de rezalet. Mesai saati bitimlerindeki metrobüsler gibi. Pis bir koku, kalabalık, leş. Abbas güç veriyor bir süre, Murat'ın en yakın arkadaşı. Liseyi birlikte okudular, Abbas avukat çıktı. Arap uluslarının sorunları ve problemleri hakkında tartışmaları kesildi, ayrı yollara çıkmışlardı. Abbas da yolunu şaşanlardan. "Meşru şiddet" uyguluyor borçlulara, böylece adli süreci oldukça kısaltıyor. Hukukun ağırlığı alternatif çözümleri de birlikte getiriyor, aynı şeyi ekonomik sıkıntılar yaşandığı zaman da görüyoruz. Aslında mevzunun Kazablanka'da geçtiğini söylersem bir şeyler aydınlanabilir, filmdeki atmosferi ve insanları hatırlarsak. Neyse, "devletin açıklarını kapatmak" için işlemleri hızlandırmak veya rüşvet almak arasında pek bir fark yok. Murat'ın geçmişine baktığımızda sicili temiz ve fakir bir babayla karşılaşıyoruz, o da devletin açıklarını devletin kapatmasını beklemiş ama öyle bir şey olmamış. Murat, babasının vefatıyla birlikte abisini de yanına alarak babasının banka hesabıyla ilgili işlem yapmak üzere bankaya gittiği zaman on dört yaşından beri çalışan babasının beş kuruşunun olmadığını görmüş hesapta, şaşırmış. İki çocuk büyütmek yeterince masraflı olmuş zaten, hesabın tamtakır kuru bakır hali normal. O zamanlardan, yirmi yıl öncesinden isyan çanları çalmaya başlamış bile, Murat duymamış sadece. Duymaya başlıyor ama; yine bir otobüs yolculuğunda iç sesini dinlemek zorunda kalıyor. İç sesi yardırıyor, Murat'tan kurtulmak için intihar ettiğini söylüyor ve susuyor bir anda. Murat, "geçişin zor olacağını sezinler" ve kendini hazırlamaya başlar, artık daha fazla dayanamayacağını düşünür.
Birkaç mesele: Otobüs yolculuklarındaki siyasi birkaç tartışma. Sadece tartışma ve patırtı, bu kadar. Murat'ın gecenin bir köründe sokakta tanıştığı öğrenci kadın, kafayı kırmasıyla birlikte bu kadında huzur bulacak. Nabiya bunun adı. Naciya'ya yakınlaşma çabaları. Geçiş sürecinde Hlima'nın çıkardığı arızalar. Adam eve uğramıyor çünkü, bir süre sonra o kadından bu kadına gitmeye başlıyor ve ilk vurgunundan itibaren bambaşka bir hayatın hayalini kuruyor. Aldığı zarfı Varlık ve Hiçlik'in arasına koyuyor, hoş bir detay. Paranın özgürlük getirip getirmeyeceği fikrinin sorgulanması, kadınlar üzerinden gelişmemiş ülkelerdeki kadınlığın sorgulanması, ataerkil dünyanın rezillikleri falan, bunlar ara ara karşımıza çıkıyor. İşlerin cortladığı noktaya geleyim. İki adam takılıyor Murat'ın peşine, üstelik Hacı Hamit cebelleziden haberdar olduğu için pis pis sırıtarak Murat'ın sinirlerini bozuyor. Adamın elinde koz var artık ve karşısında hiç yıkılmayacağını hissettiren bir adamın yıkıntısı duruyor. Yıkıntı oğluyla konuşuyor, rüşvet vermeden hocaları tarafından hiçbir kuruma önerilmediğini söylüyor. Rezil bir dünya bu, bizimkinin bir kopyası gibi. Akademide dönen rezilliklerin yanına ülkenin bakanlıklarındaki kokuşmuşluğu katın, mis gibi bir yozlaşmayla karşılaşırsınız. Utanacağım bahsetmekten ama biraz anlatmalıyım, bizde medyada allanıp pullanan bazı projeler var, o projelerden birindeki cukkalamaları görenin aklı şaşar. Korkunç bir dümen kurulmuş, ülke Hacı Hamit'ten geçilmiyor resmen. Utanacağım kısım şu ki üç kişiydik ve tek bir ses çıkaramadık. Korktuk, dilsiz şeytanlığa soyunduk resmen. Evlilikti, boktu, püsürdü diye başa bela almak istemedim. Sonradan fena yamuldum zaten, bir şekilde çıktı benden. Neyse. Naciya değirmenin suyunu soruyor bir noktada, Murat anlatıyor ve Naciya'dan tekmeyi yiyor bir güzel. Naciya, Murat'ın dürüstlüğünü ve ahlâkını beğendiği için yakınlaşmış ama yozlaşmayı görür görmez uzaklaşıyor Murat'tan. Bu bir musibet. Diğerinde yakayı ele verme olayı var, daha fena. Patlıyor adamımız. "Olaylardan her zaman önde olmuştum. İleriyi görme yeteneğim olduğundan değil, babamın söylediği gibi önceden olayların sonuçlarını kestirebildiğim için. Buna tedirginlik denirdi." (s. 86) Tedirginlik ortadan kalkınca, cep para görünce Murat rahatlıyor, parayı iade etme fikri ortadan kalkıyor, o sırada cortluyor zaten. Tabii bu cortlamanın bir hayal ürünü olduğuna dair "twist" var en sonda, okurun vereceği anlama göre değişir durumlar.
Toplumsal yozlaşmanın örnekleri ara ara veriliyor, mesela bir taksi şoförü dinden sapıldığı için ülkenin burnunun boktan kurtulmadığını söylüyor, ahlâksız insanların milletin bacısına hallenmesinden yakınıyor ama aynı haltı kendi de yiyor. Mısır dizilerinin insanları aptallaştırdığı söyleniyor bir yerde, Murat'ın gençliğindeki filmlerin güzelliğinden hiçbir şey kalmamış, diziler toplumun kökünü dinamitliyor. Bunun gibi bir sürü detay var.
Metin iyi. Ahvali anlatıyor. İnsanın kırılacağı noktayı da anlatıyor. Bir noktaya kadar hepimiz dayanabiliriz, umarım o nokta umduğumuzdan daha da uzaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder