Çocuğun anlatıcılığında ilerliyoruz, her şeye rağmen İhtiyar'ı sevdiğini söyleyerek başlıyor. Yaşlı adamın şahsiyetiyle ilgili bir şey. Şahsiyetle karşılaşmak nimetten sayılıyor, anlatıda yer alan diğer karakterlerde genelleme yapılırsa bir şahsiyet bulabilmek mümkün değil. Hikmet Abi bir istisna. İstanbul'a gidip üniversitede felsefe okumuş, din okumuş ama bitirememiş, kafayı kırıp dönmüş Kirmastı'ya. Kirmastı yine mekan, Mustafakemalpaşa. Ecinnilere inananların çok olduğu bir yer olduğu söyleniyor, doğrudur, Fenerli Dede'nin bir yerde anılmasını beklemedim değil. Bu dedemiz geceleri elinde fenerle sokaklarda dolanırmış, sabah namazını Lala Şahin Paşa'yla kılıp gaibe karışırmış falan, ananem anlatmıştı ben çocukken. Selçuk'un metinlerini okurken ananemin elimden tutup gezdirdiği sokakları hatırlıyorum, en son Yeşim'le gittiğimiz zaman gezdim ve ananemin neden memleketine gömülmek istemediğini düşündüm. Yeşim'le birçok senaryo ürettik ama makul bir açıklama bulamadık, son yıllarda kadının memleketini görmek istememesine yol açan küskünlükler vardı ama o kadar ağır şeyler miydi, bilmiyorum. Sonuçta Aydıntepe diye bir yere gömdük İstanbul'da, mezarlığın hemen yanına hayvan gibi bir site yapmışlar, site manzaralı mezar, gömülmek için kusursuz bir yer. Hava açıksa uzaklardan Uludağ gözüküyor, eh, ananem memleketini görebilir. Neyse, metnin mitolojik ve dini altyapısını bu Hikmet Abi kuruyor böylece, İhtiyar'la çocuğa meseller anlatıyor, menkıbelere boğuyor, Platon'dan girip Berkeley'in hiçliğinden çıkıyor. Hiçbir şey yok ama bir şey var, çocuğun sevdiği bir felsefi çıkmaz. Çocuk gördüğü için, deneyimlediği için var, düşünüyorsa var ama düşünmediği zamanlarda da var, içinden çıkılmaz bir delilik. Yazmaya bu yüzden başlıyor olabilir bizim çocuk, bir şeyin varlığını sabitlemek için. Kağıda, masaya, mürekkebe, herhangi bir yere. Etrafında olanları yazıyor ama bazen çağların ötesine, yaradılışa kadar uzanıyor. Adem'le Havva'nın hikâyesini İhtiyar'ın oğlu "hayvan İsmail" ve evlendiği kadın Zeynep üzerinden canlandırıyor mesela, Zeynep komşunun oğlu Tuğrul'la, Hikmet Abi'yle ve kasabanın yakışıklı adamlarıyla gönül eğlendirirken yasak meyveyi yiyor ve yediriyor, kimsenin bir şeyden haberi yok, olanları bir tek çocuk biliyor ve o da sesini çıkarmıyor. Gözlemlemek için belki. Dayak yememek için de olabilir. Belki de Zeynep'in çekiminin etkisidir, evden ayrılmasını istemiyordur. Hepsinin karışımı. İhtiyar'ın yüreğine indirmemek için de olabilir, paragöz ve az buçuk deli adamın canına halel gelmesini istemiyor, adam zaten iki çocuğu kamyon altında kalınca aklını kaybeder gibi olmuş da toparladığıyla yaşıyormuş, gelini Zeynep'in ilk günlerdeki sevecenliğini hatırlıyormuş hep, evin huzurunu bozabileceği fikri aklına gelene kadar tomrukların üzerinden bakıyor çocuk, her şeyi görüyor ve kaydediyor. Bir kule, Babil Kulesi, çocuk her dili konuşarak metni inşa ediyor, gözlemlemek için orada. Kurşuni bir karanlık çöküyor bazen, sonsuzluğun da o karanlık gibi olduğunu düşünüyor çocuk, siluetleri izlerken bir yandan işini yapıyor ve hayvan İsmail'den dayak yiyor hemen her gün, kini birikse de bir şey yapacak değil, çektiği acıya tutunmak zorunda ki yaşamın ta kendisi olarak gördüğü İhtiyar'ı izlemeye devam edebilsin, etrafında olup bitenlerden uzağa düşmesin, bildiği tek dünyadan ayrılmasın.
Düalizm görünüyor sürekli, beden-ruh ikilisinden insanın gizli kişiliğine kadar pek çok açıdan inceleniyor. "(...) Ve içimdeki iki insandan birinin cehennemi, öbürünün de cenneti temsil ettiğini kavramaya başlamıştım -ama ikisi de bendim! Zeynep'in bir sözüyle, bir bakışıyla cennette oluyorsam- hışımla yaklaşan İsmail'le de cehennemin dibini boyluyordum. Heyhat, hayat buydu işte!" (s. 19) Lût'un hikâyesine de yer verilir, geriye dönüp bakmanın tuz edeceğini Hikmet'ten duymuştur çocuk, içindeki gitme isteğini bu söylenceyle bastırdığı da olur ama daha çok Zeynep açısından düşünür bunu. Zeynep bir gün gidip arkasına bakarsa zümrüt yeşili gözleri tuz kesecektir, çocuk bunu kaldıramayacağı için suskundur. Kamyon kazasında ölen çocukların yokluğunu var kılarak başka bir ikilem yaratır bu kez. Onlar yaşasaydı Zeynep listesine iki kişi daha ekler miydi, yaşamayanlar için kötülük payesi biçilebilir mi? Yaratılanlar için kötülük vardır, o halde iplerin gergin düzenleri bozulabilirdi, varlık tek başına bir kötülüğe çıkabilirdi, böyle olmamış olsa da çocuk için elde tutulacak, düşündüğü hemen her şeyin yanına konacak bir fikirdir bu. Olanla olmayan, gerçekle hayal, kurguyla sahihlik, her şey iç içe. "Cevap ver büyücü, uğraştırma beni daha fazla, ben gördüklerim miydim yoksa gördüklerim ben miydi?" (s. 43) Deneyimlediğinin bir parçası olup olmadığını merak ediyor çocuk, kendisi olmasaydı hiçbir şey var olmayacaktır, tekil bir bakış görünenin var olmasını sağlıyorsa ve var olmak bir başına kötülük alametiyse eğer, çocuk bakışının da suçunu taşıyor demektir. Suçun bilincinde bir suçlu, işini yapmaya devam ediyor. Tomrukları işliyor, Zeynep'i görünce kalbini gümletiyor, İsmail'i görünce öfkesini bastırıyor, yaşıyor kısaca.
Hayranlık duydum, son zamanlarda okuduğum Türkçe metinlerden en iyisi. Sahaflarda falan denk gelirsiniz, alın bence. Şu Kate Bush yorumunu da dinlerseniz bence kocaman bir papatyaya dönüşebilirsiniz. Helal size.
Böyle kitap bloglarına bayılıyorum, emeğinize sağlık harika.
YanıtlaSilBende bloğuma beklerim sevgilerimle, iyi bayramlar. :)