Ödüllerle ilgili daha detaylı bilgiye Hakikatin İzinde'de yer alan röportajlarda rastlanabilir, bir de şurada Bernhard'ın söylemlerinden çıkarılabilecek çok şey var, baştan sona izlenmesi lazım. Sanırım aklında belirli bir yaşam biçimine erişebilmek var, satın aldığı çiftliğe çekilip orada yaşamaya başlaması ve insan içine pek çıkmaması bu ödüllerden sonra gerçekleştiği için, eh, kazanılan paraların iyi bir amaç için harcandığını söyleyebilirim. Hatta otobyografik beşlemesini bu şartlar altında yazdıysa daha iyi, keşke devam ettirseymiş, devam ettirebileceğini söylüyor bir yerde ama beşte bırakıyor. O da iyi gerçi, geri kalanı anlatılarının satır aralarından çıkarılabilir, Bernhard yorumlamak ve aşırı yorumlamak için gereken alanı bırakıyor. İşin güzelliği şurada; aşırı yorumlasak bile gerçekten daha gerçek bir hale gelebilir yorumumuz, Bernhard için her şey gerçek, en aleni kurmaca bile öyle, dolayısıyla bir yaşamı sınırsızca yaratabiliriz, eldeki veriler yeterli, Bernhard kendini yeterince teşhir ediyor, parçalıyor ve içsel süreçlerini en ince detaylarına kadar anlatılarına dahil ediyor. Bu açıdan gıyabında öğrencisiyim. İnsan kendisini yok etmedikçe, en derinlerinde olan biteni anlatmaya yeltenmedikçe ne anlam taşır? Hiç. Böyle bir incelikten yoksun olan metin kurmaca oyunundan başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. "Gerçeğin ciddiyeti" diye üfüreyim hemen, bunun olmadığı metin tatsız geliyor. Bu açıdan söylemeye gerek yok ama söyleyeyim, Bernhard'ın her metni zirveye ulaşıyor. Ödüllerim de son noktadır herhalde.
Gençliğinde ödül almaktan, edebiyat çevrelerinde takılmaktan keyif aldığını itiraf ediyor Bernhard, o zamanlar edebiyatın bunları da kapsayan bir şey olduğunu düşünüyormuş, ilerleyen yıllarda sürdürdüğü sayılı arkadaşlıklarını bu dönemde kurmuş olsa gerek, röportajlarında ve Odun Kesmek'te çeteleşme işini yerin dibine sokarak o arkadaşlıkları da yerle bir ediyor ve bağları bir bir kopartıyor. Bernhard, son otuz yılını ilk otuz yılını temize çekmekle geçiriyor sanki, var oluş biçimine yol açan yolları bir bir gömüyor ve ölümüyle doğumunu denkliyor, yalnızlık açısından. Ödülleri ve ödülleri almadan kısa bir süre öncesini anlattığı parçaları bu edimiyle okumak lazım, bu da bir temize çekme metni çünkü. Grillparzer Ödülü'ne bakalım. Viyana Bilimler Akademisi tarafından verilen bir ödül. Bernhard ödüle gitmeden önce şık giysiler satan bir mağazaya gidip birkaç kıyafet alıyor ama her zaman giydiği kazak ve pantolonla gitmek istiyor törene, yirmi beş yıl boyunca giydiğini öğrendiğimiz, berbatlaştıkça sevdiği iki kıyafet, kişiliğinin bir parçası ama ödül töreni yeni bir görünüm istediği için şık giyiniyor Bernhard, insanların isteklerine boyun eğdiği için kendisinden nefret ederek. "Kaderini kabullenmek" diyor kendisi buna. Neyse, teyzeyle törene gidiyorlar, ilgilenen birileri olmayınca salonda arka sıralara oturuyorlar. Koşturmaca başlayınca keyifleniyor; törenin başlaması lazım ama yazar ortada yok, herkes Bernhard'ı arıyor. Onu tanıyan biri yanına geliyor sonunda, neden ön sıralara oturmadıklarını soruyor. Bernhard eğer bay başkan Hunger bizzat gelip onları ön sıralara davet etmezse öne geçmeyeceklerini söylüyor. Başkan geliyor, ön sıraya geçiyorlar. Filarmoniciler Mozart'tan bir parça çalıyorlar, davetlilerden bir bakan uyuyor, arada horluyor. Tören zevksizlik abidesi, Bernhard ödülü alıp çıkıyor, mağazaya gidip üzerindekilerin bir boy küçüğünü alıyor. İlk ödülün olayı bu.
Alman Endüstrisi Birliği Kültür Dairesi Ödülü. Böyle bir ödül var, ilginç. Otobiyografik beşlemede Bernhard'ın hastanede geçen günlerine tanık oluyorduk, orada tanıştığı bir elemanla felsefe, müzik ve sair pek çok konuda geyik yaptıklarını, elemanın kısa bir süre sonra etraftaki bütün hastalar gibi öldüğünü, Bernhard'ın da ölümü beklerken ucu ucuna yırttığını biliyoruz. Bernhard bu ödülle hastane günlerini denklemiş, ödülü aldığının haberini yine bir hastane seferi sırasında, canıyla boğuşurken öğreniyor. Yayımcısından borç alarak gidiyor, zira hastaneye yatmak için gereken para teyzeden borç alınmış, Bernhard parayı ödemek zorunda, ödül de bu yüzden tam zamanında veriliyor açıkçası. Bernhard bu tür parasızlık hikâyelerinin tam ortasında yer alan bir adam olduğu için ödülleri kabul etmesini tekrar anlayışla karşılıyoruz. Karşılıyorum. Ödülü almaya giden Bernhard'ın şehri kötüleyişini, Salzburg başta olmak üzere pek çok şehri gömüşünü okuduktan sonra başka bir ödüle, Bernhard'ın pek sevdiği Bremen'de verilene geçiyoruz, Bernhard'ın edebiyattan nefret etmeye başladığı zamanlarda verilen ve belki de tekrar yazmaya başlamasına sebep olan bir ödül bu. Bernhard'ın tam da kırsaldan bıktığı, kırsalın insanından tiksindiği sırada şehre davet edilmesi onu yaşama döndürüyor bir anlamda. Bu kez almak istediği bir ev var, para onun peşinatına gidiyor. İkinci taksit için nereden para bulacağı hakkında hiçbir fikri yok, yine de alıyor evi. Ödülü kazandığı için bir sonraki yılın ödülünün sahibini belirleyecek jüride yer alıyor. Tam bir kara komedi. Oyunu Canetti'den yana kullanıyor Bernhard ama ödül jürinin Yahudi düşmanlığı yüzünden Canetti'ye verilmiyor, kimsenin metnini okumadığı bir yazara veriliyor, öylesine. Bizdeki ahbap-çavuş ilişkisine benzer bir durum. Rezillik. Bizde verilen birkaç ödül hakkında birkaç şey duydum, özellikle genç bir şaire verilen ödülün ne şartlarda verildiğini öğrenince jürilerden de, ödüllerden de, sanatçı tayfasından da tiksindim, nefret ettim. Kokuşmuş bir toplumun sanatçısı da ortalama kokuşmuşlukta oluyor, vasatlığın tam orta yerinde yüzüyoruz, her konuda. Bir ayrıntı verebilirim sanırım; Ercihan benim çalıştığım okula geldikten sonra ondan Veysel Çolak'la yaşadığı münakaşayı dinledim, insanın niteliğinin erdemli olma konusunda pek de bir işe yaramadığını düşünüyorum açıkçası, özellikle yetkinliğini kanıtlamış insanların hâlâ ödüllere başvurduğunu göz önüne alırsak. Bernhard'a bir tek bu konuda katılmıyor olabilirim, kendisi genç sanatçılara verilen bir ödülü de almış. Ödüllerin ne kadar saçma sapan olduğunu düşünsek de teşvik edici yanlarını gözardı edemeyiz, gençler için itici güç olabiliyor, o zaman ey genç olmayanlar, akbabalık yapmayınız.
Başka bir sürü mesele var ama burada bırakıyorum, okuyan görsün. En son okunacak bu, önce birkaç Bernhard metni okunmalı, hatta şiirleri de okunabilir, bir kısmını Edebi Şeyler bastı.
Şarkıyı sihirli bir adamdan ödünç alıyorum buraya. Dün aynı sahneyi paylaştık, benden sonra o çalacaktı, ben inerken, "Abi seninle mutlaka bir şeyler yapmalıyız," dedi, "Tamam," dedim. Çekindim biraz, çekingen biriyim. Sonra o çıktı. Yani, bakın, William Fitzsimmons'ı canlı izledim, birkaç tane daha çok saygı duyduğum ve izlediğim insan var, ama... Batuhan'ı görmenizi isterdim. Umarım bundan sonra görürsünüz, sık sık görürüz, müziğini saçma sapan "indie" formatlarından birine sokmazsa, kendi deliliğini yaşamayı sürdürürse öyle acayip işler yapacak ki, of. On beş dakikalığına bana kim olduğumu unutturdu, umarım birlikte de bir şeyler yaparız. Batuhan, seninle mutlaka bir şeyler yapmalıyız.
Bernhard'ın okumadığım kitaplarından biri Ödüllerim. Yazdıklarını okurken aldığım edebi lezzet etrafa gösterdiği
YanıtlaSilöfkeye olan hayranlığımla birleşiyor her seferinde. Sizinde on parmağınızda on marifet, tebrik ederim.