Bende Adam Yayınları'ndan çıkan versiyonu var, Daisy Miller'la Ormandaki Canavar'ı da içeriyor. Eline bu versiyonu geçireceklere bir tavsiye: Önsöz bölümünü atlayın. Önsöz falan değil o, üç metnin de çözümlemesini içeren bir sonsöz olması gerekirken gizemi olduğu gibi açık eden bir spoiler deposu ne yazık ki. Niye böyle şeyler yapıyorlar, anlamış değilim. Yürek Burgusu'yla ilgili sağlam bir spoiler yedikten sonra direkt kapadım, içimden rencide edici şeyler söyledim ve sayfaları hızla çevirdim. Eh, en azından dikkatimi toplamamı sağladı diyebilirim, bu işe yaradı en azından.
Mevzu bahis öyküde defterde yazanlara odaklanmadan öne Douglas'la yazmanın sahibi olan kadının arasındaki ilişkiyi anlatmalıyım biraz. Douglas, kadının yıllar önce kız kardeşinin mürebbiyesi olarak çalıştığını söylüyor. Aralarında aşka benzer bir şeyler doğmuş ama dile getirmemişler bunu. Onun yerine kadın başından geçen korkunç bir olayın hikâyesini anlatmış, yirmi yıl önceki ölümünden kısa bir süre önce de hikâyeyi yazdığı belgeyi yollamış. Hikâyenin anlatılan ve yazılan olmak üzere iki farklı versiyonu var ama biz anlatılanı bilemiyoruz, yazılan üzerinden ilerliyoruz. Birçok şey anlatılıyor ve birçok şey karanlıkta kalıyor, yüz yıldan fazla bir süredir eleştirmenlerin farklı çıkarımlarda bulunmalarının sebebi bu. Yazmaya göre kadın bir iş başvurusunda bulunuyor, Essex'teki bir kır evinde iki kardeşe, Miles'la Flora'ya öğretmenlik yapmak üzere. Çocukların amcaları yakışıklı bir adam, kadınla görüşüyor ve kadın adamdan çok etkileniyor, aşık oluyor hatta, belki de bu yüzden diğer öğretmenlerin aksine işi kabul ediyor. Adamın tek bir şartı var, hiçbir şekilde rahatsız edilmeyecek. Ne bir mektup, ne bir telgraf, hiçbir şey almak istemiyor. Kadın eve gidiyor ve tam bir kaosun ortasına düşüyoruz. Elde birkaç veri var, olay örgüsünü bu veriler üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Bir, kadından önce orada çalışan öğretmen ölmüş. İki, Miles öğretmeninin ölümünden sonra yatılı okula verilmiş ama -şaşırtıcı olmayan bir şekilde- bilinmeyen bir nedenden ötürü okuldan atılmış, eve dönmüş. Üç, evde çalışan biri kadın, biri erkek olan hizmetçiler ölmüş. Dört, anlatıcı/kadın/öğretmen bu hizmetçilerin hayaletlerini görüyor ve kendinden başka hiç kimse hortlakları görmüyor. Beş, çocukların hizmetçilerle bir geçmişleri var, ortamı tekinsizleştiren davranışları da cabası. Altı, evi çekip çeviren Bayan Grose, anlatıcının yakın arkadaşı haline gelmesine rağmen gerek korkusundan, gerek başka sebeplerden anlatıcının yanında olmuyor her zaman; bazen destek olduğunu görüyoruz ama sonlara doğru kadının kayışı kopardığını düşünüyor. "Bu sıralarda o kadar çok şey oldu ki anımsadıklarımı biraz açık seçik bir hale getirebilmek için nasıl büyük bir beceri gerekeceğini düşünüyorum." (s. 36) Kadının şahit olduğunu düşündüğü doğaüstü olaylar bir yana, bu olaylarla hane halkı arasında kurduğu bağlar gerçekliği tamamen çarpıtmasına yol açıyor, örneğin çocuklar çoğu zaman birer melek olarak görülseler de yeri gelince hortlaklarla işbirliği yapan tekinsiz insanlara dönüşüyorlar. Tek bir bilincin görüşüyle hareket ettiğimiz için hiçbir şeyden emin değiliz, kadın da emin değil. Emin olduğunu düşündüğü noktalarda çocuklarla yaptığı konuşmalar kafasını karıştırıyor, karışık kafası Bayan Grose'la konuşunca toplanıyor, iki durum arasında gidip geliyor. Amcaya mektup yazmaya niyetlendiği sırada, hatta niyetini eyleme döktüğünde Miles'ın mektubu yok ettiğini görüyoruz ve bunu çocukluğuna verip vermeme konusunda kararsızlığa düşüyoruz. Eleştirmenler hortlakların gerçek olup olmamaları üzerinden sayısız teori üretmişler, Freudyen okumalar, feminist okumalar alıp başını gitmiş, sonuçta gizemini korumaya devam eden bir metin çıkmış ortaya.
Ormandaki Canavar, kurgusuyla da modern edebiyatın en önemli öykülerinden biri. John Marcher, May Bartram'la karşılaştığında kadını yıllar öncesinden tanıdığını düşünür, kadın da aynı izlenime sahiptir. Sonradan anlaşılır ki gerçekten tanışmışlardır ve Marcher, gerçekleşmesini beklediği korkunç şeyden on yıl önce de bahsetmiştir. Bir şey olacaktır ama ne olduğunu Marcher dahi bilmemektedir, Marcher sadece beklemektedir ve beklerken sadece olacak olanı düşünür, başka hiçbir şey düşünmez. "Marcher", sadece yürür ve ne etrafındaki manzaranın çürüdüğünü, ne de içindeki dünyanın kuruduğunu görür. May'le yakınlaşır, hatta yaşamlarını birleştirirler ama beklenen canavarla yüzleşme meselesinde May'in yakınında olmasını istemez Marcher, kadını uzak tutar, yaşamından da. Kadın nihayetinde ölür, Marcher tek başına yolculuklara çıkar ve beklediği canavarın aslında yaşamın ta kendisi olduğunu anlar, May tarafından sevilmiştir ve bu sevgiyi fark etmeyerek aslında canavarı alt edecek olan tek silahı kaybettiğini fark eder. Finalde canavarı görür, kendisini canavardan korumak için açık bir mezarın içine atar. Kendi bencilliği, yaşamını aslında bir başına sürdürüşü sonunu getirmiştir, yalnızlığı heyula gibi yaşamına çöker.
Daisy Miller, öyküye adını veren Amerikalı kızın Avrupa'nın ahlak anlayışıyla uyuşamamasının öyküsüdür. Diğer James öykülerinde olduğu gibi bu öyküde de sembolleri görmek gerekir; şehirlerin simgelediği anlamlar, karakterlerin adları tarafından sembolize edilmiş davranışları ve benzeri pek çok şey, öykünün anlam katmanlarını çoğaltır. James'in okura bıraktığı geniş alanda Daisy Miller hakkında pek çok fikir ediniriz; etrafındaki insanların ona bakışlarının etkisinde kalırız, kendisini savunduğu -aslında savunulacak bir şey yok ama okurun yönelişi önemlidir- bölümlerde yer yer hak veririz, bazen de kendimizi yargıç olarak bulup davranışlarını, mutluluğunu, istediği gibi yaşamasını yargılarız. Daisy Miller, yanında annesi olmadan tutucu Avrupalıların ortasında erkeklerle gezmektedir ve hakkında bir sürü dedikodu türetilmesine sebep olmaktadır, mevzu budur aslında. Esas oğlanla arasında geçen, tarafları tartan ilişki de öykünün çatışma noktasını oluşturur; adam Daisy Miller'ı ıskalar çünkü teyzesi -halası da olabilir, hatırlamıyorum- kızın edepsiz, ahlaksız olduğunu söyleyip durur, etraftaki insanlar da öyle. Daisy Miller, birlikte gezmek istediği insanlarla gezmektedir, hepsi bu.
Necla Aytür çevirisi. "Yazarların Yazarı" Henry James'in metinlerinin yorumlanabilirlik biçimi aslında tek bir metnin kendisini nasıl çoğaltabildiğini göstermesi açısından önemli. Mutlaka okunmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder