Kendince riski göze alıyor, soyut yaşamının huzurunu tehlikeye atma riskini göze alıyor ve sebebini söylemiyor, o noktada duruyor. Sonraki bölümde banyodan çıkıyor, artık banyoda yaşamıyor adam, en azından öncesinde olduğu gibi. Yine de banyoda yaşıyor, yaşamını banyolaştırıyor, banyodaki kaygısız akış dışarıda da sürüyor. Edmundsson sevişmek istiyor, adam okuduğu kitabın arasına parmağını koyuyor ve Edmundsson soyunurken kahkahalar atıyor. Neler oluyor? Edmundsson'ın çalıştığı sanat galerisinde eserleri sergilenen birkaç Polonyalı evlerine geliyor, boya işinden biraz para kazanabilmek için. Kadın kapıdan onlarla konuşurken soyunmaya devam ediyor, görünmesine ramak var ama oyunu sürdürüyor. Böyle küçük anlar var her bölümde, bazı bölümler tek sözcüklük. Polonyalılar işleri için gereken boyaları soruyorlar, bizimkiler eveleyip geveliyor. Polonyalılar paradan bahsediyorlar, kadın sallamıyor onları. Polonyalılar dağın tepesine çıkardıkları kaya aşağı tekerlenince tekrar çıkarır gibiler, durmadan uğraşıyorlar. Absürt. Seviştikten sonra Edmundsson küvete giriyor, uzanıyor ve suyun içinden anlatıcıya gülümsüyor. Gülümsüyorlar birbirlerine. Banyo Edmundsson'ı ele geçiremedi ama üzerinde bir parça iz bıraktı, adam kadını kendine daha yakın bulmuş olabilir. Hiçbir fikrimiz yok, duygularını ve evin dışındaki yaşamlarını bilmiyoruz, her şey evin içinde olup bitiyor. Bir yere kadar. Polonyalılar ahtapot alıp geliyorlar, hayvan pişirilmek üzere temizleniyor, bu sırada yağmur damlaları giriyor araya. Bölüm çok güzel, hepimiz bahsi geçen mesele üzerinde düşünmüşüzdür diye tahmin ediyorum, yani şu an buradaysanız ve bu yazıyı okuyorsanız bence bunu düşünecek kadar inceliklisinizdir sanıyorum: "Yağmurun yağışını seyretmenin iki yolu vardır: Evinde, bir camın gerisinde. Bunlardan ilki bakışlarını uzamın herhangi bir noktasında dikili tutmaktır; aklı dinlendiren bu yöntem hareketin erekliği konusunda hiçbir şey düşündürmez. Algılama yeteneğinden çok görme yeteneği isteyen ikinci yolsa yağmur damlasının düşüşünün görüş alanına girişinden başlayarak suyunun yerde dağılışına kadar gözleriyle izlemeye dayanır. Böylece hareketi temsil etmek olasıdır. Görünüşte ne kadar başdöndürücü olsa da, öz olarak devinimsizliğe eğilimliyse de ve sonuç olarak çok ağır görünebilirse de sürekli olarak cisimleri ölüme doğru sürükler. Oley!" (s. 23) Bu metin bir şekilde Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi'ni çağrıştırıyor bana; onun daha garip bir Fransız versiyonuymuş gibi. Seçim yapıyoruz, su damlası seçiyoruz ve seçimimizin sonu mutlak. Oysa uzamda bir noktaya sabitlesek bakışlarımızı, sonsuzu dikizleriz o zaman. Anlatıcı pek bir odak oluşturmadığı için, her şey akıp geçtiği için bu ikinci sınıfta yer alıyor sanırım. Sembollerden anlamlar çıkarmalı mıyız, edimleri başka edimlerle açmalı mıyız, hiç bilmem ama metin buna çok müsait. Dümdüz de okunabilir, bir banyo bazen sadece bir banyodur.
Hipotenüs adlı bölümde kimseye haber vermeden, aniden yola çıkıyor anlatıcı. Yanına hiçbir şey almıyor. Otobüse biniyor, trene biniyor, iniyor, garda sürtüyor. İtalya'ya hoş geldi. Otele yerleşiyor ve geceyi düşünüyor. Yağmur damlalarını düşündüğü bölüme geri dönelim şimdi, şununla birlikte düşünelim: "Geceyi bir tren kompartımanında yalnız, ışıksız geçirmiştim. Hareketsiz. Harekete, yalnızca harekete, dış harekete duyarlıyım, ama aynı zamanda tüm gücümle sabitleştirmek istediğim vücudumun kendi kendini yok eden iç hareketine, istisnai bir kuvvet göstermeye başladığım anlaşılmaz harekete de duyarlıyım. Ama onu nasıl ele geçirmeli? Nerede gözlemlemeli? En basit jestler insanın dikkatini başka yöne çekiyor." (s. 34) Edmundsson anlatıcının yanına geldiğinde, adam dart oynarken ona ıstırap olduğunda iç hareketin dışa yansımasını biraz atlatabiliyor anlatıcı, içinin dolaysız hali Edmundsson'ın alnına saplanmış bir okla ortaya çıkıyor. Dart oynayan bir adamı kızdırmamalısınız. Otel faslı bitiyor, çalışanlarla ve müşterilerle bir dünya skeçvari olay yaşanıyor, Paris'e dönülüyor, Paris'te yaşam aynı şekilde sürmeye devam ediyor. Kuyruğunu yutan yılan: En başa dönüp adamın Avusturya Büyükelçiliği'ndeki resepsiyona katılmak istemediğini görüyoruz, en başından beri istemiyor bunu, istemediği için gözlerini tek bir noktaya odaklayıp yaşamın süreğenliğine bırakıyor kendini ama yaşam onu sıkıntısına döndürüyor, çözmesi gereken probleminin tam önüne bırakıyor. Riski göze alma faslı tekrarlanıyor ve adam banyodan çıkıyor. Son. Başka bir tekrara mı çıkıyor, bir daha girmemecesine mi çıkıyor, dönen topacın düşüp düşmemesiyle bir.
"Çağımızın Oblomov'u" denmiş anlatıcı için, çok kısa süren bir Oblomovluk var burada gerçekten. Yapmamayı tercih etme değil, yapmayı tercih etme hiç değil, ortada bir şey. Hareket ve hareketsizlik. İç içe geçtiğinde hangisinin hangisi olduğunu bilmek zor, Toussaint küçük çaplı bir kriz yaratıp düşündürüyor bunu. Bu metnin pek sevildiğini söyleyemem, insanlar beklediklerini bulamamışlar galiba. Bir şey beklemeyin, bir şey ummayın, alıp okuyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder