İki yıl öteye atlayacağımız zamana kadar birkaç karakterle tanışacağız, araya birkaç Üldes harikası sıkıştıracağım, biri "elim sende" diye isim üfürdüğüm bir teknik. "Gene yemeklerden önce çorba, yemeklerden sonra ilaç içildiği günlerdi. Çıtır çerezlerin peynir ekmek gibi alıcı bulduğu, barbunya pilakinin pek rağbet görmediği, marul ya da soğanın sadece hamburgerin ihtişamını arttırıcı basit birer araç olduğu, çikolatanın her dönemde olduğu gibi popülerliğini koruduğu, aynı zamanda dişlerin baş düşmanı olmaya devam ettiği, rakının yanına kavun ve peynirden başka garnitür aranmadığı, rakınınsa kendi yanına balık ve salata tercih ettiği, balık ve salatalı hesapların gene kabarık geldiği, rakı sofralarından kalkılıp 'hesabımız var dönmeyiz', 'dökülen kan yerde kalmaz' sloganlarının atıldığı, bu sloganların diğer meyhanelerde de tekrarlandığı günlerdi." (s. 12) Rakının sahneye çıkmasından itibaren çağrışımsal akış nesnelerin farklı bağlamlarda kullanımıyla sürdürülüyor, ucu bucağı olmayan bir kaynak ama Üldes kısa kesiyor, buna benzer bir paragraf daha, sonra devam. Coğrafyanın kahrediciliğinden, insanın yalnız kalamadığından, yığınların yere yığıldığından bahsediliyor ki zaman ve mekan anlaşılsın. Aslında "her zamandan" bahsediliyor, günümüzde ve geçmişte de pek farklı değildi. Film olarak düşünelim, filmin zamanı hep günceldir. Tekrar tekrar izlense de günceldir, bir metin defalarca okunsa da her seferinde günceldir, dolayısıyla, evet, tekrar çal Mahmut.
Bölümler anlatıcı değişimlerine göre isimlendirilmiş, Yazar'la başlıyoruz. Karakterlerin isimleri yok, meslekleri veya yaptıkları işler isim olarak kullanılıyor. Yazar günlük rutinine başlıyor; kalk, hazırlan, işe git. Ümraniye'de çalışıyor, patronu cins bir herif. İş hayatının bütün sıkıntıları bu adamın yaşamından izlenebilir, Üldes mizahi bir şekilde anlatıyor meseleleri. Hafta sonları bir iş yapmış olmanın saadetiyle durmadan içen, eğlenen ve libido dindirmeye çalışan beyaz yakalıların dünyası iğneleniyor ucundan. Yirmili yaşların olayı; mesela bankadan veya plazadan çıkılır, Taksim'e veya Kadıköy'e gidilir, içilir, denk getirilirse sevişilir, güç tükenene kadar birkaç yıl ritüele döner bu mevzu, arkadaşlarım kaç maaşı bırakmışlardır barlara kim bilir. Neyse, Yazar'ın leş bir komşusu var, adı Kadrolu. Apartman yöneticisi, ev sahibi ve memur. İstatistiklerle çatışıyorlar, anlaşabilmeleri mümkün değil. Biri Türkiye'de bir şeyin %80 olduğunu söylüyor, diğer %80'in %90'ının başka bir şey olduğunu söylüyor, sonu gelmez bir çatışma. Kadrolu'dan kurtulduk, Hasoğlan'la karşılaştık. Apartmanın kapıcısı, "Anadolu suratlı" bir adam. Çakal. Kızıyla henüz tanışmadık, önce Kadrolu'nun anlatımını dinlemeliyiz. Yazar'la anlaşamadığını, adamın kendisine tepeden baktığını söylüyor, memur olduğu için yönetmelik gibi, genelge gibi konuşuyor, Yazar'a durmadan ıstırap olacağını anlıyoruz. Yazar'a geri döndük. Ahmet'i tanıyoruz, kendisi işinden şutlanmış, beş parasız dolanan bir adam. Yazar Ahmet'e yanaşmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyor, ayaküstü muhabbet ediyorlar. Ahmet bir dünya kitap alıp parasını ödemediği için Avukat tarafından tehdit ediliyor, Avukat bu noktada kamera karşısına geçiyor. Bu arada bazı gedikler var anlatıda, Ahmet'in neden onca kitap alıp parasını ödemediğini bilmiyoruz, metnin ilerleyen bölümlerinde gayet makul biri gibi gözüken bu adamcağızın kafayı kırdığına dair pek bir emare göremiyoruz, dolayısıyla biraz havada kalmış bu mevzu ya da ben kaçırdım, bilemiyorum artık. Avukat arkadaşımız gayet köylü kurnazı bir kardeşimiz, Yazar'a balığa gitme işini kitliyor, çünkü Yazar yazdığı bir öykü yüzünden davalık olmuş, milleti askerlikten soğuttuğu için. Yazdığı hikâyenin detayı içeride bir yerlerde, girmiyorum buna. Neyse, rica minnet Avukat'ı ayarlamış ama adama elini veren kolunu kaptırdığı için Yazar sıkıntıda. Ahmet'e verdiği sözü tutmak istiyor, haciz işlemini ertelemesi için Avukat'ı arıyor ama Avukat sallıyor Yazar'ı, gayet pislik bir herif olduğunu anlıyoruz ileride de. Üldes kötünün hükümranlığının sürdüğünü gösteriyor en sonunda, adalet insan ürünü bir yapı olduğu için insan kendini adalet kavramından muaf tutabiliyor, Avukat'ın durumu son derece ironik bir açıdan.
Parmak Yalayıcısı giriyor işin içine, mahalledeki marketin sahibi. Hikâyesi anlatılıyor, bu herif metnin en tokat atılası insanı, açık ara. Sonda kazananlardan biri oluyor ki şaşırmıyoruz, sesini çıkar(a)mayanların tepesine binip yükseliyor, yükseliyor, doyumsuzluğunun mükafatını alıyor. Pek kimse kalmadı, Hasoğlan'ın markette çalışan dünya güzeli kızı ve Onikilik'le kadro tamamlanıyor. Onikilik, adı üstünde, on iki yaşında bir çocuk, markette çalışıyor o da. Parmak Yalayıcısı'nın tecavüzüne uğruyor, tepesine binilenlerden.
Üldes'in güldürükçülüğü ve anlatımı, sanırım bu ikisine deli imreniyorum. Şimdi öncesinden kopuk olarak bir bölümü alacağım, sakil duracak ama metnin içinde karşılaşınca, "Pkmfpf," diye gülebiliyor insan. "İşte Parmak Yalayıcısı böyle mert, böyle yiğittir. Biraz mittir, biraz da ittir." (s. 36) Zorlama gibi mi duruyor? Okuduktan sonra karar verin. Nihayetinde film bitiyor, film müzikleri için anlatıcının -esas anlatıcının, belki yönetmenin ama değil, belki senaristin ama bu da değil, sanırım izleyicinin, de değil, yapımcının- OST listesi oluşturmak için uğraşları pek hoş. Metnin kendisi pek hoş. İnkılâp'ın 1999'daki Roman Ödülü bu metne gitmiş, iyi de olmuş. Süper başlangıç, devamı daha da süper. Ersan Üldes'i Ali Teoman'la birlikte baş köşeye koyuyorum. Bambaşka ustalıkları var, türlü türlü huyları var, seviyorum ikisini de. Ali Teoman'ın yazdıkları yeter, Üldes de daha çok yazsa keşke.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder