7 Mayıs 2019 Salı

Onur Orhan - Yusuf'u Bulmak

Yusuf biridir ve aranmaktadır. Arayan en az iki kişi vardır, konuşulan insanların "birader, kız, hanım," gibi hitaplarından anlamaktayız bunu. Arayan/dinleyen kişi belli değildir, bir kişi olduğu bile belli değildir, belki de bütün anlatıcılar aynanın karşısına geçip konuşmaktadırlar, kendi kendilerine Yusuf'u anlatıp adamı anılardan çekip çıkarmaya, bulmaya çalışmaktadırlar. Bölümler başlıksızdır, farklı anlatıcılar Yusuf'un farklı bir dönemini, duygusunu, özlemini anlatmaktadırlar. Yusuf'un girdiği ortamların ve ilişki kurduğu insanların nitelik farklılıkları gereği anlatıcıların dili farklılaşır, örneğin adamın ilişki kurduğu avukat daha düzgün bir Türkçeyle konuşurken pavyondan veya hapisten tanıdığı arkadaşları argonun dibine vururlar. Burada bir sıkıntı ortaya çıkıyor, küfürlerin havalarda uçuşup "bir"lerin "bi"ye, yazı dilinin konuşma diline döndüğü bazı bölümlerde bu dönüşün tamamlanmadığını görürüz, şimdiki zaman kipinin son harfi yerindedir, düşmesi gerekenler düşmez, kalkması gerekenler kalkmaz, argo sözlüğü baştan aşağı taranmış ve müthiş bir sözcük zenginliği sağlanmış da sözcüklerin konuşma sırasında aldıkları biçimlere pek dikkat edilmemiş gibidir. Çok rahatsız edici bir şey değil, ara ara karşımıza çıkıyor. Gerçi aşırılığa kaçan serseri muhabbetleri rahatsız edici olabiliyor, o ayar da bazı anlatıcılarda tam tutmamış ama bazılarında, örneğin Yusuf'a derin bir öfke duyan hapishane dayısının söylediklerinde cuk oturuyor. Başka ne oluyor, Yusuf soruluyor. Biri anlatmaya başlıyor ama Havva'dan başlayarak, Musa'dan ve İsa'dan bahsederek, adamın aslında bir nevi ermiş olduğunu hissettirerek. Güzel yüzlü, parlak, bir açıdan akıllı, alımlı bir çocuk. Eski hikâyelerin bir parçası, menkıbelerden fırlama bir eleman, arka sokağın dızcı piçi, her türlü yola gelen bir çıngarcı. "Kimdir Yusuf? Aynada ne görüyorsan odur." (s. 10) Köf Şefik böyle söylüyor, sonra Necdet'e geçiyoruz. Çocukluk arkadaşı. Yusuf'un lise terk olduğunu, birlikte çalıştıklarını anlatıyor. İyi para kaldırmışlar, BMW almış bu Necdet, aracın koltuğuna "Zidan gibi kurulmuş". Koltuğa Zidan gibi nasıl kurulunur, bunu da biraz anlatsaymış iyi olurmuş ama havada bıraktığı başka şeyler de var, boşa atılmış kurşun gibi gözüküyor bunlar, argonun dozuyla alakalı. Aslında her anlatıcının havada bıraktığı şeyler ve doldurduğu boşluklar var, Yusuf doldurulacak bir boşluk, herkesten bir parçayla dolar.

Yusuf babasından sopa yiyor, bunu komşusu anlatıyor. Balık tutmayı ve sabrı öğreniyor, bunu balıkçı bir baba anlatıyor. Hızır'dan el aldığı bir arif tarafından anlatılıyor, el verdiği insan kahvede onun gibi kalın kalın kitaplar okumaya başladığını anlatıyor, adam ilahi bir dokunuştan sonra hakkında konuşan herkesin yaşamını öyle veya böyle sarsıyor, ailesini ve dokunuştan öncesini bilenlerini hariç. Babası hiçbir şey söylemiyor, oğlanı silmiş. Annesi kendince çocuğunun hatalı olduğunu söylüyor, dayak yemeye alışmış bir kadının ataerkil düzene eğdiği boyun acı verecek kadar kırılgan. Her anlatıcı başka bir dünyayı, kendi dünyasını da açmış oluyor; polisler polis şiddetini, emniyetteki dalavereleri ve iktidarın gücü gaddarca kullanmasını anlatıyor, aslında doğrudan anlatmıyorlar ama dayaklar, işkenceler, hukuksuz işler kokuşmuşluğu açığa vuruyor. Kıpti ve derdini anlatış biçimi. Toplumun çürük parçaları daha ağır basıyor, bunun yanında Yusuf'u çok sevenler ve ondan sadece iyilik görüp ona iyilik yapanlar da var. Okul masrafları karşılanan kız Yusuf'a aşık olsa da adam kullanmıyor kızı, onu bir kardeş olarak görüyor. Paraya ihtiyacı olan adamın atadan kalan saatini de kurtarıyor Yusuf, Hızırlığının sonucu. Hapishanede, sokakta, pavyonda, yardıma ihtiyacı olanlara yardım ediyor ve hırsızlık faslına hemen hiç dokunulmuyor. Yusuf dayaktan bıkıp evden kaçtıktan sonra nakliye işine girip iyi para kazanıyor, ne taşıdığını hiç bilmiyor ve sorgulamıyor. Ufak tefek hırsızlıkları var, para sızdırma işleri var, baktığı falların doğru çıkması olayı da var ki etrafındaki esrarengizliği derinleştiren bir mesele. Yanında çalıştığı kadın hakkında iyi şeyler söylüyor, pek bir fenalığını görmemiş. Yusuf fena biri gibi durmuyor, sadece gelişine yaşıyor ve fenalığı da gelişine ama Hülya'ya yamuk yapmadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Seviştiği kadınlar yakışıklılığından, seks yaparken gerçek anlamda bok yemesinin çekiciliğinden bahsediyorlar, kimi arkadaşları birlikte ayıkladıkları kadınlardan bahsediyorlar, grup seks yaptıklarını anlatan adam detaylarda boğuluyor ve Yusuf'un sağlam pompacı olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Profesör kadınla takıldığı zamanlar, şeytan tüyünün de ortaya çıktığı zamanlar, bir nevi Ali Desidero, bir nevi incelikli hayta kendisi.

Hülya. Kendi sözcükleriyle Yusuf'u hikâyeleştirmesi büyük bir aşkın yıkıntıları arasında yankılanıyor. Hülya'yla üç yıl birlikte yaşamışlar, kadının yaşamındaki en dolu üç yılmış o. Anlatıcılar arasındaki bağlantılardan bu hikâye de yavaş yavaş beliriyor, Hülya'nın hapisteki kesiğinin söylediklerine bakarsak Yusuf'un ortaya çıkmaması kendi hayrına olacak gibi duruyor ama uzun süredir ortada yok zaten, çoğu insan onu arıyor, özlüyor veya öldürmek için ortalığı kolaçan ediyor. Çiçekleri çalınan bir anlatıcının çiçekleri başka bir anlatıcının geçmişinin bir parçası olduğunu görüyoruz, nesneler veya insanlar başka insanların hatıralarından çıkıp geliyor, böylece anlatılar birbiri arasında köprü kuruyor, bir olay birkaç bakış açısından yansıyıp değişebiliyor, öznelliklerin ortak noktaları olduğu gibi farklı Yusufları da ortaya çıkarabiliyor. Neyse, Hülya. Ressam bir kadın Yusuf'u alıp götürmeden önce, en azından götürdüğü söylenmeden önce bir pavyonda karşılaşmışlar, kadın tutulmuş, Yusuf da tutulur gözükmüş ama yaşamı her haliyle görmek istermiş gibi hareketliymiş, üç yıl kalabilmiş kadının yanında. Bir şey arar gibiymiş Yusuf, ne aradığını bilmeden arıyormuş. Kitaplarda, sokaklarda, kadınlarda aramış da bulamamış. Kaybolmuş en sonunda, ortaya çıkmıyormuş bir türlü. Arıyordur, bulamıyordur, başka mekanlarda tekrar arıyordur ve belki bu kez yeterince uzaklaşmıştır, o yüzden kimse bulamıyordur Yusuf'u. Yusuf Kenan ilinde kaybolmuş, bulana aşk olsun.

Hoş metin. Biraz fazla karnavalesk ama meseleleri çeşitlendirme yöntemiyle rahatsızlık vermiyor, birden fazla anlatım biçimiyle bambaşka bir metin haline gelebilirmiş, gelmemiş, belki de bu hali iyidir. Okunası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder