Bir Grama Muhtaç. Kafede çalışan kıza yeşilleneceğiz, kızı etkilemek istiyoruz, kız içiciye benzediği için ot bulmaya çalışıyoruz, bir arkadaştan buluyoruz, o da bir tanıdığından buluyor. Tanıdık avukat, davalarından biri için çığırtkanlığa çağırıyor. Mahkemeye gidiyoruz, sanığa ne kadar hayvan bir insan olduğunu, gencecik bir kızı öldürdüğü için cehennemde yanacağını söylüyoruz. Söylüyoruz ki hakim etkilenip üst sınırdan ceza versin adama, adaletin çarpıklığı. Sanığın yakınlarından bir araba sopa yiyelim ve sonunda otu alalım. En sonunda kızın davete icabet edip etmeyeceğini bilmeyelim, geri kalan her şeyle dolmuş olalım çünkü. Onca şey olduktan sonra her şeyden sıyrılamayacağımızı, yolda değişebileceğimizi ve isteklerimizi gerçekten isteyip istemediğimizi sorgular hale gelebileceğimizi bilelim. Gerçeğin yeterince saçma olduğunu da bilelim, her Keret öyküsünde doğaüstü bir üfüntü olmadığını anlayalım. Bununla ara ara karşılaşacağımızı da bilelim ama, mesela Bir Top Atışıyla Son Fırlatılışımdan Bir Öncesi'ne bakalım. Sirkte kafes temizleyicisi olarak çalışan anlatıcı, gülle adamın sarhoş olmasıyla boşluğu doldurmak için namlunun ucundan içeri giriyor ve bekliyor. Girmeden önce sirkin müdürüne daha önce hiç bir topla fırlatılmadığını söylüyor, müdür de bunun doğru olmadığını, boşanmanın, beş parasız kalmanın ve benzeri sıkıntıların toptan fırlatılmakla aynı duyguyu yaşattığını söylüyor. Bağlantıyı kes. Top patlıyor, adam uçuyor, eski eşiyle anılar biriktirdiği yerlerin üzerinden geçiyor, oğlunu görüp el sallıyor, denize düşüyor. Geri döndüğü zaman hedefi ıskaladığı için patronu parasını kesiyor biraz ama adam çoktan almış alacağını, bir kez daha fırlatılmak istiyor. A-ha'nın bir şarkısında güzel anıların kötü olanlardan daha çok acı verdiği söyleniyor, anıları tekrar tekrar yaşamak bu acıyı azaltır mı? Ölmek pahasına fırlatılmak mı isteriz yoksa istifayı basıp toptan, anılardan, her şeyden uzaklaşmak mı isteriz? El sallamanın bir güzelliği var değil mi, anılar orada bir yerde duruyor ve dilediğimizce hatırlıyoruz. Anılar orada durmuyor, unutma teknikleriyle bastırıyoruz veya siliyoruz, el sallamak yerine bir eli tutuyoruz. Şahane bir metaforla süslenmiş büyük bir ihtimali okuyoruz sonuçta, süper. Öykü bize kendi yapısını da hatırlatıyor, Todd nam öyküde bir kızı etkilemek için arkadaşından öykü yazmasını isteyen Todd'u görüyoruz, yazılan öykü okuduğumuz öykü ve postmodern olup olmadığını sorguluyor. Yazar sorguluyor, öykü sorguluyor, Todd sorgulamıyor çünkü o kızı etkileyecek bir öykü istiyordu ve istediğini elde edemedi. Todd'a üzülüp geçiyoruz, ne yapalım.
Tabula Rasa Ishiguro'nun Beni Asla Bırakma'sına benziyor biraz, anlatmıyorum bu öyküyü. The Island benzeri bir ortamda yetişen çocuklar falan. Yok yok, anlatmıyorum. Bir klonun insan olup olmadığı hakkında kafa patlatılabilir tabii, patlatalım. Ishiguro'nun metninde çocuklardan bir sanat eseri üretmeleri bekleniyordu, maksat insan olduklarını dünyaya gösterebilmek. Ortaya yeterli bir kanıt koymayabilir bu, işaret diliyle anlaşan maymunun soyut düşünce yeteneğine sahip olmamasıyla aynı sebepten. Dolayısıyla klonsak eğer, ayvayı yediğimizin resmidir. Çok büyük etik, ahlaki problemler gelecekte bizi bekliyor, her biriyle baş etmek zorunda kalacağız. Ediyoruz da, koyun klonladığımız zaman çıkan tartışmaları hatırlıyorum, hatta bilimin geldiği geleceği son noktanın klonlama işi olacağı, ötesine izin verilmeyeceği söyleniyordu. Böyle bir şey yok tabii, bilimsel ilerleme hiçbir şekilde durdurulamayacak, en kötü yer altına inip varlığını sürdürecek. Biz yine de incelikli davranalım ve yaratılana şefkatle yaklaşalım, sevgi gösterelim. Evet.
Araba Konsantresi'ni okurken aklıma lisede uzattığım tırnak geldi aklıma, Hüsnü Uzuntırnak. Aşık olduğum ilk kız beni terk etmişti, ben de o acıyla ne yapacağımı bilemeyip tırnağımı aylarca kesmemiştim. Hayvan gibi uzun bir tırnak, serçe parmağımda. Neden serçe, gitarın sapını tutarken rahatsız olmayayım diye. Kızla aynı sınıftaydık, "Kes şu tırnağı artık istersen, kaç ay geçti," demişti, kesmiştim. Burada araba var. Daha doğrusu arabadan mürekkep bir metal küp var, salonun orta yerinde duruyor. Eve kadınlar geliyor, küp öylece duruyor. Anlatıcı için babaya duyduğu nefreti ifade ediyor o küp. İçinde baba var üstelik. Babadan geriye kalanlar diyelim. Geriye kalanlarla, travmalarla mücadele etmek için çok ilginç savunma mekanizmaları geliştirebiliyoruz, bu yüzden insanın ettiği hiçbir şeye şaşıramıyorum ve hiçbir davranışı ayıplayamıyorum, insanız çünkü, her yamuğumuz derinlerde bir çürüğün izi.
Muazzam öyküler. Keret muhteşem bir yazar, övmekten ve hayranlık duymaktan başka bir şey yapamam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder