26 Haziran 2019 Çarşamba

Petros Tatsopoulos - Yılın Yazarı

Tez yazacaksınız diyelim, çalışacağınız yazarı seçtiniz ve danışmana gittiniz. "Ölmüş bir yazarın metinleri üzerinde çalışırsan daha iyi olur," cevabını alabilirsiniz. Şimdi işler biraz değişmiş midir bilmem ama böyleydi bu. Neden, çünkü metinler ve muhtemelen yazar hakkında argüman üreteceksiniz ve yazar, diyelim ki argümanlarınızı değersizleştirecek bambaşka yollara girdi, değerlendireceğiniz metinlerin çok uzağına düşen metinler üretti zaman içinde, teziniz -eğer yeterince önemli biri olursanız- akademik camiada alay konusu olabilecek, tez danışmanınız da alaylardan nasibini alacak. Bu tehlikeyi daha en başta ortadan kaldırmak için ölülere yöneleceksiniz. Ölülere güvenebilirsiniz, abuk sabuk işlere kalkışmazlar. Tabii baştan çarpık bir eleştirel bakışın eleştirisini yapmaktan da imtina etmiş olacaksınız, argümanlarınızın belirli metinleri bağladığını falan söyleseniz de tartışmayı çarpıtmakta üstüne olmayan bilge eleştirmenler, akademisyenler sizi dinlemeyeceklerdir. Tatsopoulos karakterlerinden birine, "Ölüleri öldürün!" dedirtiyor, yenilik arayan kültür muhafızlarını bir iş için yaşayanlara yöneltiyor ve işlerin çığırından çıkma aşamalarını ele alıyor. Uç bir örnek üzerinden diri yazarların tercih edilmeme sebeplerini incelediği de söylenebilir. Beğendiğim bir çevirmenin elli yıldır ölü olmayan hiç kimsenin metnini okumadığını öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım ama şaşırılacak bir şey olmadığını da çok geçmeden anladım, zaman rüşt ispatlamak için gereken payeyi kendiliğinden veriyor galiba. Belki de vermiyor, kim bilir, herkes kendi haritasını çiziyor. Yılın yazarını seçecek olsak, birkaç yazarla birlikte ortak bir harita çıkarmaya çalışsak iş çok zor olabilirdi veya yukarıdaki gibi kıstaslar kolaylaştırabilirdi işi. Metindeki edebiyat tayfasının kıstasları sağlam aslında, çevrilen onca dümene rağmen listeyi iki yazara kadar indirebiliyorlar kör topal, yine de iş ölü veya diri olmayı geçtiği noktada patlamaya hazır hale geliyor. Bu öngörülemez bir şey. Yapılabilecek hiçbir şey yok, skandala doğru adım adım ilerleyen bir süreci yakından görüyoruz, çok yakından.

İşte, yılın yazarını seçeceğiz, Frankfurt'a göndereceğiz, metinlerini yetmiş iki milletin diline çevirteceğiz ve yazarın zirzopluk yapmamasını umacağız ama yapacak, al başına belayı. Edebiyat dünyasında işler mamalamakla ve kulis oyunlarıyla yürüdüğü için birçok insan risk alacak, patlama halinde pek çoğunun koltuğu gidecek. Ulusal ve büyük bir olay olduğu için toplum nezdinde istenmeyen adam ilan edilmek de var işin ucunda. Milli Kitap Merkezi'nin müdürü Thoma Bakircis ortaya bombayı bırakıyor resmen. Bürokrat bir adam bu, kırk yaşında, Merkez'in diğer üyelerinin çoğu gibi yazar değil. "Dertsiz başını belaya sokmak için yırtınıyor. Dört tarafı kuşatılmış bir kalenin içinden, elinde süngüsüyle bir intihar saldırısına çıkmaya hazırlanıyor. Kim bilir? Belki de tekrar öz saygısını kazanmak ya da savaş meydanına şerefiyle ölmek istiyordur." (s. 6) İlia Huvarda söylüyor bunları, anlatıcı. Kırklı yaşlarını ikinci yarısında, yazmayı bırakmış bir yazar. Yirmili yaşlarının başında peş peşe yazdığı birkaç romanla ünlenmiş, "Hiddetliler" denen bir akımın öncülerinden olmuş İlia için Merkez üyeliğinin önemi ortalıktan tamamen yok olmamasını sağlaması. Sembolik bir maaş da alıyor, hovardalığının açtığı gedikleri ay sonunda kapatmaya yarayacak kadar. Babasıyla annesinin avukatlık günlerinde satın aldıkları evleri, dükkanları teker teker satıyor bu arkadaş, oradan gelen parayla geçiniyor ama sokakta kalacağı yıllar pek uzakta değil. Kurulun diğer üyelerine bakarsak Kültür Bakanlığı Edebiyat Masası Müdürü Lavrendi Kömürcoğlu'nu görebiliriz, Merkez'in hükümetle doğrudan iletişim kurabilen, belki de en güçlü üyesi. Ulusal Profesyonel Çevirmenler Birliği'nden biri var, kitapçıların temsilcisi var, yayıncıların temsilcisi var. Bunların arasında geçmişten gelen düşmanlıklar, dostluklar, kinler, sıkıntı çıkaracak bir dünya mesele var ama birbirlerini dizginleyebiliyorlar bir yandan. Bakircis arıza çıkarana kadar. İlk bölümde odadakilerin atışmalarına şahit olup kimin ne olduğu hakkında fikir ediniriz, Bakircis'e parlak fikrini veren karakteri de öğreniriz arada: Korina. Yirmilerinde bir kız, edebiyat ve felsefe eğitimi alıyor, ayrıca çok güzel. İnanılmaz güzel, herkesin dibini düşürüyor. Bakircis'le sevgililer, sonradan pek çok kişinin sevgilisi de olacak. Kısacası, bu kız edebiyat ortamını havaya uçuracak. Kültür Bakanı Diamandakis'le fotoğrafları çekildiği zaman yılın yazarı etkinliklerine gölge düşürecek, fitili ateşleyecek.

Sanat dünyasındaki karakterlerin ve tiplerin yoz davranışları, kişilikleri mizahi bir dille hicvediliyor, metnin temelinde bu hiciv var. Diamandakis'in geçmişini incelerken adamın ülkenin en parlak zihinlerinden biri olduğunu, herkesi şaşırtarak sosyalistlerin tarafına geçtiğini ve başbakanlığa oynadığını görürüz. Zayıf tarafı desteklerken birkaç başarı kazanır ama eleştirel tavırları çok sayıda düşman edinmesine yol açar, bir nevi sürgün olan Kültür Bakanlığı ellerinden öper. Yılın yazarı dalgası onun onayından geçecektir. Geçecek midir? Yazarların davetli olduğu bir etkinlikte bolca dedikodusu döner, sonra uyandırdığı ilgi kaybolur, sanatçılar genç kızlara yönelirler. İlia'yla Korina muhabbet eder, gelecekteki ilişkilerinin temeli atılır. Korina'ya göre İlia bir neslin kızlarını bile isteye elinden kaçırmıştır, yazmayı bırakarak iyice kaçırmıştır. Elinde bir tek Yazarlar Birliği kaldığı için herkesin suyuna gitmeye çalışan, sessiz bir adama dönmüştür İlia, eski günlerini özlemle andığını söyleyemesek de kaybolmaya yüz tutması canını çok sıkar. Bu sebeple Diamandakis'in yaşayan bir yazarın yılın yazarı olarak seçilmesini kabul edince önünde açılan yeni mücadele alanına dört elle sarılır, seçim sırasında görüşlerini sağlam temellere dayandırarak belirtir. Listeler hazırlanmıştır, insanlar onlarca ismi eleyip ikiye düşürürler: Maholi Pandazis, Andoni Manglinis. Biri eşcinseldir, diğeri alkoliktir. Alkoliğin etkinliklerde neler yumurtlayacağı bilinmediği için daha az kaotik olan eşcinseli seçerler. Manglinis'le ortak bir geçmişi olan İlia rahatsız olur biraz. Zamanında Manglinis kendisiyle ilgilenmiştir ama İlia pek yüz vermediği için aralarında konuşulanlar, yaşananlar sır olarak kalır. Öyle de kalmasını ister İlia, geçmiş günleri hatırlar. Anlatının geçtiği zaman 2000'li yılların başları, 2002 hatta. 1982'ye döneriz, İlia'nın ve şürekasının ortaya çıktığı zamanlara. Edebi tartışmalara ucundan dokunur İlia, onca yazara rağmen anlatıda edebi olana dair yegane bölüm bu olabilir. "Deneysel arayışlar! beceriksizlik, ukalalık ve tüyler ürpertici, akıllara ziyan cahilliğimize özellikle o ilk günlerimizde nasıl da meşruiyet kazandırmıştı!" (s. 84) "Hiddetliler" hareketinin isim babası olan kıdemli yazarın aslında kendileriyle dalga geçtiğini yıllar sonra anlar İlia, aydınlanma anı yaşar ve rol kesmekten başka bir halt yapmadıklarını düşünür. Reddettiği Manglinis'in kendisinden sonraki durağı olan, aynı kuşağın yazarı Luka Papulya gelir aklına. Luka da unutulma endişesi taşımaktadır, bu yüzden kışkırtıcı, spekülatif söylemlerde bulunur, röportajlarında ve yazılarında hemen hemen herkesi gömer, eleştirmediği kimse kalmaz. Sonradan karşımıza çıkacak bu adam, İlia'yla bir sebepten takışacak.

Seçimden sonra İlia'yla Manglinis'in yer aldığı bölümler ağırlık kazanır. Manglinis yaşlı, nispeten huysuz bir adamdır ve onunla ilgilenmek için en iyi tercihin İlia olduğu düşünülür. Hazırlanacak onca dinleti, ödül töreni, iş güç için sıklıkla bir araya gelirler, geçmişlerine dair konuşurlar, Manglinis'in doğduğu yerde, çocukluğunda yaşadıklarıyla alakalı anıları dinleriz. Arıza daha en başta çıkacak gibidir zaten ama Manglinis'ten bağımsızdır; cumhurbaşkanı bir törenin programı kendisinden habersiz bir şekilde değiştirildiği için küplere biner, sorumluların kellelerini ister. İlia Birlik'ten ayrılsa da komitenin işlerini yürütmeye devam etmektedir. Adam elinden geleni yapıyor, Manglinis'le uğraşıp her şeyin yolunda gitmesi için uğraşıyor bir yandan, zor iş. Başka arızalar da çıkıyor, Diamandakis'le Korina'nın manşetlere çıkmaları gibi pek çok olay etkinliklere gölge düşürecek gibi oluyor, yine de kurtarıyorlar durumları. Son olaya kadar. Manglinis, memleketindeki etkinlik için konuşmacı olarak Luka'yı çağırıyor, üstelik iletişimi İlia'nın kurmasını istiyor. Bu iki düşman yazar buluşuyorlar, atışıyorlar bir süre. Sonrasında Luka bombayı patlatıyor; Manglinis bir ortaokul çocuğuna sarmış, çocuğu öpmüş, bir sürü şey. Çocuğun babası da uyanık itin tekiymiş, her şeyi çekmiş, görüntüler varmış elinde. Bir miktar para sızdırmış Manglinis'ten, sonrasında bu yılın yazarı olayını duyunca daha fazlasını istemiş ama Manglinis reddetmiş, o günün ertesinde baba Manglinis'i arayıp televizyonu açmasını istemiş.

Facia. Yılın yazarı çok fena işlere karışmış durumda. Üstelik Merkez de ayvayı yemek üzere, zira Manglinis'in çocuğa tutulmasından dolaylı olarak sorumlu. Etkinlikler kapsamında düzenlenen bir fuara çağrılan okulların gönderdikleri öğrencilerden biri işte o çocuk. Üstelik medyaya da yansımış durumda. Her şey tepetaklak. Acı son. Rezillik. Neden ölüleri yılın yazarı seçtiklerini bu olaylar başlayınca anlıyorlar. Üstelik alkolik olmayan bir adamı seçtikleri için birbirlerini kutlarlarken düşünmedikleri tek şey gerçekleştiği için daha da pişmanlar; alkolik adamın öngörülebilir çıkıntılıkları olur ama alkolik olmayan bir adamın alkolle münasebeti faciaya daha da açıktır.

Çarpık ilişkiler, tamam. Sönük yıldızların parlamaya çalışmaları, tamam. Katakulliler, tamam. Leş sanat ortamı, o da tamam. Ari Çokona çevirisi, bu da süper. Okunası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder