Roman, bahsi geçen filmden daha önce yazılmış ama filmden daha sonra yayımlanmış, adı filmle bir bütünlük oluşturacağı düşünüldüğü için özellikle tercih edilmiş. Karşılaştırmalı incelenirse pek çok öğenin benzer olduğu görülür ama asıl malzeme iki eserin farklılaştığı noktada ortaya çıkar, en başta metnin filmi içerdiğini söyleyebiliriz, biraz oynamayla deli halayı çeken politikacıların, askerlerin ve bilim adamlarının bulunduğu odayı anlatıya yerleştirebiliriz örneğin. Anlatıda zamanın kullanımı konusunda muazzam bir fark var tabii, PKD atlamalarla kurduğu anlatısını pek çok konuyu irdelemek için bir araç olarak kullanıyor, karakterlerin değişimlerini ve toplumdaki konumlarını anlayabilmek için bu atlamaları dikkatle takip etmek lazım, arka arkaya patlayan bombaların kronolojik düzene oturtulmaması sonucu ani değişimlerin gerçekleştiğini görmek okuru metinden bir parça uzaklaştırabiliyor, PKD bu açıdan eleştirilen bir yazar ama okura güvendiğini düşünüyorum açıkçası, bir metni okuyorsak bu işi çok ciddiye almalıyız ve sürüklenmekten başka bir şey bekleyebilmeliyiz, anlatıya yer yer dahil olup anlamımızı aramalıyız. Heinlein'ın yaptığı gibi belli tezler üzerinden kurulan bir anlatısı yok PKD'nin, karakterlerin oluşturduğu koca bir bilinmeyenin izini sürüyoruz, nereye varacağımızı hiç bilmiyoruz.
Stuart McConchie'nin çalıştığı dükkanın önünü süpürmesiyle başlıyoruz, Stu gelip geçene bakıyor ve Doktor Stockstill'in ofisine giren adamı görünce ABD'nin saldırıya uğramasının sebebi olan Bruno Bluthgeld'in az önce önünden geçtiğini fark ediyor. Bluthgeld, 1972'de yaptığı yanlış bir hesaplama sonucunda ülkesindeki insanların çoğunun ölümüne yol açan, kalanları da radyasyonun etkilerine maruz bıraktıran bir fizikçi, deneme amaçlı patlatılan bombanın etkileri Çinlilerin ABD'yi işgaline kadar uzanıyor. Zaten patlamış bir bombanın yıktığı dünya var elimizde ama en kötü hali bu değil, nispeten toparlanmış halinde bir süre oyalanıp karakterleri tanıyacağız. Stu siyahi bir çalışan, PKD'nin o dönem için radikal sayılabilecek bir karakteri aslında. Derisinin renginden ötürü dışlanan bir adamı anlatının en önemli parçası haline getirmek cesurca bir iş. Neyse, Stu'nun patronu Bay Fergesson -kendisini Sokaktan Gelen Sesler'de de görüyormuşuz, zaten PKD bir süre yaşadığı kentleri anlatıyor bu iki metninde- yine o dönem için ilginç bir karakter, siyahi bir çalışanı var, üstelik "poko" denen mutantlardan birini de alıyor işe. Pokolar deforme olmuş bedenleriyle toplumca istenmeyen varlıklar haline gelmiş insanlar, kolları ve bacakları yok, üstelik mutasyonları zihinsel aktivitelerini de etkiliyor, ilginç güçlerle dünyaya gelebiliyorlar. Hoppy Harrington böyle bir poko, elektronik işlerden iyi anlıyor ve devletin verdiğinden daha iyi bir hareket gereci üretmeye çalışıyor. Bir dahi olarak o tür bir toplumda işi yok, dışlanıyor sürekli, hatta Stu bile kendini Hoppy'le kıyaslıyor. İki dışlanmışın arasında oluşan hiyerarşi oldukça ilginç, Stu için Hoppy uzak durulası bir yarım insan, daha alt seviyede bir canlı.
İç içe geçmiş anlatı parçaları. Bluthgeld, Stockstill'in ofisinde komünistlerin beyninin içine girdiklerinden, onlardan bir türlü kurtulamadığından bahsediyor. Jack Tree adını kullanıyor ama Stockstill adamı hemen tanıyor, televizyonda ve gazetelerde yer almaya devam ediyor Bluthgeld, insanoğlunun yaşadığı en büyük facianın sebebi olarak doktorun muayenesinde psikanalitik nesne haline geliyor ve Stockstill aslında asıl düşmanın komünistler değil, kendi toplumlarından çıkan insanlar olduğunu düşünüyor, bir örneği karşısında oturuyor ve arkadaşı Bonny'nin ricasıyla incelediği bu adamın paranoyanın esiri olduğunu düşünüyor. Devam etmeyebilir, Bonny'nin güvenini boşa çıkarabilir ama çabalıyor. Bonny Keller ve eşi George Keller mutlu bir evliliği sürdürüyorlar, Bonny çok mutlu, istediği hemen her şeye sahip. Hatalı hesaplamanın bir parçası olduğu halde elinden geleni yaptığını düşünüyor, devasa radyoaktif bulut kümelerinin dağılmayışı yıllar sonra anlaşılabilen bir fenomen haline gelmişti, kimsenin öngörmediği bir facia. Bu yüzden arkadaşı Bluthgeld'in suçluluk duygusundan kurtulmasını istiyor. Etrafındaki insanların iyiliğini isteyen, mutlu bir kadının ikinci faciadan sonra nasıl değiştiğini göreceğiz, daha değil. Şöyle denebilir; elindeki her şeyin bir anda yok olabileceğini anlayan bir insan, anlık isteklerinin peşinde koşarak geçmişi ve geleceği unutabilir.
Walter ve Lydia Dangerfield çiftini Mars'a doğru yola çıkmak üzerelerken tanıyoruz, fırlatılışlarını Bonny televizyondan izliyor. Yeni Adem ve Havva olarak Nova Terra kurmak için geri sayımın tamamlanmasını bekliyorlar. Onların birbirlerine aşkla bakmalarından George'la olan ilişkisini düşünüyor Bonny ve ilk çatlağı oluşturuyor; acaba George kendisini bu kadar sevmiş miydi? Bilmiyor, farklı bir dünyanın hayalini ilk o noktada kurmaya başlıyor. Bombardımanın başlamasından az önce. Hoppy öbür taraftan haberler aldığını söyledikten bir süre sonra. Stu'yu sıçan yerken görüyor, gri bir dünyanın orta yerinde. Geleceğe dair görüler, kimin ölüp kimin yaşayacağını biliyor. Bombalar düşerken Walter Dünya'ya bakıyor, yanıp sönen kibritlerinki gibi parıltıları görüyor, geride bıraktığı her şey birkaç dumanlı alandan ibaret artık. Hoppy kurtuluyor, çalıştığı yer toprağın altında olduğu için. O zamana kadar gördüğümüz hemen hemen bütün önemli karakterler yırtıyor ama dünya distopik bir hale dönüyor. Küçük kasabalar, ilkel bir para sistemi varlığını sürdürüyor ama takas usulü daha çok kullanılıyor, sigaradan yiyeceğe kadar pek çok şey çok zor şartlarda üretiliyor, toplumun en alt basamaklarında yer alan bazı yetenekli insanlar önem kazanıyorlar, yeteneklerine ihtiyaç duyanlar tarafından yüceltiliyorlar. Bombalar patlarken karşılaştığı erkekle sevişiyor Bonny, bir tütün satıcısı olan Gill'den çocuğu oluyor sonrasında. Yok olmak üzereyken en ilkel güdüler ortaya çıkıyor aslında, üreme gibi.
Sonraki dünya. Lydia'nın depresyona girmesi ve kapsüldeki bütün ilaçları yutup intihar etmesi Walter'ı yıkıyor, uzaydan tek başına yayın yapmaya başlıyor ve aşağıda kalan birkaç grubun iletişimini sağlamaya çalışıyor. Arada birçok kitap okuyor, müzik dinletisi yapıyor, dünyanın tek radyocusu ve hasta, uzayda yeterli ekipman yok, ölecek. Hoppy güçlerini geliştiriyor, toplumun vazgeçilmezi haline geliyor ama güçlerinin terbiye edilmesi lazım, insanlar ondan korktuğu için kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Kendince planları var, gerekirse katliam yapabilir, güç onu yozlaştırıyor. Mutantlar daha da türüyor, güç dengeleri oluşana kadar pek çok çatışma çıkıyor, bir sürü tantana.
PKD'nin notuna göz atıp bitireceğim. Öngördüğü olayların hiçbirinin gerçekleşmediğini, zaten bilimkurgunun da bir öngörü işi olmadığını söylüyor. Hoppy'nin yozlaşmasından bahsediyor, Walter'ın gezegendeki insanlara yardım etmesini anlatıyor, sonra yardıma muhtaç hale gelmesinden söz ediyor. Walter hasta olduğu zaman aşağıdakiler onu iyileştirmeye çalışıyor ama Hoppy'nin Water'la ilgili daha farklı amaçları var, ayrı bir çatışma konusu. Asıl korktuğunun Bluthgeld gibi adamlar olduğunu söylüyor PKD, "düşmanla" mücadele ederken düşmanlaşan, akli dengelerini yitiren bilim insanları. Onların halka karşı, kendisine karşı benzer duygular içinde olabileceklerini söylüyor. Yaşadığı yerlerde geçen bir metni yazmanın güzelliğinden de bahsediyor arada, hoş bir sonsöz.
Son bir şey, metin son okuması yapılmadan basılmış, 6:45'in facia baskılarından pek bir farkı kalmamış. Bölüm bitiyor, bir yenisi başlıyor, herhangi bir başlık, bir ayrım yok. Yazım hataları can sıkıyor, okuma kalitesini düşürüyor. Yeterince can çekiştiğimizi düşünüyorum, lütfen şu PKD'ye gereken özeni gösterin ya. Sadece PKD'yle sınırlı kalmasın tabii.
Yine muazzam bir metin, şahane bilimkurgu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder